ANKARA-ÇAMLIDERE-İNCEÖZ KÖYÜ
   
  Ankara-Çamlıdere-İnceöz Köyü-Koca Harman
  58-ÖLÜMÜN DE ŞEREFLİSİ
 



ABDULHAMİT HAN I TAHTTAN İNDİRMEYE GELEN OSMANLININ BESLEDİĞİ KARGALAR.İSPANYADAN SOYKIRIMDAN KURTARDIĞIMIZ YAHUDİLER OSMANLININ BU İYİLİĞİNE KARŞI OSMANLIYI YIKTI. VEFA BORCUNU BÖYLE ÖDEDİ.

Gömülü resim için kalıcı bağlantı
OSMANLIYA KARŞI SAVAŞMAYI RET EDEN HİNTLİ MÜSLÜMANLARI
İDAM EDEN İNGİLİZ YAHUDİ ASKERLERİ

Gömülü resim için kalıcı bağlantı

İMPARATORLUĞUN DÖRT BİR YANINI MODERN HASTANELERLE DONATAN SULTAN ABDÜLHAMİD’İN SÜRGÜNDE PARASIZ KALAN KIZI AYŞE SULTANIN, ÇOCUĞUNU TEDAVİ ETTİREBİLMEK İÇİN KUZENİNE YAZDIĞI MEKTUP
1924'te bütün Osmanlı hanedanı üyeleri Türkiye'den sınırdışı edilerek değişik ülkelere sürgün edildiler. Gönderildikleri yerlerde büyük sıkıntılar yaşayan hanedan mensuplarının çoğu gurbet elde kimsesiz, parasız ve perişan bir halde çok zor durumlara düştüler.
İmparatorluğun dört bir yanını modern hastanelerle donatan Sultan Abdülhamid’in kızı Ayşe Sultan, hastalanan çocuğunu tedavi ettirecek kadar dahi para bulamamanın acısı ile kıvranıyordu. Ayşe Sultan'ın (amcası Sultan Vahideddin’in yine Fransa’da sürgündeki kızı) Sabiha Sultan’a 17 Temmuz 1951’de gönderdiği ve gözyaşları içinde yazdığı duygu dolu mektupda, kuzeninden hasta olan küçük oğlunun tedavi masrafı için 100 lira istiyordu:
"İki gözüm sevgili hemşirem,
Eğer bir mecburiyet altında olmasaydım yazmaz ve rica ile rahatsız etmezdim. ...İçler acısı oğlum Hamid, bir aydır büyük krizler geçirerek hayatı ile mücadele etmektedir. Ne yapacağımı bilmeyerek şaşkın, meyus, nikbin, gözyaşımla kaldım.
Doktorlar hemen derhal hastahaneye girip tedavi edilmesi lüzum-ı kat’isini söylüyorlar. Aksi halde maazallah, hayatı tehlikededir. ...Ne yapacağımı bilmiyorum. Bana yüz lira göndermen mümkün müdür kardeşim? Eğer bana bu iyiliği edersen, oğlumun hayatını kurtaracaksın. Senin nasıl şefkatli bir anne olduğunu biliyorum. Benim bu feláketimde yardım etmenizi rica ederim. Mektubumu yazarken gözyaşlarım akıyor. Allah sana evládlarını bağışlasın. Cevabını serian (hızlı bir şekilde) bekleyerek yardımını tekrar rica eder, muhabbetle gözlerinden öperim sevgili kardeşim.
“Ayşe"
Fakat küçük oğlunun ölümünü görme acısını yaşayan Ayşe Sultan, Fransa'da geçinebilmek için "İnnallahe meassabirin" (Allah sabredenlerle beraberdir) ayetini işlediği elişleri yapardı. Büyük oğlu Ömer Nabi Bey ise gündüzleri okuyup, geceleri de metro istasyonunda Cezayirli Müslümanlara bu elişlerini satardı.



 BİRİLERİNE İYİ BİR İBRET OLSUN.! ~~

"AYASOFYA CAMİ 'İN DE NAMAZ KILAMAYAN TÜRK MİLLETİNE ŞAŞKINLIĞINI BU KEDİ BİLE; ŞU HARİKA POZUYLA ADETA HAYKIRMAKTADIR..!""




DUA
Bıçak soksan gölgeme,
Sıcacık kanım damlar.
Gir de bir bak ülkeme:
Başsız başsız adamlar...

Ağlayın, su yükselsin!
Belki kurtulur gemi.
Anne, seccaden gelsin;
Bize dua et, emi!  (NECİP FAZIL KISAKÜREK)



               
ÖLÜMÜN DE ŞEREFLİSİ(Sultan Vahdettin Han Hz.)
 Sıradan insanlar pek tanınmaz. Akıllarda ünlü kişiler kalır. İyilik ve kötülüğü ile ünlü kişiler. İyiliği ile ünlü kişileri herkes sever. Şu kişiyi seveceksin diye kimse zorlamaz. Kusursuz insan olamayacağı için bu ünlü ve iyi kişileri de sevmeyenler olabilir. Fakat aklı selim ekseriyet, o kişiyi severse o kişi unutulmaz. Unutulamaz. O kişi, gün gelir layık olduğu itibara kavuşur. Hayır ve rahmetle anılır olur.
 Son Osmanlı Sultanı Vahdettin Han işte bu aziz insanlardan biridir. Belki de en önemlilerinden bir mazlumdur. Vicdan ile bakılıp insaf ve insanlık ölçüleriyle incelendiğinde, bu aziz insanın ne büyük bir şahsiyet olduğu anlaşılır. Osmanlı’nın tarihi şan ve şereflerle doludur. Osmanlı’yı idare edenler de insandır. Elbette hatası ve kusuru olacaktır. Bizim inancımıza göre insan olarak sadece peygamberlerde “ismet” sıfatı vardır. Yani peygamberler günah işlemekten muhafaza edilirler. Allahu Teala onları korur. Diğer insanlar hata yapabilirler.
 Osmanlı şeref ve şan ile dolu bir tarihe sahiptir. Ordusuna “ Asakiri mansure-i Muhammediye” demiştir. Muhammed AS ın muzaffer ordusu anlamına gelen bir isim ile isimlendirmiştir. İslam’a hizmeti şereflerin en büyüğü bilmiştir. Sayısız defalar da ilahi yardım ve nimetlere mazhar olmuşlardır. Onları zaten övmeye en yetkili olanlar övmüş. Allah Rasulü Efendimiz, “Ne güzel kumandan, ne güzel asker” diye övmüştür.
 İşte bu Osmanlı’nın son padişahı, son islam halifesi, Vahdeddin Han’dır. Asırlarca Osmanlı’nın kuyusunu kazmaya uğraşan Siyonist ve haçlılar sona yaklaşmış. Osmanlı’yı içinden yıkmak için yapılan masraflar, katlanılan sabırlar netice vermeye başlamış. Osmanlı hasta adam olmuş. Leş kartalı ve sırtlanlar sabırsızlanır olmuşlardı. Mason dernekleri de birçok devlet görevlisini saflarına katmış. Askeriyeden de çok önemli kişileri saflarına katmayı başarmışlar ve hasta adamın sonunu bekler olmuşlardı. Çanakkale de yenilmelerini bir türlü hazmedememişlerdi. Deha siyasetçi Abdulhamit Han varken Osmanlı yıkılmazdı. Onun hal edilmesi lazımdı. Öyle oldu. Yerine, “ben kendimi bu iş için hazırlamadım” diyen Vahdeddin Han’ı getirdiler. Sevr anlaşmasını imzaladılar.(Bu anlaşmayı Vahdettin Han onaylamamıştır) Silah ile gelemeyen düşman elini kolunu sallaya sallaya yurdumuzu işgal etti. Ülkemiz başına bu çorabı ören hain, Enver, Cemal ve Talat paşalar kaçtılar. Bir alman zırhlısı ile Rusya’ya sığındılar. Kabak zavallı padişahın başında patladı. Bu asil insan kurtuluşun Anadolu’dan olduğunu biliyor ve kurtuluş planları yapıyordu. Yarış atlarını, köşkünü sattı. Ellibin altın hazırladı. Genelkurmay başkanı Fevzi Paşa’nın hatıratında anlattığı gibi, kurtuluş planlarını kendisi yaptı. Donanmaya yeni alınan “Bandırma Vapuru” nu hazırlattı. Anadolu’dan kurtuluş hareketi başlatacak ekibin başına Osmanlı’nın seçkin askeri M.Kemal paşa’yı getirdi. Osmanlı tarihinde sadrazam “Sokullu”lar dan sonra en büyük yetki ile Samsun’a gönderdi. Bütün devlet dairelerine, amir ve memura talimatla gelen heyete azami ve mutlak yardım olunmasını emretti. Bu hareketin temeli 23 nisan Cuma günü, Hacı Bayram Camiinde kılınan Cuma namazından sonra, kesilen kurban ve edilen dualarla atıldı. Dava muvaffak oldu. İsmet paşa umutsuzdu. Başarı gelmez diyordu. Manda kabul edelim diyordu. Fakat dava muvaffak oldu. Bu dava için her şeyini ortaya koyan padişah, yahudi ve mason oyunlarıyla saf dışı bırakıldı. İşin en acımasız ve garip tarafı “hain”lik iftirası ile karalandı. Bazı kişiler de  tesadüfi “kahraman” oldu.
 İslam birliğinin yıkılması, Müslüman zenginliklerinin, petrol ve madenlerinin ele geçirilmesi için uğraşan Siyonist ve masonlar muvaffak oldu. Osmanlı yıkılmıştı. Padişahı sürgüne gönderilmişti. Ama halife sıfatıyla tehlike arz etmemeliydi. Müslüman dünyası üzerinde nüfuzu olmamalıydı. Zira Abdulhamit Han, yıkılmak üzere olan imparatorluğu bu sıfatı ile 33 yıl ayakta tutmayı başarmıştı. Papalık Hıristiyanlar için nasıl bir güç ise, Halifelik’ te Müslümanlar için bir güçtü. Bu güç Müslümanların elinde olmamalıydı. Yoksa Müslümanlar çabuk toparlanır, birlik beraberlik olurlardı. Onlara bu fırsat asla verilmemeliydi. Müslümanlar bir daha belini doğrultmamalıydı. Bunu başarmak için her şey yapılmalıydı. Haçlılar çok çalıştı. Çok masraf yaptı. Çok planlar yaptı. Çok tedbirler aldı. Planlarını adım adım uyguladı. Yeni stratejiler geliştirdi. En önemli emelleri de halen bu.
 İşte bütün bu planların kurbanı olan talihsiz Vahdeddin Han vatanını terke mecbur edilmişti. Çok sinsi plan ve emellerin kurbanı olarak, atalarının kurduğu, altı asırdan fazla yönettiği vatanından sürülmüştü.
 Tarih bir çok kralın vatanından sürüldüğüne şahit olmuştur. Ama hiç birisi, Vahdeddin Han kadar onurlu olmamıştır. Vahdettin Han, giderken hazineden hiçbir zenginlik götürmedi. Aldığı son maaşını, ay tamam olmadan gittiği için hazineye yarısını geri iade etti. Kaşıkçı elmasını götürseydi, kıyamete kadar sülalesi refah içinde yaşardı. Fakat onuru ve halifelik sıfatı şeriata uymayan bir iş yapmasına maniydi. Çünkü o halen Müslümanların halifesiydi. Hakkı olmayan kör kuruşa tenezzül edemez, devletin bir kuruşunu israf edemezdi. Kalabalık ailesiyle çıktığı yurt dışında parası çabuk bitti. Sefalet baş gösterdi. İtalyanların yardımlarını “Halife” sıfatını lekelememek için kabul etmedi. Madalyalarındaki elmasları tırnak makasıyla çıkarıp satacak kadar sıkıntı içinde yaşadı. Kendisi yemez, ev halkının kursağına bir şeyler girmesine çalışırdı. Kasaba, manava borçlu olarak vefat etti. Son halife, son Osmanlı Padişahı. Bir zamanlar Sivas Eyaletlerinin bütçesi, İngiltere’nin devlet bütçesinden dört kat fazla olan, Fransız devlet bütçesinden üç buçuk kat fazla olan Osmanlı’nın son padişahı… Bakkal ve manava, daha bir çok kişiye borçlu vefat etmişti. Gavurun merhameti olur mu? Bu mübarek padişah bu sıkıntılara katlanırken ağzından yeni kurulan devlet ile ilgili olumsuz bir kelime çıkmamıştır. Bütü aile efradına da olumsuz en ufak bir kelime etmelerini yasaklamıştı. Vatanım kuruldu, halkım kurtuldu diye sevinirdi. Bu yokluk ve namüsait şartlar altında vefat etmişti. Geriye perişn bir aile efradı ve borç bırakmıştı. Ödeme imkanı olmadığı için  naaşına haciz koydurmuşlardı. Belki de haçlılar islam halifesinden intikam alıyorlardı. Cenazesi defnedilemezdi, borçlarını ödemeden. Haciz koyulacak başka şeyi de yoktu. Borcunu ödeyecek kimsesi de yoktu. Mübarek naşının başında asil eşleri beklerdi. Sabahlara kadar nöbet tutardı. Bozulmaya yüz tutan ceset farelerin hücumuna uğrardı. Eşleri sabahla kadar fare kovardı. Suriyeli zengin damadı bu durumu duymuştu. Haberleşmenin ve ulaşımın kıt imkanlarla yapıldığı o zamanda, büyük bir teessürle gelip, son İslam halifesinin borçlarını ödediler. Naşını alıp Şam-ı şerife götürdüler. Yavuz Selim camii şerifi bahçesine defnettirdiler. Osmanlı’nın son padişahı orada yatmakta. Çilelerle geçen, çileyi seçen bir ömrün hesabı ile baş başa. O, Aziz Padişah,“”Davanın muvaffak olması, vatanın kurtulması için bütün sıkıntıları ben üzerime çektim. Düşmanı oyaladım. Anadolu’da milli mücadele için uğraşanlara zaman kazandırdım.”” Diyerek kendisini feda ettiğini belirtmiştir. İsteseydi yurt dışına çıkarken rahat içinde yaşayacağı bir zenginlik götürebilirdi. Veya Mustafa Kemal’in dediği gibi, halife sıfatıyla, dünya Müslümanlarından bir ordu kurup iktidar peşine düşebilirdi. O, Osmanlı’ya yakışanı seçti. Kaderine razı oldu. Bildiği kadere ve akibetine boyun büktü. Osmanlı şiarına yakışanı yaptı. Ölümün de en şereflisini seçti. Harama ve düşüklüğe tenezzül etmedi. Çünkü o, Rasulullah’ ın methettiği bir neslin torunuydu.. Halife-i Müslimin idi. Başka söze ne hacet???
 
Mustafa Kemal itiraf ediyor: Vahdettin beni Anadolu'ya gönderdi
 

Atatürk'ün bu konudaki itiraf belgesini yayınlıyoruz

02 Ocak 2011, 07:19
     cezmi yurtsever
 
 
-Mustafa Kemal’in 14Haziran 1919 tarihinde Havza’dan Vahdettin’e çektiği telgraf metni İrade-imilliye gazetesinde bulundu.     -Mustafa Kemal, Milli mücadele fikrini Vahdettin’den aldığını itiraf ediyor.
    -Vahdettin’i hain gösteren görüşlerin tarih kitaplarından çıkarılması gerekir. 
 
 
 
 
Mustafa Kemal Paşa'nın 14 Haziran 1919 tarihinde Havza'dan vahdettin'e çektiği telgraf metni. 14 Eylül 1919 tarihinde
İrade-i Milliye gazetesinde yayınlandı. Bahsi geçen belgede Mustafa Kemal, Milli mücadele için Vahdettin'in görüşlerini ilham aldığı itirafını yapıyor. (yanda)
 Bilinen resmi tarihin görüşü olarak Mustafa Kemal’in Mayıs 1919 başlarında İstanbul’da düşmanişgali altına düşmesi karşısında kurtuluş savaşı için gizlice ayrıldığı ve 19mayıs 1919 tarihinde Samsun’a ayak bastığı görüşleri ve sonrasında milli mücadeleyi başlattığıgörüşleri değişmez görüş olarak açıklandı ve 90 yıla yakın  bir zamandan beri de tekrarlandı.
 
    Ancak Mustafa Kemal imzası ile 14 Haziran 1919tarihinde Havza’dan İstanbul’a ve Padişaha çekilen telgraf metninin Sivas Kongresi sonrası 14 Eylül 1919tarihinde İrade-i Milliye gazetesinde yayınlanan metnin orijinal örneğindenyapılan çevirisi şaşırtıcı bilgileriçeriyor. Ve Mustafa Kemal bahsi geçen telgraf metninde Milli Mücadeleyi yapması için kendisini Vahdettin’ingörevlendirdiğini itiraf ediyor. SivasBelediye Başkanı Sami Aydın’ın destekleri ile 2007 yılında yayınlanan İrade-i Milliye gazetesinde yayınlandı.
     BANA MİLLİ MÜCADELE İLHAMINI SİZ VERDİNİZ! 
Mustafa Kemal’in Osmanlı Padişahı Vahdettin’e Havza’dançektiği 14 Haziran 1919 tarihli telgraf belgesinde yazılanlar:
   “ Padişahlık makamına!    Padişahım, memleketin bugün uğradığıfelaketler ve büyük tehlike karşısında ancak şahsınız başta olmak üzere millimukaddes bir bulunmasını vatan , devletve milletin istiklalini hanedanı altı buçuk asırlık yaşanmış tarihikurtarabilir. Her tarafta bu görüş ve düşünce vardır.     Son kez olarak huzurunuza kabul olunduğumdaİzmir’de yaşanan üzücü olaydan (16 Mayıs 1919 günü Yunanlılar tarafından işgaledilmesi üzerine) pek hüzünlü olan kalbiniz bu noktayı ilhamatı (bana mücadeleilhamı vermiş olmanızı) bu anda dahi canlı olarak hatırlarım. Şahsınızın görüşlerinden ilham alarak azimiman ile vazifeme devam ediyorum.    Anadolu vilayet ve kazalarına ve hududboylarına kadar milli mücadele düşüncesinin bütün kumandanlarda ve memurlarınhissiyatında ve çalışmalarında var olduğunu gördüm.     İSTANBUL’DA İKEN BU GERÇEKLERİN FARKINDADEĞİLDİM    Sonuç olarak açık bir surette ortaya çıkıyorki millet baştan aşağı uyanık olup milletin ve devletin istiklali ve salatan ve hilafetin hukukunu korumak için güçlü bir azim ve iman ile güçlenmiş bulunuyor. İstanbul’da ikenmilletin bu kadar kuvvetli ve kısa zamanda felaketlerden bu derece haberdar vehazırlıklı olduğunu hayal edemiyordum”.  
   Mustafa KemalPaşa’nın kaleminden çıkan ve İradei milliye gazetesinde yayınlanan bu telgrafışığında bilinen resmi tarihin 19 mayıs ile ilgili görüşlerinin esastandeğişmesi gerekir. Mustafa Kemal Paşa’nın 14 Haziran’da Havza’dan İstanbul’aPadişah Vahdettin’e çektiği telgraf metnini aradan geçen 3 ay sonra Sivas Kongresinin sona ermesi ile birlikteİradei Milliye gazetesinde yayınlatarak dünya kamuoyuna önemli ve anlamlı birmesaj aynı zamanda tarihi gerçeklerin debilinmesi için not düşmüştür.
Bahsi geçen İradei milliye gazetesi arşivini bularakyayınlayan bilim adamlarına da teşekkür ederim.

 

Otuzaltıncı ve son Osmanlı padişahı, yüzbirinci İslam halifesi.

Saltanatı: 1918-1922
Babası:Sultan Abdülmecid Han - Annesi: Gülistu Kadın Efendi
Doğumu: 2 Şubat 1861 Vefatı: 16 Mayıs 1926

Sultan Abdülmecid Han'ın en küçük oğludur. Küçük yaşta anne ve babasını kaybettiğinden, ağabeyi II. Abdülhamid'in himayesinde yetişti. Çok zeki olup fıkıh bilgisinde pek ileriydi. 4 Temmuz 1918'de ağabeyi Sultan Reşad'ın vefat ettiği gün padişah ve halife oldu. Saltanata geçtiğinde I. Dünya Savaşı'nın korkunç neticeleri alınmak üzereydi. Nitekim 30 Ekim 1918'de Mondros mütarekesi imza edilerek, Birinci Dünya Harbi mağlubiyetimizle bitti. Vahideddin Han bu mütarekeye imza koyan delegeleri kabul etmedi. Mütarekeden hemen sonra Osmanlı Devleti'ni sebepsiz yere savaşa sokan, milyonlarca vatan evladını cephelerde eriten Talat, Enver ve Cemal paşalar yurt dışına kaçtılar.

İttihatçı liderlerin baskısından kurtulan Sultan Vahideddin'in elinde ancak düşmanlara teslim edilmiş bir milleti idare etmek kaldı. İstanbul, 16 Mart 1920'de İtilaf devletleri tarafından işgal edildi. Yunanlılar İzmir'e, İtalyanlar güney batıya, Fransızlar da Güney Anadolu'ya girdiler. Vahideddin Han 11 Mayıs 1920'de düşmanların hazırladığı ve Anadolu'nun işgalini ihtiva eden Sevr antlaşmasını bütün baskılara rağmen imzalamadı. Osmanlı ordusu tamamen lağvedildi. Medine muhafızı Fahri Paşa, on ikinci ordu kumandanı Ali İhsan Paşa ve harbiye nazırı Mersinli Cemal Paşa gibi değerli kumandanlar Malta'ya sürüldüler. Padişah'ın şahsını korumak için yalnız yedi yüz kişilik maiyyet-i seniyye kıtası bırakıldı. Sultan bu taburu, Ayasofya etrafındaki sipere sokup camiye çan takmak veya müze yapmak isteyenlere ateş etmeleri emrini verdi.

İşgal altındaki İstanbul'dan vatanın kurtarılmayacağını anlayan Vahideddin Han, güvendiği kumandanları Anadolu'ya göndermek istedi. Ancak bunlar; "Dış dünyaya karşı harp edilmez. Bu iş olmaz." diyerek gitmeyi reddettiler. Sultan'ın kurtuluşun Anadolu'dan gerçekleşeceğine ümidi tamdı. Bir ara kendisi gitmeyi düşündü ise de, İngilizler "Eğer Anadolu'ya geçersen İstanbul'u Rumlara işgal ettirir, taş üstünde taş bırakmayız." diyerek engellediler. Bunun üzerine bir gün saraya çağırdığı Mustafa Kemal'i; "Paşa paşa şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Devleti kurtarabilirsin!" sözlerinden sonra, büyük yetkilerle Anadolu'ya gönderdi. Böylece İstiklal mücadelesi başlamış oldu.

İstiklal harbi zafer ile neticelendikten sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti 1 Kasım 1922'de hilafet ile saltanatın ayrıldığını ve saltanatın kaldırıldığını bir kanun ile ilan etti. Vahideddin Han'ın adı hutbelerden kaldırıldı. İstanbul ve Anadolu basınında aleyhinde yazılar çıkmaya başladı.

17 Kasım 1922 Cuma günü Dolmabahçe Sarayı'ndan Malaya harp gemisi tarafından alınıp Malta adasına götürüldü. Oradan Melik Hüseyin'in daveti üzerine Mekke'ye gitti. Oradan da İtalya'daki Sen Remo şehrine giderek orada ikamet etti. Vahideddin Han, acı ve sıkıntı içinde geçen bir sürgün hayatından sonra, 16 Mayıs 1926'da İtalya'da vefat etti. Cenazesi Şam'a getirilerek Sultan Selim Camii kabristanına defnedildi.

Vahideddin Han, çok akıllı ve çabuk kavrayışlı idi. Arada Sultan Reşad olmayıp da, II. Abdülhamid Han'dan sonra tahta çıksaydı, belki devletin başına böyle bir bela gelmezdi. Çünkü O, İttihat ve Terakki hükümetinin hatalarını önleyip, felaketlerin önüne geçebilecek kudret ve irade sahibi bir kimseydi. Çok sevdiği vatanından koparken yanında şahsi ve pek cüzî mal varlığından başka bir şey götürmediği, ülkesinden ayrılmasının üzerinden henüz dört yıl geçmeden vefatında kasaba, bakkala ve fırına olan borçlarından dolayı 15 gün tabutunun kaldırılmamış olmasından da anlaşılmaktadır.

Vahideddin Han'ın vatanının ve milletinin uğradığı felaketler karşısında neler düşündüğü ve neler hissettiği kayıtlara geçmiş şu hadiseden çıkarılabilir. 1919 senesi Ramazanında bir sabah Yıldız Sarayı'nda yangın çıkar. Kısa zamanda büyüyen alevler, Sultan'ın geceleri kaldığı daireyi de sarar. O geceyi tesadüfen Cihannüma Köşkü'nde geçirmiş olan Vahideddin, yangını haber alınca, üzerine pardesüsünü giyerek dışarı çıkar. Köşkün önünde hiç telaş göstermeden yangını seyrederken çevrede ağlayanları görünce gözleri yaşararak; "Benim vatanım ateş içinde, onun yanında bunun ne kıymeti var." demekten kendini alamaz.

iframe> AAAAH OSMANLI AAAH PEYGAMBERİMİZİN MEDİH BUYURDUĞU DEDELERİMİZ..
 
  Bugün 32 ziyaretçi (47 klik) kişi burdaydı! Tüm Hakları saklıdır  
 
ACILAR PAYLAŞILDIKÇA AZALIR....MUTLULUKLAR DA PAYLAŞILDIKÇA ÇOĞALIR... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol