ANKARA-ÇAMLIDERE-İNCEÖZ KÖYÜ
   
  Ankara-Çamlıdere-İnceöz Köyü-Koca Harman
  76-Tefekkür Etmeliyiz(Boşlukta Duran Taş)
 
DİNDEN ÇIKMA TEHLİKESİ
      
Dinden dönme ve islam’dan çıkma hâdise’sine “irtidâd” denir. Dînin gâyesi beştir. Bunlar Dînî muhâfaza, Nefsi muhâfaza, Aklı muhâfaza, Nesli muhâfaza ve Malı muhâfaza olarak sayılmıştır. Mensubu olmakla şeref duyduğumuz İslâm, malı muhâfaza için sirgat’ı (ya’nî hırsızlığı), Nesli muhâfaza için zinâyı, (ya’nî nikahsız cinsi ilişkiyi), Aklı muhâfaza için içki, alkol ve uyuşturucuyu, Nefsi muhâfaza için katl’i, (ya’nî haksız yere adam öldürmeyi), Dîni muhâfaza için de yanlış itikatlara ve batıl inançlara yönelmeyi, İslamı terk etmeyi, imanı kaybetmeyi yani irtidâd’ı, (dinden dönmeyi yasaklamıştır.) İster ana-babadan duymuş, isterse de, önceden kâfir iken sonradan Müslüman olmuş bulunan bir kimse, İslam dinini terk edecek olsa, bu İslam dininden çıkana, “mürted” denir. İrtidâd, (ya’nî dinden çıkma hâdisesi), ferdî olabileceği gibi, cemâatler şeklinde de olabilir. Her ne suretle olursa olsun irtidâd, dînimiz tarafından çok kötülenmiş ve en büyük günahlardan biri olarak kabul edilmiştir. Hattâ mürted’in, (ya’nî dinden çıkanın) cizye vermesini kabul etmemiş, onunla sulh ve anlaşmaya yanaşmamış, kestiğinin yenmeyeceğini, Müslüman kadınla nikahlanamayacağını, ölüm veya tevbeden birine mecbur olduğunu açıklamış, öldüğünde yıkanılmayacağına, kefenlenmeyeceğine, namazının kılınmayacağına, cenâzesinin ne Müslüman mezarlığına, ne de müşrik mezarlığına konmayacağını, bir çukura atılacağını, malına ne Müslümanın, ne de kâfirin vâris olamayacağına hükmetmiştir.
      Müslüman imanının kıymetini bilmeli, hayat boyu korumaya, son nefes dahil ölünceye kadar muhafaza etmeye dikkat etmelidir. Dünyada insan için birinci derecede lüzumlu olan imandır. Her insan bu imanı âhirete götürmekle mükelleftir. Bunun için de, bütün müminlerin aşağıdaki hususlara dikkat etmesi lâzımdır:
1. Gaybe inanmak. Gayb, beş duyu ile anlaşılamayan şeylerdir. Allâh, melek, Cennet, Cehennem ve cin gibi.
2. Helâlin helâl olduğuna inanmak. Yâni helâl şeylere haram dememek.
3. Haramın haram olduğuna inanmak. Yâni haram olan şeylere helâl dememek. Meselâ: Bira dahil alkollü içkilere, faize ve diğer haram olan şeylere helâl dememek.
4. Dâima Allâh'dan korkmak.
5. Mukaddesâta (İslam'ın mukaddes saydığı şeylere) hürmetkâr olup hafife almaktan kaçınmak.
6. Allâh'ın rahmetinden ümidini kesmemek.
7. Kâfiri kâfir bilmek, mü'mini mü'min bilmek. Meselâ: Bir kimse, sözle, yazıyla veya fiilen din düşmanlığı yapan birine müslüman dese dinden çıkar.
Ayrıca, dine hizmet eden ve dini yaymaya çalışan iman sahiplerine de kâfir diyen, yine dinden çıkmış olur.
8. Allâh'a mekân izâfe etmemek. Meselâ, Allâh göktedir demek insanı dinden çıkarır.
9. Kur'ân'a şüphesiz inanmak. Meselâ, Kur'anın eksik veya fazla olduğunu söylemek, Cebrâil hata etti demek, insanı dinden çıkarır.
Ayrıca dini yaşantımızda dikkatli olmak gerekir. Zira Mevlâmız âyet-i kerîmesinde: “Ey iman denler!  Seslerinizi  peygamberin (as)  sesinden daha yüksek  kaldırmayın ve (ona  söz  söylerken)  birbirinize  bağırdığınız  gibi  yüksek sesle  söylemeyin, zira amelleriniz habt  olur  (hiçe gider)  de  haberiniz  olmaz”  buyurmuşlardır. Âyet-i kerîmede, edepsizliğin insanı dinden çıkarabileceğine işaret edilmektedir. Zira amellerin habt olması için sahibinin dinden çıkması lazımdır. Şurası bir hakikattir ki; amelsizlik insanı dinden çıkarmaz, edepsizlik, din ve dini şeylerle istihza ve istihfafa mukarin olursa dinden çıkarır.
                 Dinin gerekelrini ciddiyetle yerine getirmek, şüphelerden kaçınmak gerekir. Mesela Abdestsiz olduğunu bildiği halde namaz kılan dinden çıkar. Müslüman öyle sağlam bir îmân’a sâhip olmalı ki, onu öyle para ile pul ile, veya başkaca bir dünyevî bir menfaat ile, dininden döndürmek şöyle dursun, canından olacağını bilse bile, dininden dönmemesi lâzımdır. Hakîkî îmânın îcâbı budur.Netekim Peygamberimiz (SAV) Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuşlardır: “(Ey ümmetlerim!) sizden önce öyleleri vardı ki, kişi yakalanıyor, onun için hazırlanan çukura konuyor, sonra getirilen bir destere ile başının ortasından ikiye bölünüyordu. Ba’zısı vardı, demir taraklarla taranıyor, vücûdunda sâde et ve kemik kalıyordu. (Bütün) bu yapılanlar, onları dininden döndüremiyordu… ancak siz acele ediyorsunuz(ey ümmetlerim!) …” [Kütüb-i Sitte,C:9,S:548]
            İrtidâd, (ya’nî dinden dönmek), kişinin bütün hayır amellerinin sevâbını yok eder. Hele birde mürted , îmân ve tevbe etmeden ölürse, durum daha da vahim olur.Netekim Rabbimiz (c.c.) bir âyet-i kerimesinde: “Sizden kim dîninden dönerde, kâfir olarak ölürse, işte onların amelleri, hem dünyâda, hem âhirette boşa gider. Ve işte bunlar cehennemliklerdir, onlar orada ebedî kalıcılardır.” [Bakara 217/35]. Başka bir âyet-i kerimesinde de: “Ey îmân edenler!; sizden kim dîninden dönerse,(şunu iyi bilsin): Allah öyle bir kavim getirecek ki, Allah onları sevecek, onlarda Allah’ı sevecekler… [mâide 54/118]. Bir başka âyet-i kerimesinde ise: “Küfredenler ve kâfir olarak ölenler yok mu, bunlardan her biri, kendini kurtarmak için dünyâ dolusu altın(ı fakîr-i fukarâya sadaka olarak) verse, yine aslâ, hiç birinden kabul edilmeyecektir, bunlar için acıklı bir azap vardır. Onların yardım edecek kimseleri de yoktur.” buyurmaktadır. [Âl-i imrân 91/62]
                Kâfir bir adamın bir çok kötülükleri yanında ;bir çok da iyilikleri olsa ,sonra bu adam Müslüman olsa, bu adamın kötülükleri mahvedilip iyilikleri de vasl olunur. Ya’nî kâfir iken işlediği günahları, Müslüman olduktan sonra afv olunur. kâfir iken işlediği iyilikleri de heder olmaz, sevap olarak amel defterine geçirilir. Fakat bir Müslüman dîninden dönüp, neuzü billah, kâfir olsa, Müslüman iken yaptığı bütün iyilikleri, mahv-u perîşân olup,yok olur. Sonra bu adam yeniden dönüp Müslüman olsa, daha önceki yaptığı iyilik ve ibadetlerinin hepsi, sevaplarının tamâmı, bil külliye yok olduğundan, onların hepsini kazâ etmesi, tekrar yapması icap eder.
             İnsan ve cinnî şeytanlarının vesveselerine kanmayalım, dînimizin kıymetini bilelim, ona sımsıkı sarılalım. Eğer bizim elimizden, dilimizden, gözümüzden, kulağımızdan, ve sâir âzâ i cevârıhımızdan, bilerek veyâ bilmeyerek, Yüce Mevlamızın rızâ i şerifine, muhâlif küfür, isyân, şirk,ve mâ lâ ya’nî gibi, her ne türlü, küçük ve büyük, günah sadır, ve vakî oldu ise, onların, hepsine tevbe edelim, pişmân olup, bir daha işlememeye  azm i cezm i kasd eyleyelim. Özellikle beş vakit namaza devam edelim. Beş vakit namaz, dinin direği, cennetin de anahtarıdır. Direksiz dünyâ binâsı, namazsız da, âhiret binâsı sahîh ve sağlam olmaz. Peygamberimiz (A.S) bir H.Ş.lerinde:” Namaz dînin direğidir. Kim namazı kılarsa, dîninin direğini dikmiş (onu ayakta tutmuş) tur.Kim de namazını terk eder (kılmaz) sa, dîninin direğini yıkmış olur.” buyurmuşlardır. Görüldüğü gibi, dînin ayakta kalması, kişinin namazını  kılması ile oluyor. Yânî, insanın dinden mahrumiyeti, bir mânâda, namazı kılmamasına bağlanmıştır. Bir hadîs-i şerîf te Efendimiz (a.s.) buyuruyor ki: “Beş şeyi hafîfe alan, beş şeyi kaybeder: Akribâlarını hafîfe alan, sevgiyi kaybeder. Âilesini hafîfe alan, güzel geçinmeyi kaybeder. Komşularını hafîfe alan, menfeatini kaybeder. Âmirleri hafîfe alan, dünyâsını kaybeder. Âlimleri hafîfe alan, dînini kaybeder.[275]


MUSTAFA İSLAMOĞLUNUN CEMALEDDİN AFGANİ VE FES... ile Inceozlu


 Boşukta duran taş..

Muallak Taşı (Hacer-i Muallak) nedir, acaba şu anda da boşlukta (havada) mıdır? Peygamberimiz (s.a.v.)'in üstüne çıktığında yükselen taş hakkında doyurucu bilgi bulamadım...

Yazar: Sorularla İslamiyet 2011-01-05

Kubbet-üs Sahra'nın içinde "Asılı Duran Taş" anlamına gelen Hacer-i Muallak taşı bulunmaktadır. Hz. Peygamber (sav)'in Miraç'a çıktığı kabul edilen kaya işte burasıdır. Bu kayanın en geniş yeri 18 metre, en dar yeri ise 13.5 metredir. Bu kayanın içine on bir basamak merdivenle inilebilmektedir. Kayanın iç kısmı yaklaşık 1.5 metre yüksekliğinde ve 4.5 metre x 4.5 metre boyutlarında boş bir mekandır. İçeriden tavana bakıldığında havada asılı izlenimi verir, bundan dolayı Hacer-i Muallak olarak anılmaktadır.

Hz. Peygamber (asv)'in Mirac'a çıkarken üstünde durduğu taş olmasının yanı sıra Hz. İbrahim (as)’in oğlu Hz. İsmail (as)'i kurban etmek için kullandığı taşın da bu olduğuna inanılmaktadır.

Onun tamamen havada olması, imtihan sırrına ters düşer. Çünkü bu takdirde böyle bir mucize karşısında bütün insanlar iman etmek zorunda kalırdı. Oysa, akla kapı açmak, fakat ona tek zorunlu istikamet göstermemek, farklı ihtimalleri karşısına çıkarmak imtihanın gereğidir.

Bununla beraber Muallak Taşı olarak bilinen bu kaya parçası, direkisz olarak boşlukta bile olsaydı garipsenecek bir durum olamazdı. Çünkü kâinattaki yüzlerce, binlerce küreleri, havada direksiz durduran, bir kısmını top güllesinden yetmiş bin defa daha hızlı bir şekilde evirip çeviren bir kudrete hiçbir şey ağır gelmez. Nitekim üzerinde durduğumuz Yer Küre'si de boşluktadır


 OSMANLIYA YAPILAN ZULÜM TAŞLARI ERİTİR FAKAT BOZULMUŞ, TAŞLAŞMIŞ YÜREKLERE TESİR ETMİYOR DÜŞMANLARINA KANAT GEREN OSMANLININ EVLATLARI ECDDINA SAHİP ÇIKAMIYOR!!NE ACINACAK HALLERE DÜŞMÜŞÜZ...
 

 

İstiklal Marşı’nın şairi Mehmed Akif Ersoy’u hepimiz tanırız. Çok ünlü bir vatan şairi olarak biliriz. Çünkü İstiklal Marşı’nı yazmıştır. Yarışmayı kazandığı halde, para ödülünü almayı reddetmiştir. Ama biyografi okumayı bilmediğimiz için mesela yoksulluk içinde geçen bir hayat sürdüğünü pek bilmeyiz.
Mehmed Akif’in oğlunun ölüsünün bir çöplükte bulunduğunu çoğu kimse bilmez!  Bu bakımdan burada, kendini devletin sahibi olarak görenlerin, devleti yönetenlerin, vatanı sevenleri ne kadar sevip sevmediği konusu da çok önemlidir!”(Gazetelerden)
 
Aslında çok vefalı bir milletiz. Ecdadımızı tanısak vefa örneği ne demek bilirdik. 33 senelik saltanatında, rahmeli Abdulhamit Han Hz leri dünyanın bir çok yerinde eser bırakmıştır. İslam eserlerini tamir ettirmiş. Yenilerini yaptırmış. Halen bütün islam ülkelerinde derin bir saygı ve rahmetle yaad edilir. Sadece Türkiye hariç. Yurdumuzda aziz ecdada küfür edilir. Ne idüğü belirsiz bir güruh türedi .Türetildi. Yüzyıllarca islama hizmet eden bir hanedanın mensupları vatanlarından sürüldü. Hanedan hanımları Fransız yemek fabriklarında işçi olarak çalışmak zorunda bırakıldı. Bir çok hanedan mensubu açlıktan intihar etti. Yine bu güruh yurdumuzda bir zamanlar Allah demeyi yasak etti. Yakın zamana kadar müslümanız demeye korkardık. Yurdumuzda yaşayan bir avuç yahudinin havra günü olan cumartesi tatil. Bir avuç hıristiyanın kilise günü olan pazar tatil. Fakat yüzde doksan dokuz gibi bir çoğunluğun mübarek günü , cuma namazı tatil değil. Bu da az önce söylediklerimizin doğruluğunun ispatıdır. Özgürlük, laiklik vb zırvaların kokuşmuşluğunun ispatıdır.
 
Yurdumuzda kültür düşmanlığı olmasaydı, gelenek ve göreneklerimiz bile bile katledilmseydi, Mehmet Akif Rahmetlinin oğlu bu hale düşer miydi?
 
 Sadaka Taşı
En makbul yardım gizliden gizliye yapılan yardımdır ve eskiler bu iş için ‘‘sadaka taşı" nı icat etmişlerdir. Çoğumuz pek bilmeyiz ama, bu sadaka taşlarından biri İstanbul'da hálá ayakta.
Dinimiz hali-vakti yerinde olanların fakirlere yardım yapmalarını emreder ve gelenekler bu yardımların gizlice verilmesini, alanların rencide edilmemesi gerektirir.
Eski İstanbul'da yardımların en göze batmayanı ‘‘sadaka taşları’’ kullanarak yapıldı. Bu taşlar bir buçuk-iki metre yüksekliğinde mermerden olurdu. Üst kısımlarının ortasına çanağa benzer bir oyuk açılır, sadaka verenler parayı buraya bırakırlardı. İki metrelik taşların yanında, tepesine rahatça ulaşılabilmesi için birkaç basamak konurdu.
İhtiyacı olmasına rağmen dilenmekten çekinenler gecenin geç saatlerinde taşın yanına para almaya gelir ama bırakılan meblağın tamamını değil, ihtiyaçları olduğu kadarını alırlardı. 17. yüzyıl İstanbul'unu anlatan bir Fransız gezgin, üzerinde para bulunan bir taşa tam bir hafta boyunca kimsenin gelmediğini yazmıştı.
İstanbul'un dört yerinde sadaka taşı vardı: Üsküdar'da Gülfem Hatun Camii'nin avlusunda, yine Üsküdar Doğancılar' da, Karacaahmet' te ve Kocamustafapaşa' daydı.
Bugün bu taşlardan sadece bir tanesi, Doğancılar' da dikili olanı, ama o da yarısından fazlası toprağa gömülü vaziyette duruyor.
"Çünkü bir yardım, ne alanı küçük düşürmeli, ne de veren için bir öğünme nedeni olmalıdır."
 

Zimen Defteri

"Zimen Defteri" diye büyük dedelerimizin hatırlayabileceği bir gelenek vardı  Ramazan ayında..

Hali vakti yerinde olanlar kılık-kıyafet değiştirerek hiç tanımadıkları mıntıkalara gidip, bakkalın, manavın tenha zamanlarını seçerek:

- "Zimen defteriniz var mı?" diye sorarlardı,

("Zimen defteri", o esnaftan borcunu yani veresiye mal alan mahalle sakinlerine ait hesap defteri, yani "Borçlu ile borcunun miktarı  yazılı olan defter" )

Esnaf bu defteri çıkarınca, gelen şöyle derdi:

-"Lütfen baştan, sondan ve ortadan şu kadar sayfanın yekununu yapınız."

Esnaf da bu kadar sayfanın toplamını hesaplar ve gelen de kesesini çıkartarak öder,

-"Silin borçlarını, Allah kabul etsin" diyerek çeker giderdi.

Böylelikle, borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu, borcu sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmez,

bu işte hiçbir maddi çıkar düşüncesi gözetmeksizin,

sırf Allah'ın rızasını kazanmak ve ihtiyacı olanın sıkıntısını gidermek amacıyla;

karşılıksız, riyasız, gösterişsiz olarak verdiklerini unutur ve bu şuurla verebilmenin de bir mazhariyet,

Allah'ın bir lütfü olduğunu bilerek buna şükrederlerdi....

Başbakanl
 OSMANLININ SOYKIRIMDAN KURTARDIĞI YAHUDİ İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ İLE İYİLİK GÖRDÜĞÜ OSMANLIYI YIKTI.OSMANLI BANKASINI YAĞMALADI ONUNLA FABRİKALAR KURDU ELİNİ MÜSLÜMANLAR ÜZERİNDEN HİÇ ÇEKMEDİ.ASKERLERİ KULLANARAK İHTİLALLER YAPTIRDI.ERGENEKON DA YAHUDİ TEZGAHI..ZAMAN BUNUN DOĞRULUĞNU GÖSTERECEK...TEK GAYESİ OSMANLI OĞULLARI DİN SAYESİNDE ESKİ ŞANLI GÜNLERİNE DÖNMESİN..

OSMANLI PADİŞAHLARI İÇKİ İÇERDİ YALANLARINA CEVAP
Önce şunu ifade etmeliyiz ki, İslâm Hukukunda ve dolayısıyla Osmanlı Hukukunda, afyon, kokain ve esrar gibi uyuşturucu maddeler, haram kabul edilmiş ve böyle uyuşturucuları kullananlara ta'zir cezalarının en şiddetlileri verilmiştir.
 
 Hz. Peygamberin devrinden sonra ortaya çıkan bir olay olduğundan dolayı, uyuşturucu maddelerin haram olduğu, diğer içkilere kıyasla ve içtihâd yoluyla sabit olmuştur. Ancak Hz, Peygarnber'in konuyla ilgili yasaklayıcı bir hadisi de bulunmaktadır. Hemen şunu da ilave etmeliyiz ki, bu tür maddelerin, günümüzde modern usullerle tıp dünyasında kullanılması o zamanlar için söz konusu olmadığından, hastaların ilaç olarak kullanmaları ile keyif ehlinin sadece keyif için kullanmaları arasındaki sınırı her zaman korumak kolay olmamıştır.
 
Ebüssuud Efendi ve benzeri Osmanlı Şeyhülislâmları, çok sayıda fetvalarıyla, bene (haşhaş), bers (afyonlu şurup), afyon, ma'cûn ve esrar adıyla bilinen bütün uyuşturucu maddelerin, açıkça haram olduğuna dair fetvalar vermişlerdir. "Berş ve afyon ve ma'tun ki, esrar içinde ola, mertebe-i sekre varmayıcak haram olur mu?

El-Cevap: Fâsıhlar ve neva ehil yeyişi üzerine (hastaların ilaç olarak kullanmaları dışında) hiç bir şekilde helâl değildir".

İşte bu şer'i hükmü bilen Osmanlı Padişahları, her çeşit uyuşturucu maddeyi yasakladıkları gibi, dış ve iç düşmanlar tarafından saltanat, ahlâkî zaaflar ve kadın gibi hilelerle, her zaman oyuna getirilmek istenen Osmanlı Hanedan mensuplarını da, böyle ahlaksızların elinden kurtarmak için ellerinden geleni yapmışlardır.

Bu kısa girişten sonra şunu ifade edelim ki, II. Bâyezid'in padişahlığı döneminde değil, ancak gençlik döneminde ve sancak beği iken, Mü'eyyed Oğlu Abdurrahman ve Hasekisi Hacı Mahmûd Bey isimli iki arkadaşı tarafından, esrar ve benzeri" keyif verici maddeleri kullanmak üzere teşvik edildiği bazı Osmanlı kaynaklarında rivayet edilmektedir. Ancak bu iddianın doğruluğunda da şüphe bulunmaktadır. İçki içtiğine dair açık bir ifade yoktur. Nitekim Âli, Osmanlı padişahları ile alakalı yaptığı genel bir değerlendirmede, sadece Yıldırım Bâyezid ve II. Selim hakkındaki bazı isnadları nakletmektedir. Hakkında kullanılan, "gençliğinde îş ü nûşu severdi, yapılan ikazlar ve özellikle de Ebüssuud'un babası Şeyh Muhyiddin Yevsî'nin irşadı üzerine kendisini tamamen takva ve ibadete verdi" şeklindeki değerlendirmeyi, tamamen içki ve gayr-i meşru eğlence diye yorumlamanın hatalı olacaktır. Padişahlar arasında, Fâtih'ten sonra en büyük âlim olarak bilinen II. Bâyezid'in, takva ve ibadetiyle adaşı olan Bâyezld-i Bistâmî Hazretleri gibi büyük bir veliyyullah olduğu da kaynaklarda ittifakla kaydedilmektedir.

Böylesine bir şehzadenin, bir rivayete göre, Mü'eyyed Oğlu Abdurrahman ve Hasekisi Hacı Mahmûd Bey isimli arkadaşları tarafından uyuşturucu kullanmaya zorlandığını ve gayr-i meşru hayata girme tehlikesinin bulunduğunu haber alan Fâtih Sultân Mehmed, 1479 yılında Kastamonu'da sancak Beyi olan oğlunun Lalası Fenârî-zâde Ahmed Bey'e hemen ferman göndermiştir. Fermanda oğlunun zikredilen iki kötü insanın teşvikiyle esrar ve benzeri uyuşturucu madde kullandığı ve böylece selim fıtratını bozulduğuna dair bazı dedikoduların kulağına geldiğini, böyle bir şey doğruysa, hemen Lalası olarak duruma müdahale etmesi gerektiğini ve o iki hâinin de, bu kötü âdetlerinden dolayı topluma zarar vereceklerinden hemen cezalandırılmalarını, Bâyezid'in böyle bir rahatsızlığı varsa tedavi yoluna gidilmesini, bütün şiddetiyle emretmektedir. Sadece bu fermanı görüp de hüküm vermek doğru değildir. Ayrıca böyle bir ferman padişahların çocukları hakkında ne kadar hassas olduklarını göstermektedir. Ahmed Bey'in cevabı daha önemlidir. Nitekim Ahmed Bey, cevabında, Adı zikredilen bedbahtlar hakkındaki ihbarın doğru olduğunu; ancak şehzadenin onlarla Padişah'a arz edildiği kadar beraberlikleri bulunmadığını ve şehzadenin hikmetle terbiye olunması gerektiğini açıkça ifade etmektedir.

Aslında özellikle Mü'eyyedzâde Abdurrahman Efendi'nin ve arkadaşının böyle bir çirkinliği işledikleri de şüphelidir. Zira Taş köprü-zade, büyük bir âlim olan Mü'eyyed-zâde'nin, tamamen bir iftiraya kurban gittiğini, Şehzade Bâyezid'in durumu bildiğinden dolayı, İdam fermanı gelmeden onun Kastamonu'dan ayrılmasına yardımcı olduğunu anlatmaktadır. Gerçekten de Zemahşeri'nin Mufassal adlı eserini Arap âleminde ders okutacak kadar ilim adamı olan ve sonrada İstanbul kadılığına ve Rumeli kazaskerliğine kadar yükselen bir zatın, fermanda bahsi geçen rezaleti işlemesi akla uzak görünmektedir. Netice olarak, II, Bayezid'in uyuşturucu kullandığı ve içki içtiğine dair olan söylentiler, olaylar tahkik edildiğinde delilsiz isnadlar şeklinde kalmaktadır.(1)

1-Ebussuud Efendi, Fetava,  Süleymaniye Kütüp. İsmihan Sultan, nr. 223, vrk. 260/a-261/b; Feridun Bey, Münşeatı Salatin, c. I, sh. 263-264; Ali, Künhül Ahbar, c.V, sh. 124-125. Süleymaniye kütüphanesi, Es'ad Efendi, nr. 2162, vrk. 183/a-b; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, c.II, sh. 245-246, 662-664; Mecdi, Hadaık, c.I, sh. 308-311.
Kaynak: Bilinmeyen Osmanlı, Prof. Dr. Ahmet Akgündüz,  Doç. Dr. Said Öztürk.

 


 
  Bugün 6 ziyaretçi (17 klik) kişi burdaydı! Tüm Hakları saklıdır  
 
ACILAR PAYLAŞILDIKÇA AZALIR....MUTLULUKLAR DA PAYLAŞILDIKÇA ÇOĞALIR... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol