ANKARA-ÇAMLIDERE-İNCEÖZ KÖYÜ
   
  Ankara-Çamlıdere-İnceöz Köyü-Koca Harman
  31-Tarih Şuurumuz
 
TÜRKİYEDE NE KADAR ERMENİ VAR??TUNCELİ'NİN NE KADARI ERMENİ RUM VE ERMENİLERİN AKIL HOCALARI RUSLAR.. TÜRK VE MÜSLÜMAN LİDERLER HEP SUİKASTE KURBAN GİTTİ.İZLEYİN KİMLER YAPTI..
"Ey kürtler, Türkler size silah çekse de siz onlara karşılık vermeyin.Çünkü onların İslam'a azim hizmetlerinin hatırı vardır. Ahirleri de İslama hizmet üzere olacaktır." SAİDİ NURSİ(KÜRDİ)
            

            " 70 li senlerde bir Hint Alimi Avrupa'da tahsil gören hintlilere sorar.. "Orada Türk gençleri yok mu? Alın gelin de göreyim der. Talebeleri ;
-Aman efendim onların senin yanına gelecek halleri yok. Dinden, islamdan uzak deyince, Alim;
-"Sarhoşlarsa da, namazsızlarsa da getirin", der.
Türk öğrencilerden Hindistan'a gitmek isteyenlere bedava tatil diye ilan ederler. Birkaç kişi müracaat eder. Tatilde gelen Türk öğrencileri o mübarek alim bahçe kapısında saygı ile karşılar. Misafirhanede koltuklara oturtur. kendisi de önlerine diz çöker ve yere oturur.
Şeyhin talebeleri ve sevenleri "Aman efendim ne yapıyorsunuz bu gençler bu hürmete layık mı ?" derler. 
Şeyh;
-"Siz bunların şu anki halini görüyorsunuz. Ben ise, geçmişlerini biliyorum, geleceklerini görüyorum. Gelecekte İslam'ı ayağa kaldıracak, Ümmeti Muhammed'in mazlumlarına kanat gerecek yine bunlardır. Türklere sakın saygı ve hürmette kusur etmeyin. Beş vakit namazınızdan sonra da ALLAH'IM TÜRK MİLLETİNİ ALEMİ İSLAMIN BAŞINA GEÇİR. ONLARI BU LİYAKATA MAZHAR EYLE diye dua ediniz " diye emir verir.
(Bizleri bu zanlara layık eyle
 Allah'ım) 

3 Kıt'ayı, 60 ülkeyi 650 yıl yöneten ecdadımız OSMANLI HANEDANI'nın dramı..

Elin İngilizi, Norveçlisi, Hollandalısı kraliyet mensuplarına toz kondurmaz, saygıda zerre kusur etmezken mirasını sahiplendiğimiz Osmanlı İmparatorluğu'na adını veren ailenin Osmanlı Devleti çökertildikten sonra 7’den 77’ye hepsi sürgün edildiler!

Yabancı Müslüman hanedanlara mensup prenslerle evlenen birkaç sultan dışında hanedan mensubu erkeklerin hemen hepsi hayatlarını çalışarak kazandılar ve başka kralların emirlerinde görev yapmaktan sabun satıcılığına ve hatta mezar bekçiliğine kadar her işi gördüler.

Sirkeci İstasyonu'ndan 1924'ün 5 Mart akşamı saat dokuza çeyrek kala bir tren kalktı. Aynı anda istasyonun hemen arka tarafındaki rıhtımdan da bir gemi demir alıyordu. Tren İsviçre'ye gidecek olan 'Simplon Ekspresi'ydi. Gemi ise o zamanlarda büyüklüğü dillere destan olan 'Julio Sezari' isimli yolcu vapuruydu ve kaptan rotayı Beyrut'a çizmişti.

Saat tam dokuza çeyrek kala tren düdüğünü çaldı, vapur istimini bıraktı. Bu sesler Anadolu'nun, Ortadoğu'nun, Balkanlar'ın, Doğu Avrupa'nın ve Kuzey Afrika'nın tarihini yüz yıllar boyunca etkilemiş, hatta etkilemekten de öte bizzat yazmış bir ailenin artık bu toprakları terkettiğinin ilanıydı!

Sebep?
Osmanlı hanedanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 3 Mart 1924 günü kabul ettiği 431 sayılı ''kanun uyarınca'' Türkiye sınırları dışına çıkartılıyordu.
Hanedan mensuplarının herbirine dönüşü olmayan, sadece 'gidişe mahsus' birer pasaportla ikişer bin İngiliz lirası verildi, mal varlıkları tasfiye edildi ve Türkiye'ye değil girmeleri, Türk topraklarından transit geçmeleri bile yasaklandı!

Peki neden?
Neydi suçları?
Cumhuriyet ilanına mı karşı gelmişlerdi?
İngilize, Israil kurulması için bir çakıl taşı mı vermişlerdi?
Kemalist ideolojinin en büyük yalanlarından biri olan hakikaten ‘’Padişah İngiliz işbirlikçisimiydi’’ ?

Sevgili kardeşim,
Yaslan geriye ve iyi oku!
Eğer padişah İngiliz işbirlikçisi olmuş olsaydı; Ortadoğunun en büyük ve en verimli petrol denizi olduğu tescillenmiş olan Kerkük ve Musul’u İngilize bırakırdı!

Eğer padişah İngiliz işbirlikçisi olsaydı; Yarım düzine asırdır Müslüman dünyasının gözü kulağı olan hilafet makamını yok edip yerine cumhuriyet ilan ederdi!

Eğer padişah İngiliz işbirlikçisi olsaydı; Bu halkı harf inkılabı(!) adı altında bir gecede bin yıllık tarihine Fransız bırakırdı!

Eğer padişah İngiliz işbirlikçisi olsaydı; daha neler yapabileceğini çok yerde okuyup çok dinlediniz kısa keseyim..

Şimdi asıl soruya tekrar dönelim;
Hanedanımız neden sürgün edildi?
Tamam cumhuriyet ve harf inkılabı da dahil tüm reformları yapıp onlar yine sembolik olarak dursaydı, hilafet lağvedilmemiş olsaydı kime ne zararları olacaktı?
Yoksa bu sürgünün amacı;
Çanakkale’de ve Kût'ül-Amâre hezimetinin acısını çıkartmakmıydı?
Eperyalizmin yedi düveline meydan okuduğumuz Gelibolu, üzerinde güneş batmayan imparatorluk denilen İngilizin ordusu tarihinin en büyük acısını yaşadığı Kût'ül-Amâre zaferi kimi rahatsız etmişti?

Tüm manda ülkelerindeki yönetim şekli olduğu gibi;
-Bize cumhuriyet dikte edenleri mi?
Yoksa;
-Cumhuriyet ilan edenleri mi?

Sevgili kardeşim,
Eğer o hanedanımız sürgün edilmeseydi bugün 400 ton altınımız İNGİLİZİN merkez bankasında olmazdı!!!
Pek tabii ki Kerkük ve Musul’da mevcut sınırlarımız dahilinde olurdu!
Şimdi varın siz düşünün..
Allahını seven bana da söylesin..
Kim kimden kurtulmuş af buyrun?
               








 TÜRKLER İSLAMIN ASKERİDİR VE ÖYLE KALACAK İNŞALLAH..
 
İslam Dini’nin itikâdî ve amelî olmak üzere iki ciheti vardır. 
Her iki hususta da, Allah’ın razı olduğu fırka olan ve 
Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in “fırka-i naciye” olarak vasıflandırdığı 
Ehl-i Sünnet İtikadına tabi olmak; 
İlmi, Ehl-i Sünnet’e mensub âlimlerden almak icab etmektedir.

Büyük İslam alimi ve mutasavvıf İmam-ı Rabbânî (k.s.) Hazretleri bu hususla alakalı olarak 
Mektûbât-ı Şerifesinde şöyle buyuruyorlar: 
“Mükellefler üzerine ilk vacip olanlar İ’tikâdi Hükümler’dir. 
Yani evvela akaidin tashih edilmesi icab etmektedir
Bu tashih de Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat Âlimlerinin görüşlerine muvafık olarak yapılmalıdır. 
Muhakkak ki uhrevî kurtuluş Ehl-i Sünnet büyüklerinin görüşlerine tabi olmaya bağlıdır. 
Çünkü onlar ve onlara tabi olanlar, 
Fırka-i nâciye’dir yani kurtuluşa erecek olan topluluktur. 
Bu topluluk Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ve 
O’nun Ashabı’nın yolu üzerine olan topluluktur." [6]
Emr-i bil maruf, Nehy-i anil munkerinde bu cercevede yapilmasi gerekir. 
Nitekim Imami Rabbani Hz.leri 
“Bil-hassa şeâir-i İslam’ın garip kaldığı zamanlarda, 
İslami Hükümlerin öğretilmesi, hayırların en büyüğüdür. 
Öyle ki, başka niyetlerle milyonları infak etmek, 
dini hükümlerden bir hükmün öğretilmesine müsavi
olamaz" [7] buyurmaktadir.

Cenab-ı Hak Ali İmrân Suresi’nde şöyle buyuruyor 
وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ أُمَّةٌ يَدْعُونَ إِلَى الْخَيْرِ وَيَأْمُرُونَ بِالمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

“Sizden hayra davet eden, iyiliği emreden kötülükten meneden bir topluluk bulunsun. 
İşte kurtuluşa erecekler onlardır.” [1]

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir hadis-i şeriflerinde; 
مَنْ اَمَرَ بِالْمَعْرُوفِ وَ نَهَى عَنِ الْمُنْكَرِ فَهُوَ خَلِيفَةُ اللهِ فِى اَرْضِهِ وَ خَلِيفَةُ رَسُولِهِ وَ خَلِيفَةُ كِتَابِهِ
“Kim ki ma’rufu emreder, münkerden nehyederse, o kimse, yeryüzünde 
Cenab-ı Hakk’ın, Rasülüllah’ın ve Kitabullah’ın halifesidir”[2] buyurmuşlardır.

وما توفيقي إلا بالله عليه توكلت و إليه أنيب

[1] Al-i İmran Suresi, 104 [2] Kurtubi, el-Cami’u li-Ahkami’l-Kur’an,  Al-i İmran Suresi’nin 22. Ayeti’nin tefsiri [6] Mektûbât-ı Şerife, 193. Mektup [7] Mektûbât-ı Şerife, 48. Mektup

BİR MİLLETE EN BÜYÜK İHANET DİLİNİ DEĞİŞTİRMEKTİR
Gömülü resim için kalıcı bağlantı
 GÖKHAN KAHRAMAN IN FERYADI..NEDEN YAZI YAZIYORSUN DİYENLERE..
Lan "SIĞIR"...
Ben para için paylaşım yapmıyorum...
Senin gibi ÖKÜZLER uyansın, tezgaha gelmesin, ülkeme bir şey olmasın diye yapıyorum...
Anlamıyormusunuz ; Başka Türkiye yok...
Bu gemi batarsa, geriye Kürt, Türk, Laz'mı kalır?
Hepimiz denizin dibini buluruz...
Gidecek bir yerimizde yok...
Bugün gerçekleri yazmaz, konuşmaz sesimizi çıkarmazsak, yarın olmayabilir...
Suriye'li kardeşlerimizin halini görmüyormusunuz?
Aylan bebek gibi cesetlerimiz ak deniz kıyılarına vurur...
Uyanmamız için Danimarka kapılarında polislerin joplaması mı lazım?
Hiç düşündünüz mü ?
Gezi olaylarında 7 ağaç Taksimden taşınacak diye Türkiye'yi sokaklara döküp ateşe verenler, Hergün Doğuda Onlarca asker polis şehit düşerken neden sessizler?
Eğer uyanık olmazsanız, okumaz araştırmazsanız;
Sizi demokrasi, Ağaç, Çiçek, Böcek diye sokağa sürer, Ya Ukrayna gibi sizin ellerinizle ülkenizi parçalar, Ya Mısır gibi ellerinizle Ülkenize darbe yaptırır, uyandığınızda iş işten geçmiş olur. Mısırda demokrasi diye sokağa sürülen MALLAR, Darbeden sonra İDAM sephalarında yargılanıyor, hergün kurşuna diziliyorlar...
Almanya Hamburg'da olaylar oldu, sokakaklar ateşe verildi, Gezi olaylarında Taksimin ortasında soyunan kadın ALMANDI, neden kendi ülkesinde yoktu? Taksimde gençleri gaza getirmek için konser veren Piyanist bir ALMANDI, Neden ülkesindeki olaylarda yoktu? Geziparkta en önde yürüyen iriyarı kadın Alman yeşiller partisi eşbaşkanı Claudia roth'tu, neden ülkesindeki olaylarda yürümüyordu? Onların demokrasiye, ağaca ihtiyacı yokmu? Taksimde Tomanın önüne dikilen siyahlı kadın Amerikalı, Gençleri organize eden şıllık İNGİLİZ, Duran adam SIRP'TI...
Seçimden önce Sanatçılar, Ünlüler neden "BARIŞ İÇİN HDP" diyordu zannediyorsunuz, Birşey bildiklerinden değil, SIĞIRDAN farkları yok. Hergün mayın döşeyen, Bomba patlatan, hendek kazan, barikat kuran, asker ve polis şehit eden, ülkesini parçalamaya kalkanların sözcülerine BARIŞ İÇİN OY VERİYORUM DİYOR "MAL". Medya nereye sürerse sığır orayı doğru zannediyor. Bu ülkede yıllarca Mustafa Kemalin askerleriyiz diye nutuk atan Cumhuriyet gazetesi seçimden önce insanlar HDP'ye oy versin diye "PKK'lılar Kandilde yere izmarit bile atmayan" cici çocuklar diye servis etti, Cemaatçiler kapı kapı gezip HDP'ye oy istedi. Ulan bunlar kimi kandırıyor. Milleti aptalmı sanıyorlar?
Rusya ile ilişkilerimiz bozuldu, Rus savaş gemileri ellerini kollarını sallayarak Boğazlarımızdan geçiyor, neden Türkiye durduramıyor? Hiç düşündünüzmü? Sözcü, Cumhuriyet, Hürriyet yıllardır bağımsızlık nutukları atıyorlar, Hadi yazsınlar sebebini, Ulan bu milleti APTAL yerine koyuyorlar, gerçekleri yazmıyorlar, Türkiye daha boğazlarını denetleyemeyen bir ülke, hiç bir gemiyi durduramaz, para alamaz, arama yapamaz. İşte Erdoğan Kanal İstanbul ile Lozanın bu zincirlerini kırmaya çalışıyor. Kanal İstanbulu yaparsa bütün savaş gemilerini ordan geçirecek, hem denetleyecek, hem milyarlarca dolar kazandıracak. Bu bir bağımsızlık savaşı, sadece siz farkında değilsiniz, neden topyekün saldırıyorlar zannediyorsunuz.
Adam bana özelden yazıyor ; Kahraman sen HIRSIZLARI MI SAVUNUYORSUN? Bu ülkede 26 bankayı soyup İsviçre bankalarına taşıdılar, Hazineden tonlarca altını çaldılar, 2001 Krizinden önce, dolar fırlamadan önce Merkez bankasından milyarlarca doları götürdüler, 28 Şubatta bu ülkeden 291 milyar doları çaldılar. Enflasyon %70, Faizler almış başını gitmiş, Millet açlık ve sefalet içinde, Peki siz hiç hırsız var diye bağıran bir medya gördünüz mü? Bu cemaatçiler bu soygunların olduğu dönemde Ecevite dua, Demirele ödül veriyorlardı. Bu ülkenin başbakanının kumar masalarında burnu kırılıyordu.
Bugün Marmarayından tut, Yollar, Köprüler, Hızlı trenler, yerli helikopter, yerli tank, yerli uydu, hastaneler, Barajlar, asma köprüler bir bir yapılıyor, öğrencilere kitaplar, tablet bilgisayarlar ücretsiz dağıtılıyor, denizin üzerine hava limanları, Boğazın altına Avrasya tüneleri yapılıyor, Engellilere maaşlar bağlanıyor, Ama Erdoğan Hırsız. Bu gazeteler YALAN söylüyor. Asıl hırsız namussuz bunların kendisi, Erdoğan Tezgahı kurupta 80 senedir bu ülkenin kanını emenlerin rantını kesti, o paranın yönünü halka hizmete çevirdiği için hedefte, Yoksa Türkiyenin en zengin holding sahipleri, Neden ellerine pankart alıp ben ÇAPULCUYUM diye Geziparka indiler zannediyorsunuz, Orda ülkesini ateşe veren, ellerinde molotof dünyadan habersiz SIĞIRLAR için mi?Ulan bunların ağaç umrunda mı zannediyorsunuz? Bunlar Beykoz ve Sarıyer sırtlarında Villaları, golf sahaları, Özel havuzları için orman bırakmayan insanlar, 7 ağacın taşınması mı umurlarında?
Bakın partiler benim umrumda değil, Kim bize hizmet ediyorsa, Bu ülkye sahip çıkıyorsa, ona sahip çıkmak boynumuzun borcu.
Anlamanız için bir örnek vereyim ;
Gezi olaylarında sizi nasıl kullandıklarına dair,
Gezi platformu hükümetten ne istedi biliyormusunuz, Kanal İstanbuldan vazgeçilecek, 3 Köprünün yapımı durdurulacak, 3. Havalimanının yapımından derhal vazgeçilecek, Hidro elektrik santrallerinin yapımı durdurulacak. Ulan hani AĞAÇ için sokağa dökülmüştünüz? neyse başaramadılar.
17-25 Aralık dabesinde bu sefer cemaatçiler devre girdi, Tutuklanacakların Lisetesinin ilk sıralarında kimler varmış meğer, Kanal İstanbulun mütahileri, 3 Köprünün mütahitleri, 3. Havalimanın mütahitleri, HESLER ve HZILI treni yapan mütahitler. TESADÜFE BAK...
Ve bu kirli oyun bugün güneydoğuda sahneye kondu...
Taksimde başaramadılar, 17-25 Aralıkta başaramadılar, Şimdi marabaları PKK'yı sahneye sürdüler, Son bir ay içinde Doğuda benim bildiğim 4 Alman ajanı, 2 Rus ajanı, Çarşaflar içinde bir ingiliz ajanı yakalandı.
Tezgaha bak ya ; PKK'lı namussuzlar bir yanda Camileri ateşe veriyor, Ezanı susturuyor, Bir yanda Bir PKK'lı ite cübbe giydiriyor, İmam diye cemaatin önüne koyuyor, halkı isyana, hendek kazımaya çağırıyor. Namussuzlukta zirve.
İran hergün Kürt kardeşlerimizi VİNÇLE asıyor, Onlara hiç bir hak tanımıyor, Siz hiç PKK'nın İranda eylem yaptığını DUYDUNUZMU? Hatta İran kolu olan PJAK'ı fes ettiler. Ulan hani bunlar Kürtler için mücadele ediyordu? PKK Kürtlerin hem namusuna hem dinine musallat olmuş,Emperyalistlerin uşaklığını yapan ALÇAK bir örgüt.
Neyse ; Sizleri ALLAH için seviyorum, Menfaatler ötesinde...
 DOĞRULUK 
   Yüksek ahlaki değerlerin en başında, doğruluk yer alır. Doğruluk deyince; hem özde, hem sözde, hem de iş te doğruluk akla gelir. Nitekim  Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Kişinin dini düzelmez; kalbi düzelmedikçe. Kalbi düzelmiş olmaz; dili düzelmedikçe.Bunlar düzelmiş olmaz; davranışları düzelmedikçe.” (Ahmet b. Hanbel, 3/198) 
  Ahlaklı ve dürüst kişinin  her şeyden önce özü doğru olur. İçi başka dışı başka olmaz. Kalbinde kimseye karşı kin ve düşmanlık beslemez. Görünüşte dost olduklarına içten de dosttur. Onun içindir ki, ahlaklı ve dürüst kişiye herkes güvenir. Ahlaki değer olarak her çeşiti ile doğruluk, o kadar önemlidir ki, dürüst olanlar, Allah katında da, insanlar arasında da, makbul ve muteber kimselerdir. Söyleyen ne güzel söylemiş :  Sadıktır kişi, düzgündür anın işi, kazibtir kişi, bozuktur anın işi. 
   Doğruluk, insanlar arasındaki güvenin de kaynağıdır. Onun içindir ki doğruluk, imanın da ölçüsüdür. İmanlı kişi özü-sözü doğru kişidir. Ne güzel buyrulmuş: “Yalan ile iman bir arada durmaz!” Peygamberimiz(a.s.)  ir hadis-i şeriflerinde de şöyle buyurmuştur: “Aman yalandan sakınız. Zira yalan kötülüğe; kötülük de cehenneme götürür. Aman doğruluktan ayrılmayınız. Zira doğruluk iyiliğe; iyilik de cennete götürür.”(3) 
   Mevlamız buyurur ki:  “Ey iman edenler! Allahtan korkun ve sözü doğru söyleyin”(6) “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve özü-sözü doğru olanlarla beraber olun”. (Tevbe suresi, 119)

   Hz. Ali(k.v) efendimiz anlatıyor; 
Bir gün Hz. Peygamber(s.a.v)le otururken bir kişi geldi ve şunu sordu: “Ya Rasulallah İslam’ın en kolay tarafıyla en zor olan yönü nedir?” Peygamber Efendimiz(s.a.v) şöyle cevap verdi;
”İslam’ın en kolay olan tarafı kelimei şahadeti okumak, en zor olan yönü ise doğru ve dürüst olabilmektir”.

   Doğruluk insana özgüven sağlar, Özgüven insana güç verir, enerjisini artırır ve daha fazla çaba göstermeye özendirir. Başarı için ilham kaynağıdır. DÜNYANIN en iyi hastanesini düşünün. Her konuda dört dörtlük. İdaresi mükemmel, doktorları birinci sınıf. Hastalara çok iyi bakılıyor. Sadece yurt içinden değil, dünyanın her yerinden hasta geliyor... Bu hastanenin üstünlüğü, mükemmelliği nereden kaynaklanıyor? Elbette ki, doğruluk ve dürüstlüklerinden. Ancak, vasıfsız, çapsız, kalitesiz kimseler olsa, hastane birkaç ay içinde batacaktır. Fabrikalar, okullar, üniversiteler ve tüm kurumların idaresi de böyledir. Bu hizmet ve faaliyetleri vasıflı, güçlü, üstün, ahlâk ve fazilet sahibi, bilge, doğru, dürüst insanlar yürütürse ortaya harikalar çıkar. Bunları vasıfsız, ehliyetsiz, çapsız kişiler yaparsa bir sürü hezimet, felâket, hüsran olur. 

Öyleyse her zaman ve her yerde doğruluk ve dürüstlük;
* Yalan söylemek yok,
* Söz verip de sözünü tutmamak yok,
* Emanete hıyanet yok,
* Haram yemek yok,
* Rüşvet kesin olarak yasak,
* Mülkün temeli ve bekası adalet ile kaim,
* Komşusu aç iken tok yatmak yok,
* Lüks, israf, aşırı tüketim, saçıp savurma yasak,
* İyi komşu, iyi insan, iyi vatandaş, iyi amir ve memur, iyi patron, iyi çalışan ,
* Gıybet yaparak başkalarını çekiştirmek, çirkin bir iş, 
* Kendi babasının, kardeşinin aleyhinde de olsa doğru şahitlik yapmak farz,
* Her türlü sömürücülük yasak,

   Müslümanın özü-sözü birdir, Dürüsttür. Madden zarar görecekse bile manen zarar görmemek için Yalan söylemek, hile yapmak gibi bir Müslümanın şahsiyetine yakışmayacak şeylere tevessül etmez. Müslüman sözünde durur. Verdiği sözü tutar, tutamayacağını düşündüğü sözü vermez. Çevresindeki herkes tarafından güvenilir insan olarak bilinir. Peygamberlik silsilesinin son halkası olan Peygamberimizin, kırk yaşına girip daha kendisine nübüvvet verilmezden evvel bile, elinde bir çok hârikalar zuhur etmişti. Hayatının her kademesinde sadakat ve doğruluğun canlı bir örneği olmuştur. O her türlü riyâ ve yalandan uzaktı. Devrinde kimse kimseye itimad edemez ve güvenemezken, herkes ona inanıyor, ona itimat ediyor, ihtilâfa düştükleri meselelerde onun hakemliğine ve hükmüne râzı oluyorlardı. Onu inkâr eden düşmanları bile, onun sadâkat ve doğruluğunu, yalan ve riyâdan uzak olduğunu itiraf ederlerdi. Onda gördükleri eşsiz ahlâk ve yüksek seciyeyi takdir eder, ona "Muhammedü'l-Emin" (Güvenilir Muhammed) derlerdi.

    Sözünde durmak ise Kişinin söylediği söz ile yaptığı işin sonucunun aynı olmasıdır. İnsanlara, söyledikleri sözlere ve bu sözleri yerine getirip getirmediklerine göre değer verilir. Verdiği sözü yerine getiren insan, doğru, dürüst, güvenilir, dini hassasiyeti bulunan ahlâk sahibi ve sözünün eri bir insandır. Sözünde durmayan ise doğruluktan uzak, kendisine itimat edilmeyen, kişilik özellikleri oturmamış, şahsiyet zaafiyeti olan kimsedir. Hz. Allah(cc) buyuruyor ki; “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir günahtır.” (Saff Suresi-2 ve 3)   
    “Mahlukatın en şereflisi, sözüne en güvenilir olan ve verdiği sözü en çok tutan Rasulullah (sav) Efendimiz   buyuruyor ki; “Münafığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiğinde sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiğinde de hıyanet eder.” (Buhari, Camiu-s Sagir) Hatta: “Oruç tutsa, namaz kılsa, müslüman olduğunu söylese de”(Müslim). Bu Hadis-i Şerif, açıklamaktadır ki, bugün camilerde namaz kıldığı halde yalan söyleyen, verdiği sözde durmayan ve hainlik yapan kimseler vardır. 1400 sene önce Medine’de Mescid-i Nebevî’de de aynı şekilde Peygamberimizin ardında namaz kılıp Müslümanların kuyusunu kazan kimseler olduğu gibi bugün de vardır. “Oruç tutsa, namaz kılsa ve kendisini mü’min zannetse bile”  yalan söyleyerek sözünün bozuk oluşu, sözünden dönerek niyetinin bozuk oluşu, hıyanet ederek de davranışın bozuk oluşu kişiyi münafık eder. Müslüman’a yakışan odur ki sayılan bu alametleri kendisinden uzak tutacak bir gayretin içine girmek, hangi iş ve konumda olursa olsun böyle muamelelere asla yanaşmamak ve inanç yönünden en tehlikeli durum olan münafıklıktan uzak durmaktır. (Riyazüs Salihiyn, Edeb bahsi)   Bilindiği gibi münafık, iki yüzlü; içi başka dışı başka; imansızdan da beter kimse demektir. Münafık imansızdan beterdir. Çünkü imansız, ne ise olduğu gibi görünmektedir. Ondan bir zarar gelecekse de bellidir; gelmeyecekse de bellidir. Münafık ise, dini-manevi açıdan imansızdan farklı değilse de, özü başka sözü başka olduğundan, insanlarla alakası açısından, ondan ne geleceği belli değildir. Onun içindir ki, iki yüzlü insanların çokça bulunduğu toplumda güven olmaz; insanlar biri birilerine güvenemezler. Halbuki güven, beraber yaşamanın ilk ve vazgeçilmez şartıdır. Yalan; adam kandırmak, adam aldatmak demektir. İnsanı kandırmak, adam aldatmak ise, insana en büyük saygısızlıktır. Aldatmak, sözle olduğu gibi yaptığı işe hile karıştırmak ile de olur. Onun içindir ki, Peygamberimiz (s.a.v):“Bizi aldatan bizden değildir.”(5) buyurmuştur.
         Süleyman Hilmi Silistrevi (k.s.), hazretleri  mevzumuzla ilgili olarak şöyle buyururlar; “Allah yolunda ol, dosdoğru ol, verdiğin sözün eri ol. Evladım, ağzın laf ediyorsa dilinle doğru ol, sözünle doğru ol. Sana inanan kişilere karşı sözünden cayma. Eğer sözünü tutarsan "söz" olur ve seni cennete götürür, tutmazsan köz olur. Elinle doğru ol. Kolunu, muzırda değil yardım işinde kullan. Tartıyla iş yapıyorsan terazinde, ölçüyle iş yapıyorsan metrende ve litrende doğru ol. Doğrunun doğruluğu bütün sülalesine akseder, hepsini hayra götürür.”  


 

 İMPARATORLUĞUN DÖRT BİR YANINI MODERN HASTANELERLE DONATAN SULTAN ABDÜLHAMİD’İN SÜRGÜNDE PARASIZ KALAN KIZI AYŞE SULTANIN, ÇOCUĞUNU TEDAVİ ETTİREBİLMEK İÇİN KUZENİNE YAZDIĞI MEKTUP
1924'te bütün Osmanlı hanedanı üyeleri Türkiye'den sınırdışı edilerek değişik ülkelere sürgün edildiler.(Bu hanedan ülkenin birliği dirliği için taht kavgası olmasın ülke devam etsin diye 61 erkek evladını şeri fetva ile katletmişlerdi.İç savaş çıkınca onbinlerce vatan evladı ölür. Buna meydan vermemek için bizim bir evladımız feda olsun derlerdi.İç karışıklığı önlemek için evlatlarını feda ederlerdi. Bu sayede dünyanın en uzun ömürlü yaşayan devleti olmuşlardı.)Gönderildikleri yerlerde büyük sıkıntılar yaşayan hanedan mensuplarının çoğu gurbet elde kimsesiz, parasız ve perişan bir halde çok zor durumlara düştüler.
İmparatorluğun dört bir yanını modern hastanelerle donatan Sultan Abdülhamid’in kızı Ayşe Sultan, hastalanan çocuğunu tedavi ettirecek kadar dahi para bulamamanın acısı ile kıvranıyordu. Ayşe Sultan'ın (amcası Sultan Vahideddin’in yine Fransa’da sürgündeki kızı) Sabiha Sultan’a 17 Temmuz 1951’de gönderdiği ve gözyaşları içinde yazdığı duygu dolu mektupda, kuzeninden hasta olan küçük oğlunun tedavi masrafı için 100 lira istiyordu:
"İki gözüm sevgili hemşirem,
Eğer bir mecburiyet altında olmasaydım yazmaz ve rica ile rahatsız etmezdim. ...İçler acısı oğlum Hamid, bir aydır büyük krizler geçirerek hayatı ile mücadele etmektedir. Ne yapacağımı bilmeyerek şaşkın, meyus, nikbin, gözyaşımla kaldım.
Doktorlar hemen derhal hastahaneye girip tedavi edilmesi lüzum-ı kat’isini söylüyorlar. Aksi halde maazallah, hayatı tehlikededir. ...Ne yapacağımı bilmiyorum. Bana yüz lira göndermen mümkün müdür kardeşim? Eğer bana bu iyiliği edersen, oğlumun hayatını kurtaracaksın. Senin nasıl şefkatli bir anne olduğunu biliyorum. Benim bu feláketimde yardım etmenizi rica ederim. Mektubumu yazarken gözyaşlarım akıyor. Allah sana evládlarını bağışlasın. Cevabını serian (hızlı bir şekilde) bekleyerek yardımını tekrar rica eder, muhabbetle gözlerinden öperim sevgili kardeşim.
“Ayşe"
Fakat küçük oğlunun ölümünü görme acısını yaşayan Ayşe Sultan, Fransa'da geçinebilmek için "İnnallahe meassabirin" (Allah sabredenlerle beraberdir) ayetini işlediği elişleri yapardı. Büyük oğlu Ömer Nabi Bey ise gündüzleri okuyup, geceleri de metro istasyonunda Cezayirli Müslümanlara bu elişlerini satardı.(NOT:Kanuni Sultan Süleyman zamanında İspanya ülkelerindeki yahudileri , ülkeye zararlı , fesat ve şerir mahluklar oldukları için katletmeye başlamıştı.Bu katliamı duyan Kanuni " Onları katletmeyin. Ben ülkemin bir köşesinde onları iskan edeyim.Deyip donanma ile yahudileri İspanyadan getirtip İzmir ve Selanik'e yerleştirmişti. İşte Osmanlı'yı bu nankör yahudi güruhu yıkmıştır.)



Allah'ın Meleklerin, Peygamberlerin, Müminlerin ve bütün Lanet edicilerin Laneti Benim Ayasofyamı Camiilikten çıkaranların üzerine olsun.(Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya Vakfiyesinden)
 AZERBAYCANIN İLK DEFA M.KEMAL İN HİLESİ İLE RUSLARA İŞGAL ETTİRİLDİĞİNİ DUYUNCA Ş O K E OLDUM.
BAKIN HARF İNKILABININ ASIL AMACI NEYMİŞ;
(kaynak yazının içinde..)
"Harf devriminin amacını, İsmet İnönü hatıratında açıklıyor;

“Harf devriminin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaşmasını sağlama değildir. Okur-yazar oranının düşük oluşunun yegâne sebebi alfabenin öğrenilmesinin zor olması değildi. Uzun yıllar devlet, eğitim sorununa eğilmemiş, kütlesel eğitime önem vermemişti. Devrimin temel gayelerinden biri yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyası ile bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı. Yeni nesiller, eski yazıyı öğrenemeyecekler, yeni yazı ile çıkan eserleri de biz denetleyecektik. Din eserleri eski yazıyla yazılmış olduğundan okunmayacak, dinin toplum üzerindeki etkisi azalacaktı.”

Kaynak: İsmet İnönü Hatıralar Cilt 2, Sahife 223 Bilgi Yayınevi 1985

Açıklama: İsmet İnönü’nün hatıratı Sebahattin Selek tarafından yazılmıştır.Selek, İnönü’nün anlattıklarını yazmış, kendisi eklemelerde, açıklamalarda bulunmamıştır. Teybe okunan ses kayıtları kitaplaştırılmıştır. Teyp kayıtlarının bir kısmı 1968 yılında yayınlanmıştır.Kaydın tamamı ise iki cilt halinde yayınlanmıştır."

ÂKİF’İN SULTAN HAMİD’E HUSÛMETİ NEREDEN GELİYOR?
Mehmed Âkif, modernist zihniyeti ve İttihatçı kimliği ile Sultan Hamid’in amansız muhalifleri arasında yer almıştır. İslâm birliğini müdafaa eden bir şairin, yine bu uğurda tahtını veren bir padişaha, böylesine düşmanlığı, doğrusu çoklarını şaşırtmıştır.
Epey oluyor, bir gazete, Âkif’in Safahat’ını promosyon vermiş. Önsözünde de adeta bir mukaddes kitap gibi ballandıra ballandıra övmüş.
Yeri geldikçe de, “bu mısralarda kast edilen Sultan Hamid’dir” diye de not düşülmüş. Güler misin ağlar mısın, dedim içimden. Mehmet Âkif Ersoy (1873-1936), İslâmcı vasfına rağmen, Sultan Hamid ile yıldızı hiç barışmamış bir şairdir. Her ikisini de, delicesine sevenlere rastladıkça, iki zıt şey nasıl bir araya gelir, diye düşünüyor insan.
“İnkılâb istiyorum ben de!”
Arnavut müderris İpekli Tahir Efendi’nin oğlu olarak Fatih’te doğdu. Adını Ragîf koymuşlardı; ama Âkif kolay geldi; ismi öyle kaldı. Sultan Hamid’in yaptırdığı baytar mektebinde okudu.
Memuriyete girdi. Cami derslerinden biraz dinî kültür elde etti. Edirne’de hükümet baytarı iken tanıyıp sevdiği Alliance Mektebi muallimi Talat Paşa vesilesiyle İttihatçılara karıştı. Ölene kadar da öyle kaldı.
Ateşli nutukları ve şiirleri ile davalarını destekledi. Teşkilat-ı Mahsusa (istihbarat) ajanı olarak çalıştı; bu uğurda diyar diyar gezdi. Halifenin tahttan indirilmesinde rol oynayarak, İslâm dünyasında bugün bile sönmeyen yangını ateşleyenler arasında yer aldı.
1913’den sonra Ziya Gökalp’in Türkçülük fikri yörüngesine giren arkadaşlarını tenkit edince, bu sefer onların gazabına uğradı; işinden oldu ve mecmuası da kapatıldı.
Hempâları, imparatorluk gemisini batırdıktan sonra, Anadolu’ya geçerek Yeni-İttihatçı hareketin içinde yer aldı. Burdur mebusu oldu. Taceddin Tekkesi şeyhi, evini kendisine tahsis etti. Burada Sebilürreşad’ı çıkarttı.
Bir yandan İstanbul’u ağır dille zemmederken; öte yandan Ankara’yı destekleyen vaazlar verdi; destanlar yazdı. Bunlardan biri, dostu Hamdullah Suphi sayesinde millî marş kabul edildi. Sultan Hamid’e kükreyen şair, saltanatın ve hilâfetin kaldırılmasına sesini çıkarmadı.
İslâm dünyasında modernizmin lideri ve İngiliz siyasetinin destekçisi Cemâleddin Efgânî ve talebesi Mısır Müftüsü Abduh ile tanışması, Âkif’in hayatını değiştirmiştir.
Bu iki mason biradere medhiyeler yazmıştır: “Çıkarıp gönderelim hâsılı şeyhim yer yer/Oradan âlem-i İslâma Cemaleddinler”.
Âsım adlı şiirinde de şöyle der: “Mısır’ın en muhteşem üstadı Muhammed Abduh/Konuşurken neye dairse Cemâleddinle/Der ki Tilmizine Afganlı; Muhammed dinle/İnkılâb istiyorum hem çabucak/Öne bizler düşüp İslâm’ı da kaldırmazsak/Nazariye ile bir şeyler olur zannetme/O berâhini de artık yetişir dinletme/İnkılâb istiyorum ben de, fakat Abduh gibi”.
Merhum Ahmed Davudoğlu, “Berâhini (burhanları, âyetleri) dinlemek istememek, doğrudan kelâm ilmine ve teselsülün butlanına [yaratılışın başı bulunduğuna, yani Allah’ın kadîm, başka her şeyin yaratılmış olduğuna] itirazdır ki, maazallah dine dokunur” der.
Efgânî ve Abduh’un, Sultan Hamid’in gelenekçi siyasetine şuurlu düşmanlığı, kendisine de sirâyet etti.
Londra’nın, sömürgeciliğin en parlak olduğu o zamanki dış politikası, Sultan Hamid’i ve onun otoriter halifelik siyasetini bertaraf etmek üzerine kuruluydu.
O gitmedikçe, İslâm dünyasında modernizmin yerleşemeyeceğini iyi biliyordu. Yerli gafiller sayesinde, bu emeline kavuştu.
Böylece Âkif’in de, emsalleri gibi, hiç sevmez göründüğü İngilizlere büyük hizmeti geçti; İstanbul’un işgalinde tutuklanmayıp, Ankara’ya gidişine göz yumulması da, muhtemelen yeni ufuklara yelken açması içindi.
İttihatçılar, Sultan Hamid’in “istibdadına”; hakikatte ise, onun sahip çıktığı Ehl-i sünnet vurgulu dindar hayata karşıydı. Hürriyetten kast ettikleri, dinî geleneklerden âzâde, alabildiğine serbest bir hayattı.
Âkif dindardı; ama fikriyat itibarıyla modernistti. Sultan Hamid’e düşmanlığı bundan ileri gelir; siyasî sebeplerden değil. Dolayısıyla, pişmanlık mevzubahis olmamıştır; olması da beklenmez. Bazıları Semerci şiirini bir pişmanlık eseri olarak görürse de, Âkif burada yeni gelenlerin, eskisini arattığını terennüm etmekten başka bir şey yapmış değildir.
Sultan Hamid’i sık sık edebli! tabirlerle anar:
“Ortalık şöyle fenâ, böyle müzebzeb [karışık] işler/Ah o Yıldız’daki baykuş ölüvermezse eğer”; “Çoktan beridir vardı benim bir derdim/Gideyim zâlimi îkaz edeyim isterdim/Kafes ardında hanımlar gibi saklıydı Hamid/Âl-i Osman’dan bu korkaklık edilmezdi ümid”;
“Ah efendim o ne hayvan, o nasıl merkepti!”; “Ah efendim o herif yok mu, kızıl kâfirdi”; “Yıkıldın gittin amma ey mülevves devr-i istibdad/Bıraktın milletin kalbine çıkmaz bir mülevves yâd/Düşürdün milletin en kahraman evlâdını ye’se/Ne mel’unsun ki rahmetler okuttun ruh-i İblis’e”; “Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek/Otuz üç yıl bizi korkuttu şerîat diyerek”.
Midesi bulanıyormuş
“Kardeşim” dediği Mithat Cemal (Kuntay) anlatıyor: Âkif, üç padişahtan Reşad’a kızıyor, Hamid’den iğreniyor, Vahdettin’e hem kızıyor, hem iğreniyordu…
Eşref’in “Besmele gûş eyleyen şeytan gibi/Korkuyorsun höt dese bir ecnebi/Padişahım öyle alçaksın ki sen/İzzet-i nefsin Arab İzzet gibi” kıtasına bayılırdı.
Abdülhamid’den yalnız mânen değil, maddeten de iğreniyordu. 1908 Meşrutiyeti’nde Meclis-i Meb’usan’ın açılacağı gündü. Âkif’le Büyük Reşid Paşa türbesinin önünden geçiyorduk. Halk koşmaya başladı. İzdihamın koşması sâridir; biz de koştuk. Âkif beni bıraktı, kalabalığı yardı; yarmasıyla beraber geri kaçtı; sapsarıydı.
“Bir cinayet mi var?” dedim. “Aman dur, midem bulanıyor” dedi. Midesinin bulanması ifade tarzı değildi; bütün safrası yüzündeydi. “Hasta mısın yoksa?” dedim.
Hasta filan değildi; ömründe ilk defa Abdülhamid’in yüzünü görmüştü. Padişah açık bir arabada Meclis-i Meb’usan’ın küşad resmine [açılış merasimine] gidiyordu.
Âkif: “Boyalı sakalı ile suratı birdenbire karşıma çıktı; fena oldum” dedi.
Halk geçip giden arabayı hâlâ alkışlıyordu. Âkif: “Aman yarabbi, otuz üç sene bu! Hâlâ alkışlıyorlar, kaçalım. Bir sokağa sapalım!” dedi. Bu alkışların duyulamayacağı bir yer arıyordu. Bir müddet sonra Sultan Hamid mebuslara Yıldız köşkünde bir akşam yemeği verdi. Yemekten sonra bazı meb’uslar Abdülhamid’in ellerini öptüler. Âkif buna haftalarca kızdı… [Mehmet Akif, İst. 1939, s. 242-243]
Ha gayret!
Medine-i Münevvere’de kalırken, ailesiyle burada yurt tutmuş ve Şeyhülislâm Ârif Hikmet Bey kütüphanesi müdürlüğü yapmış Ali Ulvi Kurucu ile ahbablık kurmuştum. Konyalı Hacıveyiszâdenin yeğeni idi. Çok fazla ilmi yoktu; ama saf ve temiz bir insandı. Hicaz’a giden Türklere yardımı çoktu.
En bariz hususiyeti, inkılâpçılara reaksiyonun lideri sandığı Âkif’e aşırı hayranlığı idi. Onunla oturur, onunla kalkardı. Onun gibi konuşur; onun üslûbuyla şiir yazma kudretine sahip idi. Birgün evinde sohbet ederken, söz Âkif ve Sultan Hamid’e geldi. Ben bilmez gibi, buna şaşırdığımı söyledim ve Âkif’in pişman olup olmadığına sordum.
Bu mevzuyu çok araştırdığını, ama pişmanlık eserine rastlamadığını üzülerek itiraf etti. Sonra şunu anlattı: “Ben bu hadiseyi temize bağlamak için, Âkif’in ağzından Sultan Hamid’i öven ve pişmanlık gösteren bir şiir yazmak istedim. Bunu Âkif’in dostu Fuad Şemsi’ye verip, neşrettirecektim.
Güya Âkif vefat etmeden evvel bu şiiri yazıp, ona vermişti. Nitekim böyle yaptığı başka şiirleri vardı. Ancak kendisine danıştığım, Âkif’in yakın dostlarından rahmetli Mahir İz mâni oldu. Sakın yapma, iş ortaya çıkar, daha da kötü olur, dedi.”
[Bu yazıyı yazdıktan sonra görüştüğüm Kadir Mısıroğlu, Medine-i Münevvere’de iken (1976), Ali Ulvi’nin aynı gerekçeyle böyle bir şiiri Sebil Mecmuası’nda neşretmek istediğini, ama kendisinin "Ben böyle bir sahtekârlığa âlet olamam" diyerek kabul etmediğini anlattı.]
Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci



ZULÜM İLE MİLLETLER KOYUN OLURMUŞ.BENLİKLERİNİ,DİNLERİNİ,İZZETLERİNİ MÜDAFAA EDEMEYECEK DURUMA DÜŞERMİŞ.AŞAGI MAHALLEDE SÖYLENEN YALANA YUKARI MAHALLEDE KENDİSİ DE İNANIRMIŞ.YALANLARI FARKEDECEK KADAR DİRAYET SAHİBİ OLAMAZMIŞ. OSMANLI ALLAH YOLUNDA OLDUĞU İÇİN ŞEYTAN DÜŞMAN,ŞEYTANLAŞMIŞ İNSANLAR DÜŞMAN,ŞEYTAN AĞINA DÜŞMÜŞ ADI MÜSLÜMAN ZAVALLILAR DÜŞMAN.ONLARI ALLAH VE RASULÜ SEVMİŞ. BU ŞEREF ONLAR İÇİN KAFİDİR
  http://www.cezmiyurtsever.com/ Yakın Tarihimizle ilgili Doğru
 Bilgiler İçin Tıklayınız...Ülkeizde Yahudi ve Sebatay Derin Devleti.

YAKIN TARİHİMİZ KASTEN YANLIŞ YAZILMIŞTIR. DOĞRUYU SÖYLEMEK, FİKİR AÇIKLAMAK YASAK EDİLMİŞTİR. YANLIŞLIKLAR KANUN İLE KORUNMUŞTUR. YANLIŞLIKLARI DÜZELTMEYE İZİN VERİLMEMİŞ VE TARTIŞILMASI (DERİN DEVLET TARAFINDAN) YASAK EDİLMŞTİR. MEKTEPLERDE OKUTULAN TARİHLER TAMAMEN YANLI, YALAN VE GAYRİMÜSLİM TARİHÇİLERE YAZDIRILMIŞTIR. TARİHÇİ EMİN OKTAY ERMENİ ASILLIDIR.YAKIN ZAMANA KADAR İLK , ORTA VE LİSE MEKTEPLERİNDE BU KİŞİNİN YANLI VE ASILSIZ TARİH KİTAPLARI OKUTULMUŞTUR.(Necip Fazıl KISAKÜREK)

 PKK NİÇİN KURULDU?
 Ermeniler Osmanlının en sadık teba’sıdır. Rusların hile ve desiseleriyle Ermeniyi kandırmış doğuda ayaklanma çıkartmışlardır. İstanbul ve boğazları arzu eden Ruslar,bu emellerine ulaşamayınca Ermenileri kullanarak doğudan bir koridorla akdenize inmeyi planlamış ve Ermenileri Osmanlı’ya karşı ayaklanmaya teşvik etmiştir. Kürtleri öldürüp, kovup doğuyu ellerine geçirmek istemişlerdir.Doğuda katliamlar yapmışlardır.Bu plan Rusların iç karışıklığı nedeniyle fazla destek göremediğinden ve doğu halkının vatanını savunması sonucu geri çekilmek zorunda kalmışlardır.O yıllarda doğuda ermeniler çok kürt katletmişler, kürtlerde kendilerini savunmuş ve ermenilere karşı koymuşlardır. PKK, kürtlerden ermeni intikamını almak için kurulmuştur.İstihbarat gücüyle, intikam amacıyla kürt gençlerini kullanmayı ve kürdü kürde kırdırmayı başarmıştır.Doğuda sadece kürt yok. Arap, Süryani, Türk, Zaza, Gürcü, Türkmen …birçok kavim yaşar. Ama PKK sadece kürt katleder. Kürt köylerini basar. Bebek, çocuk, kadın ödürür eskinin intikamını almak için. Taa ki buranın insanı buraları terk etsin. Buralar sahipsiz kalsın. Buralarda arazi ucuzlasın. İsrail devletinin kurulduğu gibi doğuda bir ermeni devleti kurulsun. PKK belası Türkiye Avrupa birliğine girene kadar devam edecek. Doğu PKK belasıyla boşalacak. Doğuda araziler boşalacak ve ucuzluyacak. Ermeniler de bu zaman zarfında el altından doğudan arazi alacak. İçerdeki hainler eliyle, çeşitli yollar kullanılarak doğu parayla ermeninin olacak. Türkiye Avrupa birliğine girince, dünyadan Ermeniler gelecek ve buralara yerleşecek. Ermeni nüfus çoğalınca da Ermenistan’a bağlanacak. Gaziantep emniyet müdür yardımcılarndan birinin tesbiti bu tezi doğruluyor. Antep köylerinden bir köylünün ikide bir pasaport alarak Fransa’ya gitmesi dikkat çeker. Bu adam sık sık Fransaya gitmektedir. Türkiye’ye ise yüklü paralarla dönmekte ve arazi satın almaktadır.Oğlu, kızı ve akrabaları üzerine onbinlerce dönüm arazi aldğını emniyetimiz tesbit etmiştir.Bu adam TC vatandaşıdır. Ama aslı ermenidir. Bu kişinin büyük Ermenistan için arazi aldığı tesbit edilmiştir. Kendilerini, çoluk ve çocuklarını katleden, yurtlarından yine kendilerini kullanarak sürgün edip kaçıran bu PKK yı iyi tanımalıyız. PKK nın bizi bize kırdırdığını görememek ne büyük gaflettir. Yabancı oyunlarını sezememek, ne kötüdür. Onlara alet olmak ise, delalet mi, hıyanet mi iyi düşünmeli!!!!!! İstihbarat gücüyle ittihat ve terakki cemiyetini kuran düşmanlarımız bu gafillere Osmanlıyı yıktırmışlar. Bunlarla kedinin fare ile oynadığı gibi oynamışlardır. Yine bunların devamına Menderes’i astırmışlar. 1960 ihtilali ile yurdumuzu yıllarca geriye götürmüşlerdir.Çeşitli oyunlarl bu ihtilaller meşru gösterilmiştir.Gerçekten vatanını sevenler ise hain gösterilebilmiştir.1960 ile 1980 arası aynı sanat ile onbinlerce Türk gencini birbirine , kardeşi kardeşe kırdırmışlardır. Bu plan da tutmayınca kürt-türk fitnesini tezgahlamışlardır. Düşman çok acımasız olur. Uyanık olmazsak hataları telafi çok zor olur. Haçlılar çeşitli ayak oyunları ile bu zokayı bize yutturmaya çalışır.Düşmanların hain planları iyi sezilmeli. Herkes vatan ve milletini sevdiği kadar uyanık olabilmelidir.. Düşmanlar hataları ve gafletleri çok iyi değerlendirir. Gün birleşmek,birlik ve beraberlik günüdür.Düşmanlarımız akı kara karayı ak gösterebilmekte. Cüceler dev devler cüce gösterilebilmektedir.Alinin külahı veliye giydirilerek halkı uyutma ve kullanma sanatını çok iyi bilmektedirler. Büyük düşünmek ve ilerileri görebilmek dileğiyle ...
Unutma!.. Düşmanın senin için asâletsizliği nisbetinde tehlikelidir.
Olgunluğun en bâriz göstergesi, dedikodu ve iftirâya tahammüldür. Bu olgunlukta birinci basamak; dedikodu ve iftirâya muttalî olunduğu nisbette ve sükûnetle cevap vermekle iktifâdır. İkinci basamak, böyle bir dedikodu ve iftirâya sevinmek, üçüncü basamak ise, kendi nâmına sevinirken, dedikoducu ve iftirâcı hesâbına üzülmektir. Bu üzüntü, sevince gâlip değilse, olgunluk yine de eksik demektir. Bu olgunlukta zirve ise, iftirâya cevap vermeksizin tahammül ve sevinmeden istiğfardır. Zîrâ dedikodu (gıybet) ve iftirâ olmasa günâh yükünü taşıyabilecek olan sırt nâdirdir.
Bereket veya muvaffakiyet, tedbîrin takdire tevâfuku nisbetindedir!.. Bereketsizlik veya muvaffakıyyetsizlik ise, tedbîrin takdire adem-i tevâfuku neticesidir. Bu sebepledir ki attığın bir adımdan me’mûl, muhtemel ve müteâmel, olandan daha büyük bir netice hâsıl olmuşsa o adım, kadere tevâfuk bereketine mazhar demektir. Devam et! Aksi hâlde azm ettiğin işten geriye dön!
                                                                                 Kadir Mısıroğlu

Merhum Sultan Vahideddin Han R.A
Ahmet ANAPALI | habervakti
13 Nisan 2009 Pazartesi 21:10
   6 Asır yaşayan Osmanlı İmparatorluğunun 36. ve son padişahı Sultan Mehmet Vahidettin Han 1 şubat 1861’de doğdu. 4 aylıkken, Babası Sultan Abdülmecid han vefat etti. Yetim kaldı, 5 yaşında annesi vefat etti, Öksüz kaldı. Bakımını üvey annesi ve ağabeyi Sultan Abdülhamid han üstlendi. Annesiz ve babasız büyüyen Sultan Vahidettin han, her daim saray nimetlerinden hep en az istifade edendi. 
     4 yaşında “Âmin Alayları”yla beraber okula başladı. 5 yaşında okuma yazmayı öğrenen her şehzade gibi dinî ve müsbet ilimlere başladı. 10 yaşında başladığı Şehzadeler mektebinden Piyano, musiki, Fransızca gibi derslerden kaçarak gizli gizli halkın kullandığı tramvaylarla İstanbul’un “Fatih”  semtindeki medreselere kaçar, burada Farsça, Arapça, Hadis, Kelam, Fıkıh gibi derslere girerdi. Bu sayede döneminin en mühim Fıkıh alimlerinden biri oldu. Padişahlığı esnasında kendisine sunulan fetvaları usûlden ve esastan bozacak geri gönderecek ve şeyhülislamlara Fıkıh dersleri verecektir.
    Genç denilecek bir yaşta evlendi. Dinî ilimlerde zirveyi yakalamış olan Sultan Vahidettin  han Edebiyat, Güzel Sanatlar ve Musiki alanında da ciddî çalışmalarda bulundu. Usta denilecek düzeyde piyano ve tambur çalabiliyordu. Bugün T.R.T. repertuarlarında 41 tane piyano ve tambur ile çalınabilen bestesi mevcuttur. Ömrü boyunca hiç çok parası olmadı. Hayalini bile kurmadı. Ağabeyi Sultan Abdülhamid Han hazretlerinin düğün hediyesi olarak verdiği Çengelköy’deki evi dışında hiç gayrimenkulu olmadı. Kendisini tamamen Tasavvuf ve ilim dolu bir hayata gark eden Sultan Vahidettin 57 yaşında 3 temmuz 1918’de Ağabeyi Sultan Mehmet Reşad Han’ın vefatı üzerine 4 temmuz 1918 Perşembe günü sabah 10,30 da taht’a oturdu. Oturduğu an etrafında bulunan herkese; “Ben kendimi bu vazife için hazırlamadım. Şaşmış ve korkmuş bir haldeyim. Bana dua ediniz” demiştir. 
    Taht’ta çıkışından 2 ay 26 gün sonra, bir grup cahil maceraperestin hatasından dolayı girdiğimiz 1. dünya savaşının faturasını bize kesmek üzere emperyalist güçlerce tezgahlanan “Mondros Ateşkes Antlaşması” imzalandı.  Bir grup cahil maceraperestin hatasından dolayı girdiğimiz 1. dünya savaşının faturasını bize kesmek üzere emperyalist güçlerce tezgahlanan .
     Bu antlaşmayı Sadrazam Tevfik Paşa’ya meşhur “Bahçe Telgrafı” olarak bilinen telgrafla Mustafa Kemal Paşa tarafından, “-Muhakkak bu insanı Bahriye Nazırı yapın” diye  tavsiye ettiği  “Rauf Orbay” imzalamıştır. Padişah Mehmet Vahidettin Han’ın “-Aksi ve sert maddelerle karşılaşırsan asla imzalama ve derhal geri dön diye telkin ve ihtarda bulunmasına rağmen…” Şimdi bazı çehreler ve çevreler bu antlaşmadan dolayı memleketin parçalanmasının faturasını bu zavallı padişahın omuzlarına yüklüyorlar. Halbuki ülkenin parçalanmasına sebep olan bu antlaşmayı imzalayan Rauf Orbay ilerleyen zamanlarda Meclis Başkanı ve hatta Başbakan olacaktır… Tarihin cilvesi…
              
     Bir gün, Yıldız Sarayında Sultanın çalışma odasından başlayıp bütün sarayı saran meşhur yangın esnasında nöbetçilerden biri saraya bakar ve ağlar. Bu durumu gören Sultan Vahidettin Han  nöbetçiye hitaben; “—Ne ağlıyorsun be adam benim memleketim yanıyor. Sarayım yanmış, evim yanmış ne ehemmiyeti var.” Der. İşte tarihe “HAİN” olarak lanse edilen adam…
 
    Sonradan Mustafa Kemal Paşa’nın yanına geçen ve İstanbul’da Ankara hükümetinin casusluğunu yapan Sultan Vahidettin Han’ın emir subayı Neşet bey, Sakarya Meydan Muharebesinin zaferle neticelenmesi üzerine Sultanın yaşlı gözlerle gökyüzüne bakıp ; “- Allah’ım sana çok şükür” dediğini anlatacaktır. Bu hadiseyi bizlere nakleden Neşet bey sonraları Deniz Kuvvetleri Komutanlığına kadar yükselecektir. İşte tarihe “HAİN” olarak lanse edilen adam…
     Sonradan Mustafa Kemal Paşa’nın yanına geçen ve İstanbul’da Ankara hükümetinin casusluğunu yapan Sevr antlaşmasının görüşmeleri esnasında rahatsızlanan  ve meclisi terk eden Sultan Mehmet Vahidettin      han damadı, başkatibi ve veliahtın koluna girip salonu terk ederken merdivenlerde dengesini kaybeder ve hüngür hüngür ağlayarak “—Yarabbi bana yardım et, karılar gibi ağlıyorum başka da bir şey yapamıyorum”. Diyecektir. İşte tarihe “HAİN” olarak lanse edilen adam…          
    Sevr antlaşmasının görüşmeleri esnasında rahatsızlanan  ve meclisi terk eden Sultan Mehmet Vahidettin  han damadı, başkatibi ve veliahtın koluna girip salonu terk ederken merdivenlerde dengesini kaybeder ve hüngür hüngür ağlar
    İçinde Es Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin bulunduğu, devrin en meşhur alimlerini saraya iftara davet edip onlara Ankara hükümetinin ve Kuvva-i Milliye güçlerinin muzaffer olması için Allah dua ediniz demiştir. İşte tarihe “HAİN” olarak lanse edilen adam…  
  
    Memleketten beş parasız kovulduğu gün Topkapı Sarayında bugün sergilenen imparatorluğun hazinesine elini sürmemiş ve hatta kendisine babasından kalan zümrüt taşlı yüzüğü de parmağından çıkartıp demirbaşa sokup memlekette bırakan Sultan Vahidettin Han, bu hareketi niçin yaptığını soranlara; “Bu yüzük de tıpkı diğer hazine parçaları gibi benim değil, bu memleketindir. Yani benim değildir.” Demiştir. İşte tarihe “HAİN” olarak lanse edilen adam…
 
     Memleketten beş parasız kovulduğu gün Topkapı Sarayında bugün sergilenen imparatorluğun hazinesine elini sürmemiş ve hatta kendisine babasından kalan zümrüt taşlı yüzüğü de parmağından çıkartıp demirbaşa sokup memlekette bırakan Sultan Vahidettin Han, bu hareketi niçin yaptığını soranlara onlar benim değil memleketindir demiştir.
 Sultan Mehmet Vahidettin han’ı, Sevr Antlaşmasını imzalamasından ötürü “Vatan Haini” olarak lanse edenler, lütfen bir zahmet Sevr Antlaşmasının üstüne baksınlar ve padişahın imzasını bulup bana da göstersinler.Gösteremezler çünkü yoktur. Sultan Sevr’i İMZALAMAMIŞTIR.
 
Mehmet Vahidettin Han yıllar sonra kendisine bu antlaşma hakkında fikrini soran Mevlanzade Rıfat Bey’e “—Ben o lanetli Sevr’i elime aldığımda korkunç bir ürpeti ve rahatsızlık duydum. O metni asla imzalamadım İmzalayamazdım da… Çünkü o metin bu milletin İdam fermanı idi. Kafama silah dayasalardı da padişahlıktan istifa edecektim ama yine de imzalamayacaktım.” Diyecektir. İşte tarihe “HAİN” olarak lanse edilen adam…
 
    Öldüğü gün üzerinde haciz bulunduğu için 46 gün kaldırılamayan ve farelerin hücumuna maruz kalan Sultan Mehmet Vahidettin han, eğer kimilerinin dediği gibi memleketten kaçtıysa niçin hazineyi de beraberinde götürmedi. Bu çelişki nasıl ifade edilebilir. 26 Mayıs 1926 günü Allahın rahmetine kavuşan Sultan Mehmet Vahidettin Han’ın vafatını Adana’daki bir yurt gezisinde öğrenen Mustafa Kemal Paşa, “ – Allah Rahmet eylesin Çok namuslu bir insan ölmüştür. Eğer isteseydi hazineyi de beraberinde götürür Avrupa’da o parayla öyle büyük bir ordu kurup üzerimize öyle bir gelirdi ki….” Demiştir.
    Eğer kimilerinin dediği gibi memleketten kaçtıysa niçin hazineyi de beraberinde götürmedi. Bu çelişki nasıl ifade edilebilir. Demiştir.
    Çoğu geceler aç yatardı. Ve yine çoğu geceler sadece soğan ekmek yerdi, ama asla Türkiye ve Mustafa Kemal Paşa hakkında en küçük bir hakaret etmedi. Hatta bir gün  bahçede oyun oynayan torunu  ve oğlu şarkı babında bir şeyler söylemekte ve araya “Kahrol Mustafa Kemal Paşa” sözlerini serpiştirmektedirler. Bu sözleri duyan sultan, çocukları yanına çağırır ve der ki, “Bir daha böyle sözler söylediğinizi duyarsam kulaklarınızı keserim. Mustafa Kemal Paşa memleketi kurtardı ve ayrıca o benim paşamdır.” Demiştir.İşte tarihe “HAİN” olarak lanse edilen adam…
 
   Sessiz sakin kimseye zahmet vermeden öldü gitti ve geriye söylediği şu sözler kaldı. “BEN ANLAŞILMAYI TARİHÇİLERE BIRAKTIM. MEMLEKETİN PARÇALANMASINA ENGEL OLAMADIYSAM DA, TÜM KÖTÜLÜKLERİ ÜZERİME ÇEKEREK VE ANKARA’YA ZAMAN KAZANDIRARAK  BİR NEVİ PARATONER VAZİFESİ GÖRDÜM. BEN ANLAŞILMAYI TARİHÇİLERE BIRAKTIM

Osmanlının yıllarca içten ve dıştan  uğraşılarak yıkılması dünya müslümanları için felaket olmuştur. Osmanlı en zayıf zamanlarında bile dünya müslümanları ve bütün mazlum milletler için bir sığınak olmuştu.Osmanlı için söylenen bütün olumsuzluklar iftiradır. Hataları olmuştur elbet ama Osmanlı Rasulullah ve eshabının yolundan gitmeye büyük gayret göstermiştir. Haçlı ve Yahudi oyunlarıyla perişan
edilen parça parça edilen islam ümmeti en garip zamanlarını yaşamaktadır. Müslümanların madden çok güçlü olmalarına rağmen. Dünyanın bir köşesinde müslüman katliamı olurken diğer yerdeki müslümanlar zevki sefasına devam edecek kadar kör hale getirilmiştir.

Osmalı çökünce neler oldu? Dünya müslümanları perişan olmadı mı? Maddi imkanları olduğu halde birbirlerine yardım edemeyecek hale geldiler. Din kardeşlerinin katledilişini seyredip tepkisiz ve biçare kalacak durumlara düştüler. İşin en kötüsü müslümanlığın yüce ruhundan uzak, başıboş ve zavallı durmuna düştüler.Batının hile ve oyunları ile bu durumlara düşürüldüler. Şimdi yavaş yavaş akılları başlarına geliyor ama yeni oyun ve desiselerle haçlı ağına
düşmeseler.
MEHTERİN TARİHÇESİ.(Gönüllere sürür veren, aziz ecdadımızın yadigarı.Türk İslam Ruhuna uygun Mübarek Marş)




  KANUNİ FİLMİ HAKKINDA AHMET AKGÜNDÜZ HOCA NE DİYOR??


NEREDESİN ŞEVKETLİ SULTANIM HAMİT HAN
Neredesin şevketlim Sultan Hamit Han,
Feryadım varır mı barigahına
Ölüm uykusundan bir lahza uyan
Şu nankör milletin bak günahına
Tahkire yeltenen  tac ü tahtını
Denedi bu millet kara bahtını
Sınadısillenin nerm ve sahtını
Rahmet et Sultanım suz-ı ahına
Tarihler ismini andığı zaman,
Sana hak verecek hey koca sultan
Bizdik utanmadan iftira atan
Asrın en siyasi padişahına
Padişah hem zalim hem deli dedik
İhtilale kıyam etmeli dedik
Şeytan ne dediyse biz beli dedik
Çalıştık fitnenin intibahına
Divane sen değil meğer bizmişiz
Bir çürük ipliğe hulya dizmişiz
Sade deli değil edepsizmişiz
Tükürdük atalar kıblegahına.
Sonra cinsi bozuk ahlakı fena
Bi sürü türedi girdi meydana
Nerden çıktı bunca veledi zina
Yuf olsun bunların ham ervahına
...............................................
Milliyet davası fıska büründü
Rday-ı diyanet yerde süründü
Türk'ün ruhu zorla asi göründü
Hem peygaberine hem Allahına
Bu itler nedense bana salmadı
Bahalıydı başım kimse almadı
Seyrandan başka iş de kalmadı
Gurbet ellerinin bu seyyahına
Hoş oldu cilvesi Cumhuriyetin
Tadı kalmamıştı Meşrutiyetin
Deccala dil çalan böyle milletin
Bundan başka çare yok ıslahına

 
Filozof Rıza Tevfik ittihatçılardan çok kötü dayak yemiştir.Edirne mebusluğuna mani olmuşlardır. İttihatçıların yabancıların oyununa geldiklerini acı acı görmüştür. Mısırda sürgünde iken bu şiiri yazmıştır.
 
      
    MERT KALLEŞLİĞİ BİLEMEZ 
Düşün ey mert soyu, soyunu düşün, geçmişini hatırla,
Sen mert idin, ataların mertliğin sembolü, insanlığın özüydü.
Düşmanları bile şefkatinden medet umardı, ona gelirdi.
Başı daralan, çaresiz kalan, medet ey Osmanlı !  medet derdi.
Düşmanların bile halen saygıyla anıyor seni,
Dünya bunalımda, neredesin insanlığın sembolü aziz Osmanlı...

İslam sana nede yakıştı, seni ne de güzelleştirdi,
Peyamberimiz seni methetti de, şereflerin en yükseğine yükseltti.
Sen zalim olsaydın, haşa ..hiç yaşar mıydın bu kadar uzun?
Adriyatikten Çin Seddine varıymıydı, hiç senin hükmün?
Sen kalleş değildin, zalim değildin ki bu hükmü sürdün..
Dünya senin adaletini arıyor, neredesin ey evladı Osmanlı?

Sen himaye ettin kalleş yahudiyi, sinsi haini, kurtadın katliamdan,
Kendi gemilerinle kurtarıp getirdin İspanya'dan,
Kanat gerdin, mülkünün en güzel yerinde verdin onlara vatan,
Fakat akrep sokar, yılan ısırır, sırtlan annesini bile ısırır utanmadan,
Yahudi'nin bunlardan bile daha asaletsiz olduğunu gösterdi zaman.
İngiliz ve Yahudi oyunu ile harap oldu, mülki Ali Osman...
Sen zalim olsaydın, dünyada milleti yahud olmazdı ey Osmanlı...

Seni sana yıktırdılar, zalimlerin en büyük silahı, edepsiz yalan,
Evlatlarını kandırarak  sana düşman ettiler de mülkün oldu talan,
Evladı ataya düşman ettiler, milleti devletine düşman,
Kendi evlatların eliyle mahvetti seni hain düşman...
İttihat ve terakki dedikleri yahudiye uşak olmuş evlatların değil mi?
Osmanlı'yı hatalarıyla çökerten asker evlatların değil mi?
Düşman öğünürmüş, seni yıkmaktaki ustalığı ile,
Sen de paylaş diye davet edildiğin halde gitmedin Avusturya'ya bile,
"Düşene vurmak mertlik değildir" dedin, bu ancak sana mahsustur,
Dünya müslümanları perişan, himayeni arıyor çık gel, ey Osmanlı...

Sen yoksun, Cezayir mahzun, Tunus mahzun,
Arabistan işgalde, mekke medine mahzun,
Irakta coniler yağmada, Afganistan perişan,
Hint müslümanları yetim, Pakistan mahzun...
Ürdün, Filistin, Çeçenler, Balkanlarda Evladı Fatihan  mahzun,
Bosna'da,Kosova'da kıyım oldu, serhatlar  mahzun,
Çık gel de bitsin bu mahzunluk, ey Osmanlı...

Kalk ayağa, kalkta bir silkin,
Bitsin, İngiliz, Yahudi, mason oyunları bitsin,
Müslümana cuma kılmak haram edilmesin,
Kilise ve havra günü tatil olduğu gibi,
Çoğunluğun cumasına  da izin verilsin,
Osmanlı evlatları kendi vatanında esir edilmesin,
İngiliz ve yahudi saltanatı ülkemde bitsin....
Osmanlı efendiliği, seviyesi ve  bereketi geri gelsin..
Bitsin artık ingiliz, mason ve yahudi oyunları bitsin..bitsin...
Düşmanlarının bile aradığı, Osmanlı şuuru,asaleti geri gelsin...

                                                       H.İbrahim Koçak
 
Masonlar, ve haçlılar Osmanlıyı yıkmanın planlarını yapıyordu. Osmanlının gücü, askeri, yok edilmeli ve Osmanlı bitirilmeli, teslime zorlanmalıydı. O zamanda üst üste askeri hatalar yaptırıldı. Onbinlerce, hatta yüzbinlerce Osmanlı askeri düşmana esir düşürüldü. Osmanlı'yı bitirme planının bir ayagı olan askeri mahviyet adım adım gerçekleşti. 30 ar bin,50 şer bin gruplar halinde askerlerimiz ihanet denecek hatalarla düşmana teslim edildi. Ve.. Osmanlı'nın sonu hazırlandı. Şimdi aynı kefen aziz vatanımıza, Mübarek devletimize biçilmek isteniyor. İhtilaller, sağ-sol kavgları, bir ermeni ve yahudi tuzağı olan PKK bu kefenin ayak sesleri. Allahım , bu oyunları tezgahlayanların başına çevirsin. 

          İHANET EDEN KEKLİK(Bir Osmanlı Hikayesi)
         Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim, tebdili kıyafet yapmış, Kuşlar Çarşısı'nı geziyormuş Avcılar avladıkları kuşları, tuzakçılar yakaladıkları maharetli, eğitimli, güzelim kuşları satıyorlar Bir ara gözü kekliklere ilişiyor Padişah'ın Bir grup kekliğin üzerindeki varakta, "Tane işi, satış fiyatı 1 altın" yazıyor Hemen yanı başlarında asılı, adeta altın kafes içinde bir keklik daha var ki, fiyatı; 300 altın Padişahın gözü 300 altınlık kekliğe takılıyor "Hayırdır" diyor satıcıya "Bunun diğerlerinden ne farkı var ki, bunlar 1 altın, bu 300 altın?" Satıcı, "Bu keklik özel eğitimli, çok güzel ötüyor, ötmesi bir yana bunun ötüşünü duyan ne kadar keklik varsa hepsi onun etrafına doluşuyor" diyor "Tabii bu arada avcılar da o etrafa doluşan keklikleri daha rahat avlıyorlar" diye ekliyor "Satın alıyorum" diyor Padişah, "Al sana 300 altın" Parayı veriyor; hemen oracıkta kekliğin kafasını kopartıyor Adam şaşırıp, "Be adam!!! Ne yaptın?? En maharetli kekliğin kafasını koparttın" diye dövünürken padişah gürlüyor: "Bu kendi soyuna ihanet eden bir kekliktir Bu gibilerin akıbeti er ya da geç budur"
OSMANLI ÇÖKERKEN, MASONLAR ANNE VE BACILARIMIZI FAHİŞELİĞE ÖZENDİRDİ.
Osmanlı'nın ekonomik çöküşü beraberinde fakirlik, cahillik ve sosyal sarsıntıları getirdi.Türk kadınlarının çalıştırıldığı ilk Genelev 1915 yılında açıldı.Fosforlu Cevriye sözleri fahişe Türk Kadınları için kullanıldı.
İstanbul düşman işgaline uğradığında yabancı askerlere bedenlerini teslim eden çok sayıda Türk/Müslüman kadın vardı.


 TÜRK KADINLARINI "FAHİŞELİĞE" ÖZENDİRDİLER!Polis karakollarında, mahallelerde, çarşıda pazarda... hele hele lüküs otellerde onları tanımayan olmazdı!... Adet olmuştu: "Fosforlu Cevriye" olarak şöhret bulmuşlardı..."Ateşim var külüm yok.Dumanım var gülüm yok" diye başlayan türküler onlar için söylenmişti...Kısacası, mahalleden mahalleye kovulan... Mazallah köy yerinde "icrayı faaliyet'te bulunurlarsa "şer-i şerife" göre halkın huzurunda taşlanarak öldürülen... kendilerine türlü türlü isimler verilen... Bir kısmının "sürtük"... genelde "orospu" olarak görüldüğü erbabına malum olanlarca "fosforlu cevriye" idiler...Fosforlu'lara 1915 yılında serbest çalışma izni verildi. İsteyenlere "vesikası verilerek" umumhanelere gönderildi... "Ahlak zabıtlarının kurulması, Şişli, Haseki ve Beyoğlu'nda "Zührevi hastalıklar hastahanelerinin açılması da aynı yıla rastlar...Hele hele Osmanlı Devletinin tamamen parçalanma içine girdiği, 1919- 1922 mütareke ve işgal yıllarında  İstanbul'da fuhuş olayları tarihte görülmemiş seviyeye ulaştı. İstanbul Polis mektebi müdürü Mustafa Galip Beyin verdiği resmi bilgilere göre (1) mütareke yılarında "Fahişe" veya fosforlu cevriye sanatını icra eden ve resmi kayıtlara geçenlerin sayıları 2125'dir. Vesikalık çalışanlar ise 979'u  bulmaktadır.Aynı mesleği zaman zaman icra edenlerin sayıları 1000'in üzerindedir. Toparlarsak "Mütareke  yılları İstanbul’unda" 4500- 5000 civarında" geçimini “fahuşla kazanan" kadın vardır...     "Ne acıdır ki, Paris Müdürünü  kayıtlarında resmen fuhuş yapanların 774'e Müslüman 691'i Rum... 194'ü Ermeni... 124'ü.. Yahudi... ve 171'i Rus asıllı kadınlardır... Bunları sayıları fazla olmasa da Yunan, Avusturyalı, Roman ve İtalyanlar izler... Filozofca bir düşünceye göre "Bir t oplumda namusuz kadınların sayıları dağ gibi kabarmışsa orada onları o yola sevkeden namussuz erkekerin çoğaldığını kabul etmek gerekir."(2)...Müterake yılları İstanbul'unda "kadınlara fuhuş yaptırılan" Genelev sayısı 175'i bulmaktadır.  Çoğunluğu, Galata, Beyoğlu gibi Levantenlerin, Frenklerin bulunduğu  mahalledir. Türk ve Müslüman fahişeler, Üsküdar, Kadıköy tarafındaki "genel ev, perişan ve otellerde "icrayı faaliyet içindedirler....Genelev sahibi olanların 79'u Rum, 45'i Yahudi, 35'i Ermeni, 12'si Türk, 2 zenci, 1’i Mısır'ı, 1'ide Macardır..Aynı genelevlerde vesikalı olarak çalışan kadınların milliyeti ise 386'sı Rum, 125'i Musevi, 91'e Ermeni, 64'ü Türk, 64'ü Ruslar ondan Alman, İtalyan, Roman, Bulgar, Fransız, Leh Asıllılar izler (3)...Fahişelerin ücretleri de bellidir. "vizitesi 15 kuruştan 5 liraya kadar...15 kuruşluklar Beyoğlu, Yüksek kaldırımda bulunanlardır... Lüks tarife vizite yapıp 5lira ve daha fazla alırlar ise Şişli'de özel evlerde çalışır...İşgal yılları İstanbul'u... Bir yanda 331, 332, 333 yılları  vurguları ile super zengin olanlar... diğer yandan açlık, kıtlık sefalet içinde yaşayanlar... Fahişeliğin alemi bir sanat haline gelmesini hepsinden de acısı Türk ve Müslüman kadınların "fosforlu cevriye" adı altında bu yola özendirilmesi olmuş olsa gerek!...Kaynaklar:1- Mufstafa Galip, "Fahişeler  Hayatı ve Reddiatı Ahlakiye, "1338, 2- Felsefesi eğitimci Hamdi Aksoy'un görüşleri.3- C.R. Johnson, "constantinople today... New York, 1922.
    SEBATAYİST NE DEMEK? BUNLAR TÜRKİYE'DE NE YAPARLAR?TÜRK SEBATAYLARDAN BAZILARI
 

 TÜRKİYE'DE SABETAİST OLDUĞUNU GİZLEYENLER...    
Yazar Cezmi YURTSEVER   
Pazartesi, 12 Mayıs 2008
Sayfa 1 Toplam: 2
 "SECRET DOCUMENTS ABOUT TURKİSH SABETAİST FOLLOWERS"
Sabetaistliğin kurucusu Sabetay Sevi’nin soyundan gelen torunu Ilgaz Zorlu, Rahşan Ecevit’in asıl isminin “Raşel” ve Sabetaist olduğunu açıkladı.
 -Benzer şekilde Gazeteci Mehmet Barlas’ın eşi Canan Barlas için de Sabetaist asıllı açıklamasını yaptı. -Türk Masonlarının büyük çoğunluğu Sabetaistlerin “Kapani” kolundan geliyor.-Fahri Korutürk başta olmak üzere Türkiye’de seçilen Cumhurbaşkanlarının önemli bir kısmı da Sabetaist idi.-Türkiye’de “İslam inancını” baskı altına alarak devre dışı bırakmayı amaçlayan “katı Laiklik” söylemleri ve "ATATÜRKÇÜLÜĞÜN DİNE KARŞIYMIŞ GİBİ GÖSTERİLMESİ"nde  Sabetaistlerin önemli yönlendirmesi var. -Türkiye’de ordu kumandanlarından önemli bir kısmı da Sabetaist inancına bağlı. -İstanbul’da Sabetaistler için Bülbülderesi mezarlığı var. Ve ilginç yazılar görüntüler yer alıyor. Not: Ilgaz zorlu açıklamalarından dolayı mahkemede yargılandı ve savunmasını ayrıntılı olarak yaptı. Türkiye’de Sabetay inancından Yahudi dinine mahkeme kararı ile geçen tek şahıs Ilgaz Zorlu’dur.
Aşağıda Sayın Ilgaz Zorlu’nun Türkiye’deki Sabetaistlerin maskesini indiren mahkeme savunması dosyasını sunuyoruz
 
ILGAZ ZORLU
       ILGAZ ZORLU’NUN SAVUNMASI 1- Evvel emirde belirteyim ki, dava dilekçesinde gazeteden alıntı yapılarak bana atfen, davacı tarafa hakaret ettiğim iddia edilen sözlerin hiçbir yerinde hakaret yoktur, aynı kanaati halen taşıyorum, sorulsa yine aynı cevapları veririm.

2- Gazete yayını 04.05.2000 tarihinde gerçekleşmiştir, dava ise 9 ay geçtikten sonra açılmıştır. Dava dilekçesindeki alıntılanan cümlelerin sonu “ ... çabaları olmuş mudur?” , “... yer almış mıdır?” , “ rolü olmuş mudur?”, “...Devlet neden ..... soruşturma açmamaktadır” şeklindeki sorularla bitmektedir. Yani davacı tarafa sorular yönelttim. Niçin bu sorulara cevap mahiyetinde veya gerçekle ilgisi yoksa ilgili gazeteye “TEKZİP” gönderilmemiştir. Tekzip edilmemesi bu vakıanın gerçekliğine işarettir. Davacı taraf başka yöntemlerle beni susturamayacağını anlayınca bu kez yargı yoluyla şansını denemeye çalışmaktadır. Dava dilekçesindeki “davacı bu bedele hak kazanması halinde bedelin tamamını gönderilmemiştir?

3- Davacı vekilinin, dava dilekçesinde benden ve diğer davalılardan “sanık” diye söz etmesini anlamlandıramamakla beraber, bunu sayın mahkemeyi etkileme gayreti olarak yorumlamaktayım. Zira dava dilekçesinde gazete haberleri arasından özellikle belirli bölümleri çekilen cümleler dahi “hakaret” içermemektedir, davacı vekili bu hakikati gölgelemeye çalışmaktadır. Bunların hiçbirisi değilse o zaman hukuk mahkemelerinde bu tabiri kullanmak, anlamını bilmemektir.

4- Ben sayın Can Paker’e hakaret etmedim. Ben sadece kamuoyunda meydana gelen ve Akit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak ile Yeni Şafak Gazetesi yazarı Mehmet Barlas arasında vuku bulan sabetaycılık tartışmalarında, milletimizin gerçekleri görmesi için açıklanması şart olan bazı gerçekleri açıkladım. Bu konunun en iyi anlaşılabilmesi için; meydana gelen olayların tarihi sürecinin tam olarak bilinmesi gerekmektedir. Bu da özellikle Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde sabetaycı cemaatin resmi adayı olan Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı sayın İsmail Cem’in etrafında dönen tartışmalar sonucunda kendisinin seçilememesi üzerine bu cemaate mensup olan kişilerin başlattııkları bir kampanyanın neticesidir. Bu sebeple hiçbir hakaret isnadı olmayan ve tamamen bana ait olan ifadelerin açıklanmasını savunmamda yapacağım. Yalnız dava öncesinde bir kuşkumu dile getirmek isterim: Kendisi de sabetaycı kökenli olan sayın Rahşan Ecevit’in 1970’li yıllardan itibaren kurduğu ve bugün Türkiye Devleti’nin hükümetinde bulunan bu siyasi ekibin dikkatle incelenmesi gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti’ni bir başka ülkenin mandası altına sokma fikrinde olan bu kişiler; Can Paker, Prof. Asaf S. Akat, Kemal Derviş, Hasan Bülent Tanla , Prof. Ahmet Yücekök isimli kişllerdir. Sayın Devlet Başkanı Kemal Derviş Türkiye’ye geldiğinde basında da yeraldığı şekilde İstanbul’da Sayın Paker’le uzun uzun görüşmeler yapmış, sayın Asaf S. Akat’ın evinde misafir olmuş ve ekte fotoğrafları verilen Şişli Terakki Vakfı Genel Kurulu üyeleriyle de muhtelif ilişkiler kurmuştur. Bu sebeple Devletin en önemli kademelerinde yer alan bu kişilerin sayın Mahkemeniz üzerinde baskı yapabilecekleri kuşkusu ve korkusu içindeyim.

5- Davacı taraf dava dilekçesinde yer alan “aktüel hiçbir özelliği bulunmayan, tarihin derinliklerinde kalmış, “sabetaycılık olayını kaşımak” tabiri ile sabetaycılığın varlığını kabul etmişlerdir. Yine bu davayla birebir alakası olan ve halen İstanbul Adliyesi’nde devam etmekte olan Terakki Vakfı’nın davacı olduğu davalarda da yer alan “hiçbir özelliği ve cemaat etkinliği kalmamaış olan Sabetaycılık” ifadelerini de kullanmak suretiyle Sabetaycılığın bir cemaat olarak varlığını kabun etmiş olmaktadırlar. Bu şahıslar Sabetaycı kökenlidirler ya da en azından evlilikler yoluyla sabetaycı cemaate girmişlerdir ve kendileri devlet içerisinde Silahlı Kuvvetler’den dışişleri bakanlığına kadar pek çok alanda birebir örgütlenme suretiyle adeta bir derin devlet yaratma amacındadırlar.

6- Yine aşağıda ayrıntılı olarak anlatacağım gibi yazılarım hiçbir hakaret değeri içermediği gibi Türkiye’de halen varlığını sürdüren ve Türkiye Siyaseti’nde Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bazı lobileri kullanmak maksadıyla müdahale edilmesini sağlayan, dış ülkelerde kendini “Türkiye’de baskı gören gizli yahudiler” olarak lanse eden ve bu yolla bazı menfaatleri temine çalışan bu kişilerin varlıklarını Türk kamuoyuna ve Türkiye’nin yetklili mercilerine duyurmayı da tarihi bir bir görev olarak addetmekteyim. Maksatları Türkiyeyi bölerek onu tamamen bir dış ülkenin hakimiyetine sokmak isteyen Sayın Can Paker’in de içinde bulunduğu “sabetaycı kökenli liberal sol” lobinin tüm maksatlarının ayrıntılı olarak açıklanmasnı amaçlamış bulunmaktayım.

7- Sayın Can Paker’in dava dilekçesinin 1.Sayfasının ilk oparagrafında yer alan şu sözleri şayanı dikkate muciptir. “ Müvekkilim hali hazırda –uzun senelerden beri sürdürmeke olduğu “Türk Henkel A.Ş.”nin genel Müdürlüğünü yapmaktadır. 1942 doğumlu ve iyi tanınan bir işadamı olan müvekkilimiz, bu seçkin konumunu elde etmek için iyi bir eğitim aldığı gibi bunu tamamlayıcı derin ve zengin ruh ve kişilik gelişmesine yönelik çeşitli meşakkatli deneyimleri de yaşamak zaman zaman da adeta katlanmak zorunda kalmıştır” ifadeleri Anayasa’nın 10 maddesinde yer alan “ Herkes dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınanamaz“ şeklindeki ifadelere açıkça aykırıdır. Sayın Paker kendini adaletin üstünde Türk Milleti’nin üstünde bir kişi gibi görmekte ve adeta mahkeminizi etki altında bırakacak şekilde hareket etmektedir. Fakat tarih önünde bir hakikat vardır, sabetaycı liberal sol grup olarak adlandırabileceğimiz ve Rahşan Ecevit’in uzun yıllar boyunca çabaları sonunda kurulan bu grup kendisini Türkiye’de diğer insanların üstünde addedilmektedir. Uzun yıllar boyunca cemaat mensubu olan Prof. Sahir Erman gibi ceza hukukçularının bilikişilik görevleriyle beraber bu kişiler hakkında herhangibir dava açılamamış, “ben Türküm” demenin neredeyse suç kabul edilerek T.C.K nın 312. Maddesine kapsamında değerlendirildiği ve kişilerin cezalandırıldığı ülkemizde “Ben Sabetaycıyım Baskı Görüyorum” sözlerini ABD’de bir gazetede açıklayan ve Türkiye’de günlerce Hürriyet Gazetesi’nde sözleri konu olan Halil Bezmen gibi bölücü sabetaycılara hiçbir şey yapılamamamıştır. Eğer bu sözleri bir kürt asıllı ya da ermeni asıllı bir Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı söyleseydi D.G.M Savcıları bu kişiler aleyhinde davalar açmazlar mıydı? Aralarında Tansu Çiller, İsmail (Şmuel) Cem İpekçi, Rahşan (Raşel) Ecevit, Kemal (Samuel) Derviş gibi Türkiye’nin yönetim kademelerine gelmiş kişilerin bulunduğu bu cemaate mensup olan kişiler Türkiye Devleti’nde, devletin ve anayasanın üstünde muammale görmektedirler. Bu husus Türkiye’de azınlıklara baskı olduğunu sık sık tekrarlayan Avrupa memleketleri karşısında mutlaka ve mutlaka bilinmesi gereken bir husustur. Bu cemaat mensubu kişiler hakkında en küçük bir soruşturma açılabilmesi dahi mümkün değildir. Devlet bu kişilerin sözleri ve eylemleri karşısında eli kolu bağlı durumdadır.

 


 
  Bugün 7 ziyaretçi (19 klik) kişi burdaydı! Tüm Hakları saklıdır  
 
ACILAR PAYLAŞILDIKÇA AZALIR....MUTLULUKLAR DA PAYLAŞILDIKÇA ÇOĞALIR... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol