ANKARA-ÇAMLIDERE-İNCEÖZ KÖYÜ
   
  Ankara-Çamlıdere-İnceöz Köyü-Koca Harman
  95-Alanya Yaylaları
 

 4 Şuatta bademler iyice çiçek açmış Alanya Köylerinde..

            KALAYCI   ZADE MEHMED EFENDİ (KALAYCI HOCAEFENDİ)
    Kalaycı Hocamızın asıl İsmi Mehmed ORAL dır. Alanya nın Demirtaş beldesindendir. Ali Efendinin oğludur. Çocukluğunda   KARGICAK   MEDRESESİ nde akrabası olan Yeşilöz Köyünden Zühtünün Hüseyin Efendi ile okumuşlardı. Okuma yazma temel dini bilgilerini burada öğrenmişlerdi.  Marangozluk, ahşap ev ustalığı gibi işler yaparlardı. Çok iyi yapı ve ev ustası idi. Etrafında tercih edilen ustalardandı. Bütün bunların yanında Osmanlıdan gelme bir edep ve terbiye ile dini yaşamaya çalışırlar haram ve helallere azami dikkat etmeye çalışırlardı.
 Kalaycı Hocamız aynı zamanda köy katipliğini de yürütürlerdi. Köy Katiplerinin bir adı da " Tahsildar " idi. Tahsildarlar köylülerin kazançlarının senelik vergilerini hesaplar ve alırlar idi. Tarım ürünlerinden alınan vergilere aaşar denirdi. 1950 den önce hayvandan, koyun ve keçi benzeri şeylerden vergi alınırdı.
 Kalaycızade Mehmet Efendi bütün bu dünya işlerinin yanı sıra beş vakit namazında birisiydi. Osmanlıdan gelen bir şuur ile bir mürşidi kamile intisap etme gereğini arzular ve arar idi. Ermenek taraflarında bir zatın mürşitlik iddiasında olduğunu duymuş, ziyaretine gitmiş ve aradığı kişinin sünneti şerife ve edebe uymayan hallerini görerek hayal kırıklığı ile geri dönmüştü. Gönlünde bir mürşidi hakikiyi bulma ateşi var idi.
 Çocukluk arkadaşı Zühtü'nün Hüseyin Efendi bir vesile ile Çırpanlı Hoca Efendi ile tanışmış ve Hazretimizi bulma devleti ile şereflenmişti. Kalaycı Hocamızı da tanıştırmak istiyordu. Kalaycı Hocamız Ermenek tecrübesinin ezikliği ile " abdestimi alırım, namazımı kılarım, tarikata girmem" diye bir düşünceye mahkum olmuştu. Zühtü'nün Hüseyin Efendinin " gel seni Çırpanlı Mustafa Efendi ile tanıştırayım" sözünü kırmadan geçiştiriyordu. Eskiden köylüler at ile Perşembe günü yola çıkar, 30 kilometre civarı uzaklıktaki Alaiye ye gelir, hanlarda yatar, Cuma günü Cuma namazı kılar, ihtiyaçlarını görür ve akşama köylerine binekleri ile geri dönerdi. O zamanları dolmuş, otobüs taşımacılığı pek gelişmemişti.
 Kalaycı Hocamız arkadaşının "Alaiye ye beraber gidelim seni Çırpanlı Hocamızla tanıştırayım " teklifini kibarca bir iki hafta mazeret beyan ederek geçiştirir. Fakat son teklifinde artık mazeret bulamaz olur. Beraber Alaiye ye gelirler.  Arkadaşını kıramadığı için gittiğinden, giderken yolda devamlı içinden "Abdestimi alırım, namazımı kılarım ama tarikata girmem" düşüncesini tekrar eder.  Alaiye ye varırlar. Hana yerleşirler. Sonra Çırpanlı Hocamızın Hacet Mahallesinde portakal bahçeleri içindeki evine varıp ziyaret ederler. Çırpanlı Hocamız "Abdestini alıp namazını kılan Müslümanların dini güzel yaşaması için tarikata girmesi elzemdir " diye nasihatta bulunur. Kalaycı Hocamıza "Rabıtayı Şerifeyi" tarif buyurur. Kalaycı Hocamız " sen tarif et ama ben yapmam" diye bir düşünceye sahip. Kalkıp hana gelirler. Yatarlar. Kalaycı hocamız vazife almadan da devamlı teheccüd namazı kılarmış. O gün de teheccüde kalkmış. Teheccüdü kılınca " dur bakalım şu tarif edilen rabıtayı bir yapayım" der. Usulünce rabıtaya başlar. Öyle bir feyiz alır ki, başlar ağlamaya. ""Bu güne kadar boşuna yaşamışım " der. Sabah namazına kadar Rabıtai şerife ye devam eder. Sabah namazını kılar fakat rabıtanın tadını bırakamaz. Sabah namazından sonra da devam eder. Handakiler işine gücüne gider o, hancı gelip " arkadaş çık artık ben hanı temizleyeceğim" diyene  kadar rabıtayı şerife ye devam eder.
 Kalaycı Hocamız handan çıkar. Rabıta yı şeriften o kadar zevk almış ki, rabıta yapacak bir yer arar. Kuyular önü camiine gider. Kimse rahatsız etmesin diye sermahfele çıkar. Rabıtayı şerife ye devam eder. Zamanın nasıl geçtiğini bilemez.  Birisi dürter. "Arkadaş ne uyuklayıp durusun? Kalk abdest al . Cuma vakti geldi" der. Bakmış ki öğle olmuş, cami dolmuş, namaz başlayacak. O derece rabıta yı şerifenin tadını almış.
   Çırpanlı Hocamızla tanışan Kalaycı Hocamızın hayatı değişmiştir. Çırpanlı Hocamıza büyük bir saygı ve tazim duymaya başlamıştır. Kendisinin de Hazreti Üstazımızla tanışma isteği olur. Hazretimizle tanışır. İlerlemiş yaşına rağmen Hz Üstazımızda okur. Müftülük imtihanına girer. Afyon Emirdağı ilçesine müftü tayin olur. Orada hem müftülük hem de Kur an kursu hizmeti yapar. Emirdağlı Hasan Hoca yetiştirdiği talebelerinin en maruflarındandır. İki sene de Keçiborlu Müftülüğü yapar. Daha sonra 1956 senesinden 1961 senesine kadar Korkuteli müftülüğü yapar.  Korkuteli müftülüğünden Elmalı Müftülüğüne tayin olur. Burada 10 sene kadar hizmet eder. Hizmetlerinden rahatsız olan diyanet işleri tarafından Çemişgezek müftülüğüne sürülür. Fakat yaşı ilerlediği ve mevcut olan sağlık durumları nedeniyle Çemişgezek e gitmez. İstifa eder.
   Rivayet olunur ki, mana aleminde Rabiatül Adeviyye Hazretlerinin arzusu ile alimesi az olan hanımları okutma vazifesi verilir. Erkekler camiye Cumaya gider, hoca ve vaaz dinler. Fakat hanımlar bu nimetten mahrumdur. Hanımların da dini ilim ve terbiyeden nasibini alması gerekir. O sene hacca gider. Ve o sene " Haccı Ekber" e rastlar ve hac farizasını yapar. Dönüşünde Antalya eşrafından "Bekir ÖZTÜRK " Bey in Kurs olarak dizayn edilen evinde 26 kız talebesine ulumi diniyyeyi okutur. Bu 26 talebe Hocahanım olur ve kız yurtlarımızın temelini teşkil ederek kız ve hanımlara yönelik irşat hizmetlerine başlarlar.
   Hanei saadetlerindeyken bir gün muhtereme hanımları ile otururken bir " Amenerrasulü " okuyan ses duyarlar. Bu ses nereden geliyor acaba diye aramaya başlarlar. Odaları gezerken ses te onlarla gezmekte ve güzel ve lahuti bir ses ile kıraat devam etmektedir. Sesin geldiği yeri bulamazlar. Sonunda hanımı " Efendi ses sizin göğsünüzden içinizden geliyor" der. Hakikaten ses hoca efendinin kalbi şerifinden gayri ihtiyari şekilde gelmektedir. Tarih boyunca tasavvuf ehillerinde böyle ve buna benzer  garip hadiselerin vaki olduğu menakıp kitaplarında fazlasıyla menkuldür. Hazreti Ömer zamanında bir Cuma günü hutbedeki Hz Ömer  hutbeyi keser, uzaklar bakıp bir miktar durduktan sonra " Ya Sariye el cebel" diye bağırır. Zaman sonra dönen ordu komutanına sorarlar. Cevaben tam o vakitte Hz Ömer in sesini duydum. Dağ tarafına baktım. Düşman pususunu gördüm ve tedbir aldım düşman tuzağından kurtulduk dediği meşhurdur.
   Kalaycı Hocamızın Alanya Demirtaş mezarlığı civarında evi vardı. Bazen oraya gelirdi. Evinin hemen yanından köy dolmuşları geçerdi. Dağ köylerinden bir akrabası dolmuşa binip yatılı ziyaretine gelir. Dolmuşlar akşama doğru köylerine döner. Misafir de bir gün yatılı kalıp ertesi gün dolmuşlarla köyüne dönecektir. Kalaycı hocamız misafiri çok ama çok sever idi. Misafirlerine yemek, çay, kahve ikramlarını bizzat kendisi yapar ve bundan çok memnun olurdu. İkram etmeyi severdi. Misafiri ile sohbetten ikramlardan sonra yatılır. Sabah kahvaltı yapılır. Usuldür " nasıl rahat edebildiniz mi ? diye sorulur. Hocamız da misafirine sormuş. "Nasıl rahat edebildiniz mi " diye. Misafiri de Alanya tabiri ile " ay efendim çok rahat ettim. Yatağınız da çok rahatmış" der. Sohbet ve muhabbetlerden sonra köy dolmuşlarının dönme vakti gelir. Hocamız bağ ve bahçesinde olanlardan hediye hazırlattırır. Dolmuş gelip misafir uğurlanırken hediyeler arasında bir de yatak balyası vardır. Misafirin yükleri dolmuşa yüklenirken misafir " Hoca emmi bu balya nedir" der. Hocamız " o sizin yattığınız yataktır. Hoşunuza gitmiş size hediyem olsun" rahat rahat istirahat edersiniz der. Akrabalarından dinlediğimize göre çok eli açık biriydi. Hediye ve ikramı çok ama çok severdi.
 Kalaycı Hocamıza Hazretimiz "sen yüz yaşına kadar yaşayacaksın " buyurur. Son zamanlarında birkaç hastalıktan muzdariptir. Son zamanlarında Antalya da ikamet etmekteydi. Vefatından dört gün önce Müftü Remzi abiyi çağırır. Hazretimizin işeret buyurduğu 100 yaş ebced hesabı ile şifredir. Ben önümüzdeki Cumayı Cumartesiye bağlayan gece vefat edeceğim der. Bu sözleri Salı günü söyler. Perşembe günü komaya girer. Buyurduğu gibi Cumayı Cumartesiye bağlayan gece vefat eder. Vefat ettiğinde tarihler 15 Ocak 1983 tarihini göstermekteydi.
   Vasiyetinde Alaiye ye Çırpanlı Hocamızın yanına defnedilmeyi ister. Çırpanlı Hocamızı dünyanın dört bir yanından ziyarete gelen olur. Onların Fatiha ve dualarından ben de hisseyab olmak isterim der. Benim mezarım hocamın mezarının aşağı tarafında olsun der. Benim mezarımı normalden bir karış derin kazın. Hocamdan her yönden aşağıda olmalıyım. Edep bunu gerektirir der. Damadı Mehmet ÖZGEN bey in bu isteklerine uyan mezar yerine defnedilir. Alaiye nin vefalı ve aziz insanları vasiyetini aynen yerine getirir. Dünyanın dört bir yanından Çırpanlı Hocamızı ziyarete gelen kadirşinas ziyaretçilerin hediyelerinden hisseyab olmaktalar.
 Cennet mekan Kemal Kacar Ağabeyimiz Kalaycı Hocamız hakkında ara ara "Kibarı evliyadan " buyururlarmış. Ara ara da "Kalaycı Hoca ,Selçuklu da hanımlara yönelik dini tedrisat yok idi, Osmanlıda da hanımlara yönelik dini tedrisat yok idi. Hanımları okutmak size nasip oldu" buyururlarmış.
KALAYCI HOCA EFENDİ İLE ALÂKALI BİR HÂTIRA
 
Kalaycı (Mehmet Oral)Hoca, Efendi Hz.'inde ilim tahsil ettikten sonra Diyânet'te imtihana girerek kazanınca Afyon'un Emirdağ kazâsına müftü olarak tayin edilmişti.H.ve M. Arıkan Hoca Efendilerin babaları Mustafa Arıkan   amca,İstanbul'a Hazretimizi ziyârete giderken Emirdağ'a da uğrayıp yeni müftü Kalaycı HocaEfendi'yi ziyâret edip tebrik etmek istemiş.
Kalaycı Hoca'ya misafir olan Mustafa Amca Müftü Efendi'nin üzgün olduğunu farketmiş ve sebebini sormuş.
O da"Mustafa Efendi üzüntüm şundan; bugünlerde kuraklık var,yağmur yağmıyor.Burada usul olduğu üzere Cuma namazını müteakip arazide yağmur duâsına çıktık, gözyaşları içinde duâ ettik ama tek damla rahmet yağmadı.
Buna üzülüyorum.Efendi Hz.ne benim de selamımı iletip bu hususu arzetseniz; aceba niye kabul olmuyor duâlarımız? demiş.
Hacı Mustafa Arıkan amca İstanbul'a gelmiş,Hazretimizi ziyâreti sırasında Emirdağ'a uğradığını vs anlatmış Kalaycı Hoca'nın selam ve mâruzatını nakledince, Hazreti Üstaz ks bir müddet murakabeden sonra:
"Mustafendi, İstanbul'da işin bitip Alâiye'ye dönerken tekrar Emirdağ'a uğra, Kalaycı'ya benim de selamımı söyle; Cuma cemaatının içinde CHP'liler de olduğu için duâları kabul olunmamış,reddolunmuş.Bildiği birkaç kişi ve âile efradıyla beraber tekrar yağmur duâsına çıkıverin" buyurmuş.
Mustafa Arıkan Amca dönüşte Emirdağ'a tekrar uğruyor,Kalaycı Hoca'ya Hazretimizin selamını tebliğ ediyor, vaziyeti anlatıyor.Hemen yağmur duâsına çıkıyorlar.Duâ mahallinden ayrılmadan sicim gibi yağmur başlıyor.Göz yaşları ile eve geliyorlar.
Hacı Mustafa Amca bu hadiseden sonra çocuklarına vasiyyet ediyor:
" Ben vefat edince Salâ'm verilirken hiç bir CHP'linin cenazeme gelmemesini de ilan edin" diyor.
İbretlik bir hakikat ve düşünülmesi tefekkür edilmesi gereken bir husus.
 
 


Antalya saklıkent kayak merkezi


 Can Bey, Bizi saklı kente götürdü.


Sahilde çok yoğun çalışan köylüler yayla serinliğinde dinlenirler. Rüzgarlı tepelerde sohbet ederler.


Geceleri iyice korunmazsanız hasta olursunuz. Geceler 14-15 derecelere kadar hava soğur.

                  ALANYALI ÇIRPANLI MUSTAFA EFENDİ’YE SORULAN FETVA
    Sene 1960lı seneler.   Allah deme yasağı kalkmış. Din adamsızlıktan kaldırılamayan cenazelerin üç dört gün bekletildiği devirler geçmiş. İzmir müftü vekili çırpanlı Mustafa Efendi  de resmi görevini bırakıp Alanya’ya gelmiş, talebe okutmakta. Din eğitimi yasaklandığı için insanlar dinini öğrenememekte. Kur’an-ı Kerim’i okuyamamaktadır. Dinsiz, maneviyatsz bir nesil yetişmesi için mason ve Yahudiler var gücüyle çalışmaktadır. Chp iktidarını kullanarak bu emellerine büyük ölçüde muvaffak olmuşlardır.
   Bu din düşmanlıklarına rağmen halk, evinde, bildiklerini evlatlarına öğretmektedir. Bazı hocalar etrafa gözcü koyarak islamı öğretmeye çalışmaktalar. Hükümete yaranmak için veya cibilliyet bozukluğundan bu din öğretimini şikayet edenler de yok değildir. İşte bu karanlık devirlerde Çırpanlı Mustafa Efendi, Alanya’da talebe okutmaktadır. Okuttuğu talebeler imamlık, müezzinlik, müftülük ve vaizlik imtihanlarına girip kazanmaktalar ve yurda dağılmaktalar. Kur’an a susamış ümmete Kur’an öğretmekteler, dinlerini anlatmaktalar.
    Bir gün bir Alanyalı, bir küp altın bulur. Altını emin bir yere saklar. Çırpanlı Hoca Efendiye define fetvası sorar. Bu defineyi ne yapmalıyım? der. Hoca Efendinin cevabı çok müthiştir.
 -O define her kiminse sahibini bulup, sahibine vereceksin der. Adamcağız;
 -Efendim bu define yüzyıllar önce yaşamış Rumların olabilir deyince, Hoca Efendi;
 -O zaman gidip evlatlarını bulup vereceksin.  Bulunan bir şey bulana helal olmaz. Bulunan şey aslında alınmaz. Ta ki sahibi belki kayıbını arayacaktır. Kaybettiği veya sakladığı yerde malını arayacaktır der.
Bu hadise Osmanlı devrindeki bir mahkemeyi hatırlatıyor.Tarla alan kişi tarlasından çıkan defieyi tarlanın önceki sahibine götürür. Önceki sahibi ben tarlayı sana sattım. Define senin hakkın der. Anlaşamayınca mahkemelik olurlar. Kadı tarlanın önceki ve sonraki sahiplerinin çocuklarını  evlendirir. Defineyi de onlara çeyiz verir.  Meseleyi böyle halleder.
   Bu iki fetva birbirine ne kadar benzer? İslam dini ne kadar ince. Ona gönül verenler aç gözlü, yağmacı, gaspçı, haksız olamazlar. Olamamışlar..



Yayla evleri pimapenli, fayans kalebodurlu, elektrik su tesisatlı, hatlı telefonlu ve internet imkanlıdır.


Gundüz oturulan balkonlarda gece yatmak çok zor. İki yorganla yatmak gerekir.


Yayla evleri de köy evlerinden geri kalı değildir. Asgari konfor vardır.


Torosların suyu çok temiz ve soğuktur. Sularında yosun olmaz.



Akdeniz yaylalarında da tarlalar ekilir, bağ ve bahçeler yapılır. Bir sezonluk bile olsa sera yapılır.Sebze serada daha çabuk çıkar, dolu vurmaz, çabuk yetişir.



Muntazam evlerin yapıldığı yaylalarda natürel sebze yetiştirilir ve satılır.Çalışkandır akdeniz insanı. Bizler ise yaylamızda "soğan bile ekmeyi adet edememişiz".



Yayla serinliğinden istifade etmek için çardaklar yapılır. Her evin su deposu vardır.Hortumla doldurulur. Böylece her evin çeşmesinden su akar.



Yaylada yetişen sebzeler ihtiyacı karşılar. Fazlası satılır. Kış için sebze kurutulur.Yayladan köye kışlık un, patates, mısır, kabak, meyve hoşafı vb götürülür.



Biraz gayret, bilinçli hareket etmekle daha güzelleri bizim yaylamızda da olur.



Alanya nın yayla yolu çok uçurumlu ve virajlıdır.

Bu yollar yapılırken işçiler aşağı uçmasın diye çam ağaçlarına bağlanarak yapılmıştır.Maalesef yine de üç dört işçi uçuruma yuvarlanarak ölmüştür, bu yolların yapımında.


Uçurunlar binlerce metreyi bulur.



Son zamanda yollar genişletilmiş ve kazalar azalmıştır.


Yollar, taşlar ve kayalar oyulup kesilerek yapılmıştır.

Bazı yerlerde aşağıya bamaktan korkulur. Yüzlerce hatta bazı yerlerde bin metreyi geçen uçurumlar vardır.


İlkbaharda karlar eriyip oprak yumuşayınca, bu yolların en tehlikeli zamanıdır. Yukarılardan heyelan olur, taş yuvarlanır.


Bu yoldan aşağıya uçan arabaların iki üç gün çıkarılamadığı olmuştur. buraları en iyi avcılar bilir.
Böyle zamanlarda avcılardan yardım istenir.

Ulu dağlardan çıkan sular dünyanın en temiz suları arasında gösterilir. Buralrın suyunda kireç ve yosun olmaz. Sahile yaklaştıkça sularda kireç olur. Yosun olur.


Bu geçit vermez dağlarda kurt ve çakal yaşayamaz. Dağ keçileri için doğal yaşama alanıdır bu dağlar. Dağ keçisi, geyik ve karacalar için üreme ve yaşama alanıdır bu ulu dağlar.



















ALANYA  TÖRELERİNDEN GÜZELLİKLER.
  Memurluk vazifemiz gereği güzel ülkemizin birçok yerinde görev yaptık.  Çeşitli coğrafya, çeşitli  insanlar ve çeşitli töreler gördük. Güzel ülkemizin çeşitli güzelliklerine şahit olduk. Yirmi yedi senedir de Alanya’da görev yapmaktayız. Köylerinde ve ilçe merkezinde görev yapmak nasip oldu. Alanya’nı suyundan ekmeğinden bunca sene nimetlendik. İyi ve kötü gülerimiz oldu. İyi ve kötü insanlarla karşılaştık.
  Alanyalılar Yörük’tür. Ekserisi yakın zamana kadar hayvancılıkla geçinir idi. Sebze ve meyve yetiştiriciliğinin tarihi bir asra varmaz. Önceden hayvancılık ağırlıklı idi geçimleri. Genellikle buranın dağlık ve engebelik arazisine uygun keçi beslenirdi. Şimdi ise modern tarım ve turizm ağırlık kazanmıştır. Zamanın icaplarına göre en modern tarım ve turizm faaliyetleri yapılır. Çok yıldızlı turizm işletmeleri on binlerce kişiye iş imkanı sağlar. Çeşitli ve turfanda sebze ve meyve yetiştiren binlerce dönüm serada on binlerce kişi iş bulur.
  Alanya halkı, atalarından gördükleri gayet güzel ve İslami gelenek ve göreneklerini devam ettirirler. Eskiler gayet edepli, kibar, mülayim ve asil insanlardır. Din ve akrabalık bağları, komşuluk ilişkileri çok güçlüdür. Alçak gönüllü, sıcak kanlı insanlardır ekserisi.
   Asker uğurlayacak kişi davet tertip eder. Davetli akraba eş ve dostlar gelirler. Köy camisinde veya evlerin uygun yerlerinde “Tevhit Hatmi” yapılır. Tevhit hatmi 70 bin defa tevhit okumakla yapılan bir hatmi şeriftir. Bu merasim o kadar güzel olur ki, manevi hazzına doyulmaz. Gelen misafirler birbiriyle hasretlik giderir sohbet eder. Eş dost birbirini görür. Bu arada görevli din adamı 700 tane fasulye veya nohut saydırır. Tevhit okuyacaklar abdestli olarak camiye veya uygun bir yere toplanırlar. Hoca efendi usulünce hatmi başlatır. 99 luk tespihi “La İlahe İllallah “ diye çeviren 100 olarak “La ilahe İllallah, Muhammedürrasulullah” der. Bir nohut alır okunmuşların içine koyar. Böylece hazırun 700 nohut adedince tespih çevrilir. Herkesin önüne onar yirmişer konarak dağıtılan bu nohutlar bitince hatim tamamlanmış olur.  Peygamberi Zi Şan Efendimiz, “ 70 bin defa tevhit okuyan Allah’u Tealadan nefsini satın almış olur” buyurur. Vefat edenlere de bu hatim yapılmalıdır. Eğer usulünce yapılırsa azap görenlerin azabı kaldırılır.
   Bizlerde akrabalık ve insanlık bağları deforme olmuş. Eski sıcaklık ve muhabbet kalmamış. Köy boşalıp herkes gurbete gittiği için herhalde ki eski sıcaklık yok.
    Görev yaptığım köyde kirada oturduğum ev sahibinin misafiri çok gelirdi. Yazları çok sıcak olan Alanya’da köylüler genellikle serinlikte çalışırdı. Öğlenleri de toplanır muhabbet ederlerdi. Bir gün yine ev sahibinin salonu dolu idi. Hoş bir sohbet vardı. Uykusu gelen başının altına bir yastık bulur ve oturduğu yere uzanıverir uyurdu. Bizler misafir yanında uyuyamayız. Mahallelerde evler dağınıktı. Toplu değildi. Bir kilometre kadar uzaktan gelen bir komşu da uyumuştu. Uyuyan kendini bilmez derler. Komşu da uyurken horlaması, kaşınması komik bir şekil arz ediyordu Millet ara sıra ona gülüyordu. Derken yemek geldi. Sofra serildi. Herkes yemeğe oturdu.  Birisi uyuyan kişi için “İrbeem ağayı uyarmayın, bırak aç kalsın dedi.” Yemekler yenildi. Kalkıldı, sıra demli çayların içilmesine geldi. Çaylar içilirken kaşık sesine uyuyan kişi uyandı. Gözünü sürterek yemaanızı yediniz mi? dedi. Yedik ağa dediler. Eyi beni niye çaarmadınız dedi. Oradan yaşlı birisi, “uyumayaydın, galka yemaanı yiyeydin” dedi.  Adamcağız biraz bakındı, durdu, yemek hazırlayan evin kızına,” Kızım bu adamlar bana yemek vermedi. Bana” bak bakalım . Benim yemaam onnarınkından torpilli olsun “ dedi.  Biraz sonra bize ikram edilenden daha çeşitli bir kişilik bir yemek geldi. O kişi herkesin gözü önünde datlandıra datlandıra yedi.
   Bir Cumartesi günü aşağıdan biri bağırdı. Hocaa bi baak! Diye. Balkona çıktım, tanımadığım birisi. Yeni bir tv aldım. Bi kuruver, dedi. Bizim bulunduğumuz yere yakın bir başka köyün mahallesindenmiş. Üzerimi giyindim. Adam genç, uzun boylu, saçı sakalına karışmış, kötü bir görüntü veriyordu. Hanıma, “ben gidiyorum, dönmezsem ara sor” dedim. O zaman cep telefonu da yoktu. Adamın Jawa ceylan motoruna bindik. Yola koyulduk. Dediği mahalleye geldik. Mahalleyi geçtik gidiyoruz. Ben, “Yahu sen bu mahalledenim demiştin, nereye götürüyorsun beni? dedim. Adam bir kahkaha attı. Hocam haklısın ama benim evin yolu az ilerden döner ve tepeye tırmanır dedi. Dediği gibi evi mahallenin dışında ve tepedeymiş. Televizyonu bağlayacak priz yokmuş. Adama bir de tesisat çekiverdim. Televizyonu kurdum. Kanalları hafızaya alıverdim. Adamın kibarlık ve insanlığını görünce gelirkenki zanlarımdan utandım. Görünüşünün aksine çok efendi, tatlı dilli ve kibar biriymiş.
   Yine bir Cumartesi havra tatili günüydü. Tatil olduğu için namazdan sonra biraz uyumuştuk. Köylülerden birinin bağırmasıyla balkona çıktım. Köylülerden birinin yanında bir yabancı ihtiyar adam vardı. Yabancı arıcıymış. Köyün merkezinde iki yüz kadar arısı varmış. Ordu’dan arı otlatmaya gelmiş. Dağların çiçeklerini incelemek istiyormuş. Köylülerin işi olduğu için, “hoca bugün tatilde, sizi gezdirir “demişler. Adama, hemen giyinip geleceğimi söyledim.    Giyinip jawa motorumu çalıştırdım. Dağların tepelerine doğru hareket ettik.  Arıcı dur diyor, ben duruyorum. O motordan inip çiçekleri inceliyor. Kırları gezip geliyor. Gide gide tepelerde bir evin önüne varınca yağmur bastırdı. Budanmış bir dut ağacının altına siper olduk. Etrafta insan gözükmüyordu. Biz dut ağacının altına siper olmuşken biri bağırdı. “Hoca.. o yanınızdaki ev değil mi? Neden eve çıkmazsınız da dışarıda beklersiniz dedi. Eve çıkın ben geliyorum dedi. Evin üs katın kapısını çaldık. Buyur diye ses geldi. İçeriye girdik. Hanayda yaşlı yatalak bir teyze yatıyordu. Bir kenara oturduk. Derken bizi buyur eden ev sahibi de geldi. Otururken içeri bir genç kız girdi.otuz otuz beş yaşlarında bir hanım kız. İçeri girdi. İki adım atıp diz çöktü. Diz çöktüğü halde “Hoş geldiniz ağabeyler” dedi. Sonra ayağa kalkıp işine baktı.
   Alanya’ da köylerde evler dağınıktır. Cami ve köy odası yoktur. Camiler köy merkezlerinde vardır fakat mahallelerde yeni yeni yapılmaktadır.  Fakat insanlarında Osmanlı terbiyesinin en güzide halleri görülür. Misafiri çok severler. Kötülük ummazlar.  Samimi davranırlar. Bir akrabamın eşi vefat edince bu kızı almak istedik. Gurbete gitmeyi istemediği için nasip olmadı. İki akrabamı bu sıcak iklimin sıcak kanlı insanlarına akraba yapmak istedim.Nasip değilmiş.
   Seracılık çok zor iş. Sıcak iklimde, sıcak serada çalışmak insanları çok zorluyor. Bazen gece çalışılır, gündüz yatılır. Gurbetlik olmadığı için töre de bozulmamış. Düğünlerinde İslami usuller hakimdir. Akrabalık bağları nispeten güçlüdür. Din hizmetlerinin el üstünde tutulduğu mümtaz insanlar memleketidir. Halkın çoğunluğu zekat ve öşrünü verir. Maddi ve manevi nimetlerin bol olduğu beldelerdir. Ocak on beşte çiçekler açar. Mart sonunda ekinler kelle çıkarır. Mayısta harman yapılır. Allah kıyamete kadar töremizi ve  birliğimizi bozmasın. Dünyada vatansız ahrette imansız bırakmasın….

 
  Bugün 2 ziyaretçi (7 klik) kişi burdaydı! Tüm Hakları saklıdır  
 
ACILAR PAYLAŞILDIKÇA AZALIR....MUTLULUKLAR DA PAYLAŞILDIKÇA ÇOĞALIR... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol