ANKARA-ÇAMLIDERE-İNCEÖZ KÖYÜ
   
  Ankara-Çamlıdere-İnceöz Köyü-Koca Harman
  22-YAKIN TARİH DERSLERİ
 
 FAKİRLİK  İLE   İFTİHAR
Bu nasıl söz? Fakirlik sevilir mi?
Hele fakirlikle , hiç iftihar edilir mi?
Edilmez gibi görülür, cahilce bakılınca..
Hoş gelmez insana, iman tadı alamayınca..
Fakirlik hoş olmasa hiç iftihar eder miydi? Alemin efendisi..
O insanlık menbaı , nezafet abidesi,
O merhamet kaynağı, Allah’ın sevgilisi..
Fakirlik vakurluktur, başa geldiği vakit..
Temenni edilmemeli, lakin gelince de manası iyi sezilmeli,
Hakka yakınlık vesilesi, kalbin kırıklığı, gönlün mahzunluğu..
Ondan hoşlanır Halık, gönülleri kıskanır adeta..
Ben dünyalara sığmam da kalbi mahzun olanın, kalbine sığarım,
Beni kalbi kırık kulumun kalbinde arayın buyurur…
Demek ki, hayırlı şeymiş aslında fakirlik, fıkarayı sabirin olmak..
Neticesindeki mükafat  öyle ki,  ala-yı illiyin.
Biraz varlık görünce bak nasıl azıyoruz…
Nefisler besleniyor, kalpte zulmet ve katılık, merhametsizlik,
Gıdası varlıktır, iman zayıf olunca..
Her pisliğin kaynağı, bulup ta azmaktır, sorumsuzca..
Hele varlığın zekatı verilemeyince, kabirde yılan olacak malü melal,
Varlık bizi yozlaştırıyor, dinden uzaklaştırıyor,
Söyleyin kaç zengin zekatını veriyor…
Hanım, evlat, araba, put oluyor insana..
Tatil, eğlenme, libas tek kutsal oldu  bize..
Anne baba sevgisi kalmadı, yok oldu , Allah vere..
Bir lüks yarışı kör körüne başladı,
İmanlar zayıfladı, ahlaksızlık çoğaldı,
Bu zayıf karakterler, asaleti kaybetti,
Moda ve lükse düşkün kadınlar sefilleşti,
Onurunu kaybetti, kendini lüks ve nefise,
Maalesef adeta peşkeş çekti ve attı..
Müslüman’ım diyorsun, fakat düşünmüyorsun,
İslam’a göre değil de , egona uyuyorsun..
Şeytanı laine hep, beli beli diyorsun..
Baban annen mahzunken sen sefa sürüyorsun..
Müslümanlar fakirlikten ezilir, sen zekat vermiyorsun..
Kardeşin eziliyor, sen nefis  besliyorsun..
Gönüller katranlaşmış, kötülük ediyorsun..
Neden hısım akraba, sıla yapamıyorsun?
Kalp, gönül hastalanmış, farkına varamıyorsun..
Halbuki varlıktasın, her şey gani ve boldur,
Fakat ne yazık ki, sen hiç mutlu olamıyorsun..
Madem zenginlikler var, neden İslam’ı yaşamazsın?
Halbuki  deden fakirdi, bu kadar  malı yoktu,
Eşi, dostu, seveni , yaranı pek mi pek çoktu..
Akrabasız duramaz, misafirsiz kalmazdı,
Allah için yedirir, düşeni kaldırırdı,
Aç gözünü uyuma, zaman deccal zamanı,
Yalanlar doğru gibi kandırıyor insanı,
İmanlar çalınıyor, sahipleri uyuyor,
İmanı çoktan gitmiş, halen Müslüman’ım sanıyor..
Hilafeti yıkanlar yahudidir , bildinmi?
Hilafet sonrasında, ümmetin halini gördün mü?
Biz nasıl Müslüman’ız? İslam’ı hiç bilmeyiz,
Kur’an-ı okumayız, beş vakidi kılmayız..
Zekat İslam emridir, zekatı hiç vermeyiz..
Akaidden habersiziz, imanı korumayız,
Müslümanlar düşünce tutupta kaldırmayız..
Yahudi mahvetmiş bizi, cumamız Pazar olmuş,
Peygamberimizi sevemeliyken, o sevgiden mahrumuz,
Dini yıkanları, cami düşmanlarını anlamaktan mahrumuz,
İşin garip tarafı hataları bilemeyiz,
Çok dehşet şekilde narkozlanmışız, kendimize gelemeyiz..
Sap samana karışmış, hakikatı bilmeyiz,
Nasipler kapalı mı? Kendimize gelmeyiz??
İşin en vahimi, imansız ölmekten korkamayız..
İsyan ve tuğyanda devama,gafilce beli deriz..
                                H.İbrahim Koçak   2014 Alanya
İşte, Sultan Vahideddin’in kendi kaleminden savunması
Paratoner görevi yaptım, musibetleri üzerime çektim

MEMLEKETE PARATONER OLDUM: ‘Karşınızda köklerinden koparılmış, bir girdapla sahile fırlatılıp atılmış bir kazazede var. Ben bu kargaşa içerisinde önümde daha ne kadar yol kaldığından habersizim ve bu işin neticesini de sadece Allah biliyor. ...Ne yapabiliriz ki? Kader, bu konuda düşündüğümden farklı bir yol çizdi.

Ben, dindar bir insanım. ...Vazifemi çok karmaşık bir dönemde, bir insanın yapabileceği en iyi biçimde tamamladığıma bütün yüreğimle ve kat’iyetle inanıyorum.

İnsanın zaafları da söz konusu... ‘Beşer şaşar’ ifadesinin doğru olduğunu çok iyi biliyorum ama, aşılması zaten imkánsız olan savaş zamanının engellerini ve daha sonra mütareke ile ortaya çıkan güçlükleri yenemediysem de, memleketimin iyiliği için yapmam gereken herşeyi yaptığımı iddia ediyorum.

Mütareke yıllarında ortaya çıkan bütün fácialara ve olaylara karşı gerçi kalkan olamadım ama paratoner vazifesi gördüm ve öyle zannediyorum ki, bütün musibetleri de üzerime çektim. Kendimi feda ederek vatanı kurtarmaya çalıştım. Ama gelin görün ki, bugün yaşayan kurban benim; daha doğrusu fedakárlığın kurbanı!’

KAÇMADIM, HİCRET ETTİM: ‘Her tarafı istilá eden inkılap ve ihtiras içerisinde bunaldım. Bana teklif edilen şekildeki hiláfete ne karşı koyma, ne de başeğme imkánı görmeyerek kamuoyunda sükûn ve durumda açıklık belirinceye kadar tehlikeli bölgeden geçici olarak ayrılmaya karar verdim. Gitmekle, vekili olduğum şánı yüce peygamberin yaptığını yaptım, kaçmadım, hicret ettim.’

İHANET ETMEDİM: ‘Talih ve kader bizi vatanımızdan ayırdı ve nihayet gurbetlere attı. Allah’ın takdiri ve kısmetimiz böyleymiş. ...Gerçi málum sebepler yüzünden dinime, vatanıma ve milletime arzu ettiğim kadar hizmete vakit ve imkán bulamadım ise de, asla ihanet etmedim. Şimdi burada zelil ve sefil bir halde kalmaktansa, Anadolu’da at sırtında olmalıydık. Ecdádımın sarıkları, aynı zamanda kefenleriydi. ...Anadolu’ya gidip ordunun başına geçmem konusunu dünürüm Sadrazam Tevfik Paşa’ya açtığım zaman, büyük bir muhalefete uğradım. ‘Böyle bir avantüre giremezsiniz. Biz, Mustafa Kemal Paşa ile haberleştik. Zaferden sonra, size bağlılığını bildirecek. Onun istemediği, sadece Damad Ferid Paşa’dır. Galip gelirse zafer sizin, Allah göstermesin yenilirse de bu yenilgi onun hesabına olacaktır. Vaktiyle Enver ve Talát yenilmişlerdi ve onların hatalarını düzeltmek için galip devletlerle şimdi siz mücadele içerisindesiniz. Anadolu’ya gidip mağlup olursanız vaziyeti kim kurtarır?’ deyip Anadolu’ya gitmeme máni oldu.’

ÜÇ BÜYÜK HATA YAPTIM: ‘Ben de insanım, hata etmediğim iddiasında bulunamam ve başlıca üç hatamı itiraf ederim: Birincisi, rahmetli biraderim Sultan Reşad’dan sonra saltanat makamını kabul etmem. İkincisi, mütareke hükümetlerine, başta Ferid Paşa olmak üzere Tevfik, İzzet, Ali Rıza ve Salih Paşalar gibi milletin ve devletin kalbur üstü isimlerine talihimi bağlayarak aldanmam. Üçüncüsü; devleti kuran ve halis muhlis Türk olan Osmanoğulları’nın memleketten sürgün edilip Hiláfetin ortadan kaldırılacağına asla inanmak istememem. ...Böyle bir tecrübeden sonra insanın vicdanının nasıl temizlendiğini, inancının ve tevekkülünün yeniden nasıl doğduğunu bilemezsiniz.’

PAŞA’YI BEN GÖNDERDİM: ‘Bugün içinde bulunduğum ve hak etmediğim düşmanlıktan rahatlık ve mutluluk duyuyorum. ...Bu, bana huzur da getiriyor. Eğer yaşarsam ve mücadeleden muzaffer çıkarsam, ‘bir kötülüğe batıp çıkmıştım’ diye teselli bulacağım. Düşmanlığa karşı mücadelenin yoğun, acı verici ama dayanılmaz olmadığına inandığım için kendimi feda ederek çok sevdiğim memleketimi kurtarmış olmaktan mutluluk duyacağım.

Memleket sevgim bana, İstanbul düşman süngüleri altındayken Mustafa Kemal Paşa’yı Yunanlıların üzerine göndermek gibi ağır bir kararı aldırarak iláhi bir mutluluğun da zevkini tattırdı.’

SEVR’İ İMZALAMAYACAKTIM: ‘O Sevr Andlaşması ki, elime ilk aldığımda keskin bir acı ve korkulu bir ürperti hissettim. ...Sevr bana göre ne bir andlaşmaydı ne de bir pakttı; kötülüğün baştan aşağı ta kendisiydi.

Bana gelince; mecburi ve geçici imza taktiğiyle biraz zaman kazanmaya çalıştım. Saltanat Şûrası’nı da zaten her türlü mes’uliyeti üzerime alarak galipleri ve zaferlerinden sonra Türkiye’ye karşı aşırı düşmanca bir tavır içine giren bu memleketlerin kamuoyunu biraz sakinleştirmek için teşkil etmiştim. Gelişmeleri bu şekilde beklerken biraz zaman kazanmaya çalıştım, zira olayların gidişatını normale sadece zaman çevirebilirdi.

...Eğer işler kötü gider ve bu oyalamakta muvaffak olamazsam, andlaşmayı imzalamaktansa tahttan feragat etmeye kararlıydım.’

HAZİNEYİ ALMADIM: ‘İstanbul’u terkederken Osmanoğulları’na ait bulunan ve benim için çok büyük kıymet taşıyan eşyaları yanıma almayı düşünmedim. Bu sebeple, yabancı bir memlekette şimdi beş parasız, yüzüstü ve ızdırap içinde kaldık.’
Kaynak: İşte, Sultan Vahideddin’in kendi kaleminden savunması, Murat Bardakçı, Hürriyet Gazetesi, 24 Temmuz 2004
Alışveriş Adabı ve Ticaret Ahlakı”

        Dünyada yegâne gâyemiz Âhireti, Mevlâmızın Rızâsını, Cennet ve Cemâl-i İlâhi’yi kazanmak, Allâh(cc)’a hakîki kul olmaya çalışmaktır. Bununla beraber dünyada yaşayan insanlar olarak, Mevlamızın ilahi bir kanun olarak tensib ve takdir buyurduğu, yine kendisine kulluk yapmaya da bir vasıta kıldığı, yeme-içme, giyim-kuşam gibi zarûrî ihtiyaçları temin etmek, alışveriş ve ticaret yapmak durumundayız. Muhtelif maişet yollarına tevessül etmek, bu yolda bir miktar gayret etmek, emek sarf etmek gerekmektedir. Nitekim Cenâb-ı Hakk: “...Ve gündüzleri, geçiminize elverişli kıldık”  buyuruyor. Diğer bir Âyet-i kerîmede de: “Yerde sizin için maîşetler (geçim yolları) halkettik. Az şükrediyorsunuz”  buyuruluyor. Peygamber Efendimiz(SAV) de hadîs-i şeriflerinde: “Çarşı ve pazarlar, Allah(cc)’ın sofralarıdır. Oralara giden, bu sofralardan faydalanır” başka bir hadisinde de “Allâh (c.c.) o kimseye rahmet etsin ki, onun satış işi kolay olur, alış-verişi kolay olur, bir işi görmesi, ödemesi kolay olur, borç alıp vermesi kolay olur.”  buyuruyor.

      Yüce dinimiz her hususta olduğu gibi, üzerinde durulması icab eden,  bilinmesi  ve  riâyet  edilmesi gereken “Alışveriş adabı ve Ticaret Ahlâkı” hususunda da çok hassas hareket etmiştir.  Zira kul hukuku bahis mevzuu olduğunda, Peygamberler dahi bu hususta Allah(cc)’a sığınmışlardır. Aksi halde elde edilen maîşete, helâl ve meşrû’ olmayan şeylerin karışma ihtimali olur ki, buda bir mü’min için felâkettir. Yüce Allah Nisa sûresinin 29. âyetinde: “Ey İman edenler! Mallarınızı aranızda haksız yollarla yemeyin. Karşılıklı rızaya dayalı ticaretle yiyin” buyurmak suretiyle, haksız kazancın haram olduğunu bildirmiştir. 

       Alan yada satan bir kişinin riâyet etmesi icab eden bazı hususları arz edecek olursak: Alıcı, aldığı malda bir kusur yoksa o malı tenkîd etmemelidir. 

       Satıcı da Ölçü ve tartılarda hîle yapmamalıdır. Asr-ı Saadette Rasûlüllah Efendimiz, halka hîle yoluyla yaş buğday satan bir kimseye rastladığında, ona icab eden ikazı yaparak “İnsanların görebilmesi için onu açığa koymalı değil miydin?” buyurdular ve şöyle devam ettiler: “(Bizi) aldatan, bizden değildir”  Ayrıca satıcı mala sürüm sağlayıp iyi satış yapmak için yemin etmemelidir. Satışa arz edilen bir malın kusurlu tarafı varsa, onu gizlemeye çalışmamalıdır. Bu hususta Rasûlüllah (sav) Efendimiz: “Kim bir aybı (bulunan malı), o (kusuru)nu açıklamadan satarsa, Allah’ın dâimî gadabı içinde kalır ve melekler durmadan ona la’net eder”  buyuruyorlar. 

      Ticaretle uğraşan bir Müslüman, başka bir kimsenin müşterisine kendi malını satmaya kalkışmamalıdır. Müşteri, dükkan veya tezgâhın önüne gelmeden onu çağırmamalıdır. Ticârî  hayatında diğergâm olmalıdır. Yani komşularının da kazanmasını temin için müşterisinin bir kısmını onlara göndermelidir. Birde eğer iki kişi ortaklık yoluyla, beraberce ticaret yapıyorlarsa, birbirlerinin haklarını her zaman için gözetmeliler, birbirlerine asla ihânet etmemelidirler. Nitekim âyet-i kerîmesinde Mevlâmız: “(Davud) dedi: -Yemin olsun ki, o senin dişi koyununu kendi koyunlarına katmak istemekle sana zulmetmiştir. Hakikaten ortaklardan birçoğu birbirlerine haksızlık eder, yalnız iman edip salih amel işleyenler müstesna. Ama onlar da pek azdır!”  buyuruyor.

         Ayrıca Ticari Tavsiyeler göz ardı edilmemelidir. Özellikle dövizle borçlanmak, zaruri olmadıkça kredi kullanmak, uzun vadeli mal almak ve satmak, sermayeden fazla iş yapmak vb. uygulamalar, kişilerin ve kurumların ekonomik kaybına, iflasa sebep olduğundan bunlardan kaçınmak gerekir.

        Kişinin, alış ve satış hükümlerini, neyin caiz olduğunu, neyin caiz olmadığını bilmelidir. Hz. Ömer (r.a.): “Dîni inceliklere vâkıf olmayan, pazarlarda alış-veriş yapmasın.” buyurmuştur. Ali b. Ebî Talib (r.a)’de: “Bir kimse, dinî inceliklere vâkıf olmadan ticarete başlarsa, faize dalar. Sonra yine dalar; sonra yine dalar.” buyurmuştur. Rasûlüllah Efendimizin şu hadîs-i şerîfi çok dikkat-i şayandır: “Kişinin namazına ve orucuna bakmayın. Onun dinar ve dirhemine bakın. (Yani bir kimsenin namaz kılması, oruç tutması sizi aldatmasın. Siz o kimsenin alışverişlerdeki doğruluğuna, dürüstlüğüne, kul hakkı hususundaki hassasiyetine bakın, ona göre değerlendirin)”   buyuruyor. 

         Hasan Basrî (r.a.)’nin şöyle dediği anlatılır:  “Mü^minler, ticaretle uğraştıkları hâlde, Allâh (c.c.)’un zikrinden ve namazdan geri kalmayan kimselerdir.” 

        Malumdur ki, bütün sebeblerin hâlıkı olan Allâh-ü Teâlâ, Âhireti mükâfat ve cezâ yeri, dünyayı ise sa’y-u gayret ve ebedi saadetimizi kazanmak, bu uğurda sıkıntı, mihnet, meşekkat, imtihan ve belâlara tahammül yeri olarak yaratmıştır.  Yapılacak bir işte muvaffak olmanın sırrı; ahde vefâ, akde sadakat, kârda kanaat ve imâlâtta dürüstlük gibi ahlâk ölçülerine bağlı hareket etmekte gizlenmiştir. Bu sebepledir ki, bir mü’min her işinde olduğu gibi, yaptığı alışverişte de, ticârette de dinimizin koyduğu ölçüler istikâmetinde hareket etmelidir. Kâr uğrunda utanmayı, manfaat temin edeceğim diye merhameti, servet yolunda şeref ve haysiyeti asla fedâ etmemelidir. Ahlâkını ayaklar altına atarak kazanç elde etmeye kalkışan kimse, cevheri verip cam kırığı satın alan şahıs kadar müflistir. Rasûlüllah (sav) Efendimiz hadîs-i şeriflerinde bize şu duayı öğretiyorlar: “Allahım! Bana helâl rızık nasib ederek haramlardan koru! Lutfunla beni senden başkasına muhtaç etme!” 

YILBAŞI YORTUSU MUAMMASI
 Biz Osmanlıyız. Devletimiz Osmanlının devamıdır. Osmanlı devleti İslam devleti idi. Şeri şerifle yönetilirdi. Yani Kur an Kerin ve Sünneti seniye emirlerine göre yönetilen bir devlet idi. Osmanlı Devletinin kurucusu Osman Bey in hanımı evladı Rasuldür. Osmanlı Sultanları da evladı Rasuldür. Peygamberimizin Mübarek soyundan gelmektedirler. Yavuz Sultan Selim Han ın Mısır seferi ile Hilafet te Osmanlıya geçmiştir. Yavuz Sultan Selim ve sonraki padişahlar Halifei Müslimindir. Osmanlı Devleti bir İslam devleti idi ve dünya Müslümanlarının hamisi ve İslam ın hizmetkarı idi.
 İslam Peygamberi efendimizin amansız düşmanı yahudiler idi. Defalarca suikast etmişler muvaffak olamamışlardı. Hatta bir yahudi kadın kuzu eti ile zehirlemek istemişti. Yine yahudilerin yaptığı sihirden hastalanan Allah Rasulü Muavezeteyn (Felak ve Nas) surelerinin nüzulü ile şifa bulmuştu. Cebrail AS yapılan sihrin bir kuyuya atıldığını söylemiş, Hz Ali o kuyuda sihri bulmuş, yapılan on bir düğüme bu surelerin on bir ayetini okuyarak peygamberimizi sihirden kurtarmıştı.
 Yahudi ve haçlılar İslam ın ve Osmanlı nın amansız düşmanı idi. Su uyur düşman uyumaz gerçeği amansız düşmanlıkları ve kinleri devam etti.Osmanlı yı yani İslamı yıkma planları hiç unutulmadı. Kinleri büyüyerek devam etti. Amerika kıtasından getirilen hindiyi gören haçlılar hindinin kırmızı olup kabararak yürümesini Osmanlı Türküne benzetmişler ve yılbaşı yortularında Türk öldürüyoruz niyetine hindi kesmeye başlamışlardı. Haçlılar hindiye de Turkey yani Türk diye isim vermişlerdi. Yılbaşında hindi keserek her hindiyi bir Türk sayarak kinlerini hafifletme yolunu seçmişlerdi. Yılbaşında hindi yenilmesinin sebebi Türk düşmanlığıdır.
   Kanuni Sultan Süleyman zamanında İspanyada yaşayan yahudiler İspanya krallığına ihanet etmiş devleti ele geçirmeye başlamışlardı. Zamanın yaşlı kralı ölmüş. Ve yerine genç oğlu geçmişti. Genç kral yahudilerin devlet içindeki ihanetlerini fark edince yahudi elebaşlarını cezalandırıp katletmeye cezalandırmaya başlamıştı.Soykırıma uğrama tehlikesindeki İspanyol yahudileri Osmanlı Sultanı muhteşem Süleyman diye anılan Kanuni Sultan Süleyman Han dan imdat istemişti. Kanuni Sultan Süleyman Han İspanya Kralına bir name göndermiş " yahudileri katletmeyin, ben mülkümde onlara yer vereyim yaşasınlar" demişti. İspanyadaki yahudileri getirtip Bursa, Selanik ve İzmir e iskan etmişti. Selanik yahudileri ve diğer yerlerdeki yahudiler Osmanlı ya teşekkür edeceğine hainane bir teşebbüsle gizli gizli Osmanlı nın altını oymaya başlamışlardı. Yahudi her zaman yalancı, hain, kindar, vefasız ve zalim olmuştur. Selanikte kurdukları "ittihat ve terakki = birlik ve yükselme" cemiyeti ile İslam ve Osmanlı düşmanlığını örgütlemişlerdi. Masonluk mahfillerini, para, kadın vb her türlü tuzak yolunu denemişlerdi.Bir çok yahudi Müslüman görünerek devlet kademelerinde yer almış ve el altından hainliklerini yürütmüşlerdi. Yahudilerin en büyük silahlarından birisi belki en önemlisi YALAN dır. Yalan ile iyiler kötü kötüler iyi gösterilmiştir. Osmanlı Sultanları ve Hilafet makamı aleyhine müthiş bir propaganda başlatmışlardı.Osmanlı aydını denilen birçok kişi bastığı dalı kesercesine padişahlarına ve hilafet makamına amansız düşman kesilmişlerdi. Gizli yahudiler ve onların akıntısına kapılan bazı zayıf meşrep sözde Müslümanlar bu akıntıya kapılmıştı. En barizleri M Akif ve Saidi Kürdi(Nursi) idi. M Aki,f Abdulhamid Han a "sirk hayvanı " diyebilecek kadar bozulmuştu. Osmanlı içindeki yahudi hainler Osmanlıyı yıkmanın askeriyesini yok etmekle mümkün olacağını planlamışlardı. Osmanlı askeriyesindeki yahudi asıllı ve hainler Osmanlıyı 1. Dünya savaşı, Sarıkamış harekatı, ve Çanakkale Savaşına sokarak askeriyesini çökertmişlerdi. Osmanlı askeriyesinin çökertilmesinde "Türkçülük ve Turancılık" denen yahudi dizaynı akım da kullanılmıştı. Kamil iman sahibi bir Müslüman " Müminler muhakkak kardeştirler" HŞ den daha ulvi bir düsturu tanıyabilir mi?
 Çanakkale savaşı her ne kadar kazanılmış görünse de devlet içindeki hainlerin gayreti ile hezimete dönüşmüştür. Çanakkale Savaşlarında 7 Türk 5 te Alman General vardı. 50 küsür albay ve bir o kadar da yarbay görev yapmıştı. Çanakkale Savaşının kahramanı olarak yedekte görev yapan bir yarbayın gösterilmesi yahudi propagandası ve tuzaklarının açık göstergesidir. Askerine Muhammedcik diyen bu aziz millet Cumhuriyeti kurunca yine yahudi yalan ve tuzakları ile yönetime tamamen yahudi ve ermeni asıllılar getirilmişti. Bu görüşün en açık ispatı Cumhuriyetten sonra yapılan İslam,kültür ve Osmanlı düşmanlığıdır. İngiliz yahudilerinin akıl hocalığında ve yerli işbirlikçileri ile Kur an yazısı yerine yunan yazısı, İslam kıyafetleri yerine haçlı kıyafetlerinin zorunlu olması,bir kilise ve havra yıkılmazken 20bin den fazla cami nin talan edilmesi bu uğurda yüz binlerce Müslüman katli bunun açık delilidir. Adeta haçlı ve yahudi gibi olmamız kanun ve devlet gücü ile zorlanmıştır.
 Günah ile küfür ayrı kavramlardır. Günah işleyenin affı vardır ama küfrün affı yoktur. İmamı RabbaniHz leri Mektubatı şerifinde küfrün cezasının cehennem azabı olduğu bildirilmiştir. Yahudi ve hıristiyanlara benzemek islam hükmünce küfürdür. Uyanık olmak lazımdır.
 </div> .
 
 
  Bugün 12 ziyaretçi (50 klik) kişi burdaydı! Tüm Hakları saklıdır  
 
ACILAR PAYLAŞILDIKÇA AZALIR....MUTLULUKLAR DA PAYLAŞILDIKÇA ÇOĞALIR... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol