ANKARA-ÇAMLIDERE-İNCEÖZ KÖYÜ
   
  Ankara-Çamlıdere-İnceöz Köyü-Koca Harman
  59-Vatan Sevgisi
 
. Gömülü resim için kalıcı bağlantı



BESLEMELER EFENDİ OLDU. EFENDİLERİNE İHANET ETTİ DE ASLANLAR KEDİYE DÖNDÜ. UYAN ASLANIM UYAN..SEN ASİLSİN. BESLEMERE UŞAK OLACAK KADAR ALÇALAMAZSIN..AÇ GÖZÜNÜ..



HALİFELİĞİ KALDIRTIP İSLAM BİRLİĞİNİ BOZANLAR MÜSLÜMANLARIN BU HALE DÜŞMESİNİ İSTEYEN YAHUDİ ASILLILARDIR..


CHP İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİNİN DEVAMIDIR. İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİNİ SELANİKTE YERLEŞİK İSPANYOL SOYKIRIMINDAN KURTARDIĞIMIZ YAHUDİLER KURMUŞTUR. BU CEMİYET OSMANLIYI YIKMIŞ HİLAFETİ KALDIRMIŞ MÜSLÜMANLARIN PERİŞAN OLMASINA ZEMİN HAZIRLAMIŞTIR.

BİR MİLLET DÜŞÜNCE VE HİSSİYAT BİRLİĞİ İLE (DEVLET) OLUR.
OKUYALIM...

ABD’de bir askeri okulda ders olarak anlatılan Horoz ve Tilki Hikayesi

“Dershanede hocayı beklerken ışıklar kapanmış ve bir çizgi film gösterilmeye başlanmış.
...Filmin adı ” Küçük Tavuk “. Bir kümes var. Kümeste bir çok tavuk ile genç ve küçük horozlar, bir de kümesin yaşlı ve büyük horozu bulunuyor. Kümesin etrafında da bir tilki dolaşıyor. Yaşlı ve büyük horoz, tilki içeri girmesin diye kümesin kapısını sıkı sıkıya kapatmış, tavukları dışarı bırakmıyor. Tabii dışarı çıkamadıkları için doğru dürüst yemlenemeyen tavuklar da zayıf ve küçük tavuklar. Yaşlı ve büyük horoz ise dışarı bırakmadığı tavuklara ölmeyecek kadar mısır tanesi dağıtarak yaşamalarını sağlıyor.

Kümese giremeyen tilki bunun üzerine kümesin tellerinde küçük bir delik açarak küçük ve genç bir horoza sesleniyor ve ona biraz mısır veriyor. Mısırı yiyen küçük ve genç horoz her gün gelip tilkiden mısır
alıyor. Bir süre sonra tilki küçük ve genç horoza tek başına yiyebileceğinden fazla mısır verince genç horoz hem kendisi yiyor hem de diğer tavuklara mısır dağıtıyor. Böylece yavaş yavaş yaşlı ve büyük horozun kümesteki gücü kırılıyor. Horozun etrafındaki tavuklar azalmaya başlıyorlar. Artık popüler olan genç ve artık irileşen horozun etrafında ise tavuklar toplanıyor.Bu aşamada tilki kümesin kapısının önüne mısır bırakıyor. Kümeste bir tartışma çıkıyor. Kapıyı açalım mı açmayalım mı diye. Sonunda korkarak kapıyı açıyorlar ve kafalarını dışarı uzatıp yemlenip hemen geri çekiyorlar. Bir süre böyle devam ediyor. Hiçbir şey olmuyor. Kümesteki tavuklar rahatlıyor. Korkuları azalıyor. Nihayet bir gece tilki kümesin önündeki avluya mısır döküyor. Artık korkusuz olan tavuklar genç ve artık güçlü horozun öncülüğünde dışarı çıkıyor ve rahat rahat yemleniyorlar. Kümesteki her tavuk semiriyor. Tilki bir süre sonra gece kümesin kapısından kendi mağarasına kadar mısır tanelerini döküyor. Sabah kümesten çıkan ve korkusuzca yemlenen tavuklar yemlene yemlene mağaraya kadar gidiyorlar. Sonra mağaraya giriyorlar. Onları içeride bekleyen tilki bütün kümes mağaraya girince mağaranın kapısını kapatıyor.”
Çizgi film burada bitmiş. Işıklar yanmış. Ve dersin hocası kürsüye çıkarak, “İşte Üçüncü Dünya ülkeleri böyle yönetilir” diyerek derse başlamış.
*
Sorular:
1-Kümes NERESİ?,
2-Yaşlı horozlar KİMLER?
3-Genç horoz KİM, şu anda neler yapıyor?
4-En önemlisi tilki KİM?

Buna göre içinde bulunduğumuz durumu sorgular isek binlerce yorum ortaya çıkar. Unutmayalım Ulusların dostları yok sadece çıkarları vardır.
ÇOK İBRETLİK ..!

Churchill, Çanakkale'den mağlup olarak İngiltere'ye dönünce ona niye galip gelemediğini sorarlar, o da cevap vermek için öncelikle büyük bir havuza üç tane balık attırır. Sonra da bir kaç kişiye girip bu balıkları yakalayın der. Elbette suda balık yakalamak mümkün değil. Bir müddet sonra balıkları yakalamak için havuza atlayanlar elleri boş, havuzdan çıkarlar. Churchill de:

"İşte balıkları yakalayamadınız. Çünkü balık suda iken yakalanamaz. Bu balıklar Türklerdir, su da onların dini. Onları dinlerinden uzaklaştırmadan asla yenemeyiz." der. Sonra da elinde bir kova eğilir ve kovayı su doldurup dışarı döker.

"Ben artık Türkleri suda yakalamaya çalışmayacağım, her gün bir kova suyu bu havuzdan alacağım, nitekim su bittiğinde Türkler de ölecektir." der..

GÜNAHIMIZ
Alemlerin Rabbi Kelamı Kadiminde “ Kim ki benim zikrimden yüz çevirirse onlar için dünya sıkıntısı ve maişet darlığı vardır” buyurur. O Allah ‘ki yegane güç ve kudret sahibidir. Ölümü ve hayatı halk eden, her şeyi yoktan var eden O’ dur. Bilim adamları uzayın devamlı genişlediğini tespit etmişler. Oysa bu bilgi Kur’an-ı Kerimde verilmektedir.
Dünyanın kuruluşundan beri sayısını kendinin bildiği insanları halk eden Allah CC sayısız hayvanat ve nebatat yaratmıştır. O hayvanlar ve bitkiler ölmekte yerine yenileri gelmektedir. Şu dünyaya nice insanlar, kavimler ve devletler gelmiştir. İyi kötü devran sürüp göçüp gitmişlerdir. Tarih nice uygarlıklara şahit olmuştur. Bu uygarlıklar, kavimler ve devletler iyi ve kötü nam bırakmışlardır.
Bizim atalarımız olan Osmanlılara da tarihin en uzun ömürlü devleti nasip olmuştur. Ashabı Kiram devrinden sonra İslam’ın yaşandığı en güzide asır olmuştur İmpararatorluğumuzun asrı . Asırlarca dünyaya adalet dağıtmıştır. Asla zulmetmemiş zalim olmamıştır. Haçlı Avrupasına insanlık, temizlik, bilim ve medeniyet öğretmiştir.Mazluma sığınak, zalime korku olmuştur. Yardım isteyen gayrimüslimlere bile yardım etmiş, onların sıkıntılarını gidermişlerdir. İspanya’da soykırıma uğrayan yahudileri kurtarıp mülkünün en güzel yerlerine yerleştirmişlerdir. Hayatlarını kurtardığı o yahudiler de Osmanlı’nın sonunu hazırlamış ve Osmanlıyı yıkmışlardır.
Osmanının yıkılışının zahiri sebeplerinin yanı sıra asıl olan manevi sebeplerdir. Allah ölçüsü ile yıkımı hak ettiği sebepler önemlidir. Hz Fatih devrinde, ben siftahımı yaptım diğerlerini komşumdan al diyen ulvi terbiye gitmiştir. Yerine batı özentisi gelmiştir. Aydın denilen tabakanın çoğunda İslam izzeti yoktur. Ordu batı özentisi ile kokuşmaya başlamıştır. Asker dönüşü doğan çocuklarına isimleri verilen subaylar gitmiş askerlerine söven, hakaret eden, aşağılayan onları döven subaylar gelmiştir. Abdulhamit Han Selanik’e sürülünce korunmasıyla görevli yirmi kadar subaydan hiç beşvakit namaz kılan yoktur. Üç dördü Cuma namazı kılmaktadır. Hırsızlık, arsızlık çoğalmıştır. Din adamlarının çoğu bozulmuştur.Kayırma, rüşvet, sadakatsizlik, batı özentisi almış yürümüştür. Osmanlı yönetiminin en yüksek kademelerine kadar görev alabilen yahudilerin iblisliği depreşmiş gizliden gizliye Osmanlı’nın kuyusunu kazmakta kefenini biçmektedir.”İttihat ve Terakki” diye bir cemiyet kurmuştur. Bu yahudi dizaynlı cemiyetin anlamı “ Birlik ve Yükselme Cemiyeti” dir. Birlik ve yükselme yalanları ile “Devleti Aliyeyi Osmani” nin altı oyulmaktadır. Osmanlı kimliğini ve şahsiyetini kaybetmiş bir çok aydın, yetkili ve asker bu yalana kanmıştır, bu derneğin üyesi olmuş Osmanlı Devletinin yıkımında pay sahibi olmuştur. Masonluk çakının dişlileri arasına düşmüş bilmeden vatanına ve halkına ihanet edip kendi sonlarının hazırlanmasına hizmet ve gayret etmiştir. Abdulhamit Han tahttan indirildiğinde topraklarımız yaklaşık 20 milyon kilometre kare idi. Birkaç senede koca imparatorluk bozuk para gibi harcandı.
Mısır yahudi firavunlar ülkesi diye bilinir. Yahudiler Mısır’ dan Britanyaya göçmüş ve orada hanedanlıklarını sürdürmektedirler. İngiliz devleti yahudi kolonisidir. Almanya, ABD, Fransa, Rusya, İtalya vb bir çok Avrupa devleti yahudi kolonisidir. Bu ülkeleri perde arkasından yahudi yönetir. Bu ülkelerde yahudi tek hakimdir. ABD de sıkışmaya başlayan yahudi oradaki fabrika ve zenginliğini Çin’e taşımaktadır. Yakın zamana kadar çin malı diye bir şey konuşulmazken yahudi sermayesi gelince çinde üretim çoğaldı ve çin malları yayılmaya başladı. Yahudi şimdiden sonra Çin’i kullanmaktadır.
Peygamberimizin zamanından beri İslam düşmanlığı yapan yahudiler Osmanlı’yı yıkmışlar ve Cumhuriyetin kurulmasında söz sahibi olmuşlardır. İngiliz Lord Curzon’un sözleri çok manidardır. Biz Türklere devlet kurma izni verdik ama onların dinlerini, yazılarını, törelerini, kıyafetlerini, benliklerini….ellerinden aldık diye İngiliz meclisinde kendini savunmuştur.
Cumhuriyetin kuruluşunda Türk halkı canıyla kanıyla çalışmıştır. Perde arkasında Yahudi ve masonlar olmuştur. İkinci TBMM de masonlar tamamen kontrolü ele geçirmişler ve İngilizlerin isteği doğrultusunda icraat yapmışlardır. Tevhidi tedrisat kanunu ile medreseler, sonra Kur’an harfleri, kılık kıyafetimiz kısacası bizi biz yapan değerler tarihte görülmemiş yalan ve hile talan edilmiştir. Bir millet bir gecede okur yazar durumdan okumaz yazmaz duruma geçirilmiştir. Japonlar, yunanlılar,İsrailliler, gürcüler,Hintler geleneksel yazılarını kullanmaktadır. Bu yazıları onların çağdaşlık ve terakkilerine mani olmamıştır. Ne hikmetse bizim kullandığımız Kur-an harfleri terakkiye mani gösterilmeye çalışılmıştır. Veya İngiliz ve Yahudi emelleri için bu yalan uydurulmuştur.
Bazı mütefekkirlere göre bütün bunlar işin zahiri tarafı. Bu millet eğer Din-i İslam’ a saygıda kusur etmese idi bu akibete uğramazdı. Çanakkale Savaşlarında Allah Resulü’ nün manevi yardımına mazhar olmuş bu millet, askerlerine Mehmetcik ( Küçük Muhammed veya Muhammdecik) diyen bu millet dileriz eski izzetine kavuşur. Alimler iyi olunca alem iyi olur, alimlerin fesadı alemin fesadı diye bir ata sözü vardır. Ashabı Kiramı yetiştiren Peygamberi Zi şanımızdır. Osmanlıyı Osmanlı yapan da mana sultanlarıdır. Bu aziz Millet yeniden eski izzetine kavuşmak için peygamber varisi din adamlarından medet ummaktadır. “Allah dilediğini aziz eder, dilediğini de zelil eder” ayeti kerimesinin izzeti İlahi lütfuna mazhar olacağımız günlere .. (Alıntıdır)

OSMANLILIK BİR ŞEREF VE YÜCELİKTİR..
Yıl 1912, İngilizler Hindistan'ı işgal eder,
Hindistan Kralı Osmanlı'dan yardım ister.
Yıllardır savaş içinde olan Osmanlı bu
yardımı karşılıksız bırakmamakla birlikte
350 kişilik bir askeri birliği gemiyle
Hindistan'a gönderir.
350 kişilik birlikten 20 kadarı hastalıktan
yolda şehit olur, kalan 330 Osmanlı askeri
Hindistan'a çıkarlar ve İngilizlerle
savaşmaya başlarlar.
Mühimmat açısından kısıtlı olan Osmanlı
askerleri bir kaç günlük mücadeleden
sonra teknolojik donanıma sahip İngiliz
askerleri karşısında yenik düşerler ve 40
kadarı esir alınır, diğerleri de savaşta
şehit olurlar. Savaş bittikten sonra bu 40 Osmanlı esir askerini, İngilizler gemilerde
çalıştırmaya başlarlar. Bir İngiliz gemisi
Avustralya'ya geldiğinde, esir iki Osmanlı
askeri gemiden bir yolunu bulup kaçarlar.
Bir süre sonra, adı Karadeniz diyarından
Menteşoğlu Abdullah olan, baba
mesleği dondurmacılığa, Karahisar
diyarından Tarakçıoğlu Mehmet de baba
mesleği kasaplığa başlar.
1918'de Avustralya Çanakkale’ye asker
çıkarır ve bizim iki Osmanlı askeri
olayı duyarlar ve hemen buluşur, durum
değerlendirmesi yaparlar.
Biz Osmanlı askeriyiz ve Avustralya'da
yaşıyoruz. Avustralya devleti
Osmanlıya savaş açmış ve bizim ülkemizi
işgale gitmiş, bundan dolayı biz de
Avustralya devletine savaş açarım derler.
Alırlar kağıdı, kalemi ve yazarlar:
--- Sayın Avustralya Başkanı, Ekselans
Hazretleri, Biz iki Osmanlı askeri, ülkenizde
bulunuyoruz. Duyduk ki, devletimiz
Osmanlıya Avustralya devleti olarak
savaş açmış ve Çanakkale’ye asker
göndermişsiniz. Bundan dolayı iki
Osmanlı askeri olarak biz de Avustralya devletine savaş açmış bulunmaktayız. Bu bir "Osmanlı Savaş Fermanı”dır.
Ekselanslarının bilgilerine duyurulur.
Kara hisar diyarından Tarakçıoğlu Mehmet,
Karadeniz diyarından Menteşoğlu
Abdullah İki Osmanlı askeri, Sidney' in 250 km
uzarında Karlıdağlar denilen bölgede
önce virajlarda tren raylarını sökerek 3
tren devirirler. Üçüncü trende
askeri mühimmat bularak silahlanırlar.
Aynı bölgede 8 karakol basar ve karakollardaki askerlerin tamamını
vururlar. Ne olduğunu bir türlü çözemeyen
Avustralya devletinin sonunda iki Osmanlı
askerinin yazmış olduğu mektup
akıllarına gelir ve bölgeye 250 kadar
asker gönderirler ve iki Osmanlı askeri
araştırılmaya başlanır. Birkaç günlük
araştırmadan sonra sıcak çatışma olur
Ve iki Osmanlı askeri bu karlı dağlarda
şehit edilir. İki askerin şu an mezarı Sidney'e 250 km
uzakta Karlıdağlar'da ve
mezarlarında fotoğraf çekmek yasak.
Avustralyalılar iki Osmanlı askeriyle
savaştık demek zorlarına gittiği için bu
askerlerimize Hindistan asıllı diyorlar. Oysa Hindistan'da ne Karahisar diyarı, ne de Karadeniz diyarı diye
bir bölge yok. Bu bilgi Hindistan büyükelçiliğinin
açıklamasından çıkarılmıştır.







Hani milliyetin islam idi? Kavmiyyet ne?
Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine!
Arnavutluk ne demek? Var mı şeriatta yeri?
Küfr olur, başka değil kavmini sürmek ileri.
Arab'ın Türk'e, Laz'ın Çerkez'e yahud Kürd'e,
Acem'in Çin'liye rüçhanı mı varmış, nerde?
Müslümanlıkta anasır mı olurmuş? Ne gezer?
Fikri kavmiyyeti tel'in ediyor peygamber.
En büyük düşmanıdır rûh-u Nebî tefrikanın,
Adı batsın onu İslam'a sokan kaltabanın.

* * *
Artık ey millet-i merhûme sabah oldu, uyan!!!
Sana az geldi ezanlar diye ötsün mü bu çan?
Ne Araplık, ne de Türklük kalacak aç gözünü!
Dinle Peygamber-i Zîşân'ın ilahî sözünü.
Türk Arapsız yaşamaz, kim ki yaşar der, delidir!
Arabın, Türk ise hem sağ gözü, hem sağ elidir...
Veriniz başbaşa zira sonu hüsran-ı mübîn
Ne hükûmet kalıyor ortada billahi, ne din.
Medeniyyet size çoktan beridir diş biliyor,
Evvela parçalamak, sonra da yutmak diliyor.
Arnavutlar size ibret olacakken hala,
Ne bu şûride siyaset, ne bu fasîd da'vâ
Görmüyor gittiği yanlış yolu zannım çoğunuz
Size rehberlik eden haydudu artık kovunuz
Bunu benden duyunuz, ben ki evet arnavudum,
Başka bir şey diyemem, işte perîşan yurdum.

****
 Ayrılık Hissi Nasıl Girdi Sizin Beyninize?
 Müslümanlık sizi gayet sıkı, gayet sağlam,
Bağlamak lazım iken, anlamadım, anlıyamam,
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikr-i kavmıyyeti şeytan mı sokan zihninize?
 Birbirinden muteferrik bu kadar akvamı,
Aynı milliyetin altında tutan islam'ı,
Temelinden yıkacak zelzele, kavmiyettir.
Bunu bir lahza unutmak ebedi haybettir...
Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez..
Son siyasetse bu! Hiç böyle siyaset yürümez!
 Sizi bir aile efradı yaratmış Yaradan;
Kaldırın ayrılık esbabını artık aradan.
Siz bu davada iken yoksa, iyazen-billah,
Ecnebiler olacak sahibi mülkün nagah.
Diye dursun atalar: 'Kal'a içinden alınır.'
Yok ki hiç bir kişiden... Millet-i merhume sağır!
Bir değil mahvedilen devlet-i islamiyye...
Girdiler aynı siyasetle bütün makbereye.
Girmeden tefrika bir millete, düşman giremez;
Toplu vurdukca yürekler, onu top sindiremez.
 Bırakın eski hükümetleri meydandakiler
Yetişir, şöyle bakıp ibret alan varsa eğer.
işte Fas, işte Tunus, işte Cezayir, gitti!
işte Irak'ı da taksim ediyorlar şimdi.
30 Muharrem 1331
27 Kanunuevvel 1328
1913 
Mehmet Akif Ersoy(Bunu yazan MAkif yahudi gazına gelmiş, batığı dalı kesmiş ve Padişah aleyhinde mitingler düzenlemiş, düşmanın ekmeğine yağ sürmüştür.OSMANLI DEVLETİNİN YIKILMASI İÇİN ÇOK ÇALIŞMIŞTIR. YAPTIĞI HATAYI ÖĞRENDİĞİNDE ÇOKTAN İŞ İŞTEN GEÇMİŞTİR.)

Acaba Osmanlı bu şuur ve görüş ile mi 625 yıl ayakta kalabildi??
-Atalarımızın bu hususiyetler incelenmeye ,örnek alınmaya değmez mi??
-Aziz ecdadımız sahi bunu nası becerdi dersiniz??

  
Kanla İrfanla Kurduk Biz Bu Cumhuriyeti!...
Şapka Takmayanı Mezardan Çıkartıp Asarlar!...

    Dünya üzerinde gelişmiş ne kadar ülke mevcutsa bakınız hepsinde mutlaka inkılaplar ve ilerleme hareketleri yaşanmıştır. Meselâ Almanya’da 1920’li yılların başında yaşanan Eğitim alanındaki o müthiş devrim veya İtalya’da yaşanan Ağır Sanayi İnkılabı, Amerika’daki şehirleşme İnkılabı bu sosyal hareketlere örnek gösterilebilir. Dünyada bu mühim gelişmeler yaşanırken elbette Türkiye’de de devrimler yaşanıyordu. Hem de peş peşe… Avrupa’da yaşanan bu devrimlere karşılık bizde yaşanan  devrimlerin ne olduğunu merak mı ediyorsunuz? O halde buyurun kısaca devrim tarihimiz;  
     25 Kasım 1925: Kıyafet devrimi. “Şapka iktisası” kanunlaştı. Eskiden giyilen başlık türlerini bırakın giymeyi, hakkında yazı yazmak bile yasaklandı. 
                  30 Kasım 1925: Tekke, Zaviye ve türbeler kapatıldı. 
               26 Aralık 1925: Takvim ve Saat devrimi yapıldı. Hicri ve Rumi takvim kullanmak her şekliyle yasaklanıp, yerine 3. Papa Gregorius adına nispetle “Gregoryan takvimi” adı verilen Hıristiyan takvimine geçildi. 
             17 Şubat 1926; İsviçre Medenî Kanunu Türkçe’ye tercüme edilerek “Türk Medenî Kanunu” adı verildi. 

 1 Mart 1926: İtalyan Ceza Kanunu tercüme edilerek “Türk Ceza Kanunu” adı verildi. Yine aynı tarihte bütün orta dereceli okullardan din dersleri kaldırıldı. 
 28 Mayıs 1927: Binalar üzerindeki tarihî kitabe  ve tuğraların kazınması hakkında kanun çıkarıldı. Dünyada görülmemiş bir tarihi eser katliamı başlatıldı. İstanbul Üniversitesi merkez binasının kazınmış olan tuğrası buna mühim bir örnektir. 
 10 Nisan 1928; Lâiklik kabul edildi. Anayasadan “Devletin dini, din-i İslâm’dır” ibaresi kaldırıldı. Milletvekili yeminlerinde “vallahi” yerine, “Namusum üzerine” lafı getirildi. 
 24 Mayıs 1928: Rakam devrimi yapıldı. 
  3 Ekim1928: Harf devrimi yapıldıDünyada ilk defa bir milletin yazısı değiştirilerek, okuma yazma oranı bir gecede “sıfıra” indirildi. İslâm harfleri atılıp Lâtin harfleri alındı. 
 1Ocak 1929: Arapça harflerle dilekçe ve kitap yazılması yasaklandı. 
 1 Nisan 1931: Ölçü ve tartı devrimi yapıldı. Bin yıl boyunca kullanılan ölçüler atılıp, yerine Avrupa’da kullanılan ölçü ve tartı birimleri getirildi. 
    Bu devrimler, iktidarı ele geçiren zümrenin, toplumun devlet eliyle yeniden şekillendirme projesinin bir ürünüydü. İktidar, halkın geçmişiyle olan tüm bağlarını  koparıp yepyeni bir sayfa açmak istiyordu. Ancak bu sayede halk nezdinde meşruiyet kazanacağını düşünüyordu. Avrupa karşısında “yenilmişlik psikolojisi”, devrimleri uygulayan kadronun bilinç altına motive eden en etkin unsurdu. Bu unsur, söz konusu kadronun kendine ait tüm  değerlerden nefret etmesine yol açtı. Buna batıya ait değerlere hayranlığı da eklemek gerek. İşte devrimler, bu psikolojik arka planla yapıldılar. Devrimleri yapan kadro, kendine ait değerleri her gördüğünde“yenilgisini” hatırlıyordu. Bu onda öz değerlerine olan kini bir kat daha arttırıyordu. En sonunda bu süreç “kendinden nefret” noktasına varıp dayandı. Zaten devrimlere yönelik tepkiler karşısında devrimci kadronun uyguladığı şiddet ve kanlı uygulamalar, ancak böylesi bir psikoloji ile izah edilebilirdi. 
 Söylemeye gerek yok ki, bütün bu devrimler halka rağmen yapıldı. Sadece bu ülkede değil, dünyanın neresinde olursa olsun, böylesi bir mühendislik projesi tepkiyle karşılanırdı. Tabiatıyla bu ülke insanı da, “tepeden adam etme” operasyonlarını tepkiyle karşıladı. 
 Öncelikle böyle bir uygulama sosyoloji biliminin bulgularına aykırıydı. Kanunla, yasayla, sopayla, kurşunla bir halk kendi kültüründen bir çırpıda koparılıp bir başka kültüre eklemlenemezdi. Yani kendisi olmaktan çıkarılıp başkası yapılamazdı. Nitekim  öyle de oldu. Anadolu insanı bu tepeden yürütülen mühendislik operasyonuna yer yer çok şiddetli tepkiler verdi. Halkın bu tepkileri hemen her zaman sivil itaatsizlik adı verilen türden tepkilerdi. Fakat her seferinde bu tepkiler silah zoruyla bastırıldı. Devrimlere yönelik her sivil tepki, devrimciler tarafından bir “isyan” olarak telakki edildi. Öyle telakki edildiği için de, şiddet yöntemiyle, kan dökerek bastırılma yoluna gidildi. 
 Sivil tepkilere karşı en kanlı eylem “kıyafet devrimi” adı verilen şapka iktisası hakkındaki kanunun yürürlüğe girmesi ile başladı. Nitekim cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal 22 Ocak 1923’te Bursa’da; 
 “… Kan ile yapılan inkılaplar daha muhkem (sağlam) olur, kansız inkılap ebedileştirilemez.” Demiştir. Bunun yanı sıra Harbiye marşında; 
  Kanla irfanla kurduk biz bu cumhuriyeti” mısrası yer bulmuştur.  Yine aynı şekilde Şapka İnkılabını tanıtmak için gittiği Kastamonu’da Mustafa Kemal, şapka giymek istemeyenleri kastederek; 
  “…Bu kadar yüksek ve önemli amaca ulaşabilmek için, gerekirse bazı kurbanlar verilir [1]   Demekten kendini almayacaklardır. 
  Bu “yüksek ve önemli amaç”ın gerçekleşmesi, yurdun dört bir yanındaki onlarca insanın hayatına mâl olmuştu. Bundan ayrı olarak Beyoğlu’nda Hıristiyan nüfusa şapka dikmekle geçimini temin eden Yahudi ve Hıristiyan şapkacılar da bir anda zengin olmuş, şapka devrimi en çok onlara yaramıştı. Şimdilerin Ünlü Vakko’sunun  eski sahipleri de şapka devriminin zengin ettiği gayr-i Müslimlerdendi. Çünkü o günlerin fiyatıyla bir şapka, bir aylık maaşa bedeldir. 
  Bu müthiş devrimden (!) sonra ülkede başta  tüm memurlar olmak üzere vatandaşlar şapka giymeye, giymeyenler ise hapislere atılmaya veya asılmaya başlandı. Ülkede şapka ithalatı yüzünden ciddi bir ekonomik kriz yaşandı. O dönemi yaşayan Rıza Nur şöyle söyler; 
  “…Ekonomik olarak müthiş bir zarar. Milyonlarca lira dışarıya akıp gitti. Bundan da Yahudiler yararlandılar. İtalya ve Fransa’da mevcut yeni ve eski şapkaları milyonla memlekete soktular. İki-üç Frank kıymeti olan bu şapkalar en aşağı on liraya (120 Frank) satıldı. Bunların çoğu zımpara kâğıdı ile temizlenmiş kullanılmış şapkalardı. [2]   
 Bir ülkenin vizyonunu bir anda genişleten  bu müthiş (!) şapka İnkılabını protesto etmek için ülkede isyanlar, olaylar çıkmadı değil. Meselâ; 
 28 Kasım’da Sivas’ta çıkan ve “Şapka giymek istemiyoruz. Gâvur kılığına girmek istemiyoruz” naralarıyla bağırarak valilik binasına yürüyen halk asker tarafından durduruldu ve yürüyüşü tertip etme suçundan dolayı 2 hoca idam ile cezalandırılmış geri kalan ise, çeşitli sürelerde hapse mahkûm edilmiştir. 
 Aynı tarihlerde Erzurum’da halk,  çifte minareli camii meydanında şapka aleyhtarı bir eylem yapmış bunun karşılığı olarak asker kalabalığa ateş etmiş 15 kişi vurularak öldürülmüş,biri kadın olmak üzere 13 kişi idam edilmiş, 80 kişi tutuklanmıştır. 
 Erzincan’da yaşanan hadise ise tam bir insanlık ayıbıdır. İstiklal Mahkemesi o tarihlerde şapkaya karşı çıktığı için Mevlevi İbrahim Hakkı Efendi’yi gıyabında idama mahkûm eder. Fakat hocaefendiyi bulamadığı için bu idamı gerçekleştiremez. Bir sabah namazı vakti İbrahim Efendi ruhunu Allah’ına teslim eder.  Çocukları babalarının ölüm haberini İstiklal Mahkemesine bildirir. Mahkeme tarafından köye bir müfreze gönderilir. Müfreze başındaki yetkili bu durumu kabul etmez.    "..Olmaz. bu adam kanuna karşı geldi mutlaka asmam lazım" der. Bunun üzerine kabir açılır. Şahitlerin huzurunda kanuna muhalefet etmek suçundan ceset asılır sonra tekrar gömülür. [3] 
 24 Kasım’da Kayseri’de, 27 Kasım’da Maraş’ta, 17 Aralık’ta Rize’de, 31 Aralık’ta Ankara’da, 2 Ocak’ta Çorumda,  1 Şubatta Giresun’da halk eylemleri görülür. Sonuç yine aynıdır. “Bu yüksek ve önemli amaç” için binlerce kişi öldürülür yüzlerce kişi asılır. Onbinlerce kişi hapse atılır. Bu arada bu şehitlerden biri de herkesin bildiği rahmetli İskilipli Atıf Hoca’dır.[4]   
 Başka söze ve başka misale gerek var mı?...
 

 [1]   M.Selim İmece, Atatürk’ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Seyahatlaer, S.15, Hakimiyet-i Milliye 26-27 Ağustos 1925. 
 [2]   Dr. R.Nur, Hayat ve Hatıratım. 4. cilt, S. 1315. 
  [3]   Gıyasettin Emre’den Naklen H.H. Ceylan, C.D.D.D.İ, 3. Cilt, S.40 43  
 [4]   Hakimiyet-i Milliye Gazetelerinin ilgili tarihlerdeki baskıları.

 
  Bugün 7 ziyaretçi (20 klik) kişi burdaydı! Tüm Hakları saklıdır  
 
ACILAR PAYLAŞILDIKÇA AZALIR....MUTLULUKLAR DA PAYLAŞILDIKÇA ÇOĞALIR... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol