ANKARA-ÇAMLIDERE-İNCEÖZ KÖYÜ
   
  Ankara-Çamlıdere-İnceöz Köyü-Koca Harman
  37-SADECE İNSANLAR DÜŞÜNEBİLİR
 

ALMAN HABER KANALINDA TÜRKİYE HAKKINDA EZBER BOZUCU BİLGİLER VERİLDİ.
(Çok ses getiren ve milyonlarca insanı sarsan haberi özet olarak ve Türkçe tercüme ile aktarıyoruz.)
Türkiye'de çok enteresan şeyler yaşanıyor sayın seyirciler!
Yüzde 98'i resmen Müslüman olan ülkede, en önde gelen üniversitelerden birinde Müslümanların ibadethanesi olarak bir cami yapmak isteyenler, nedendir bilinmez, bunu gizli gizli yapmak çabası içine girmişler.
Bundan daha sarsıcı ve şaşkınlık verici olanı, izleyicimiz olan siz Alman toplumuna Türkiye’den aktarmak istiyoruz ki Türkiye basını bu yaşanan olayda neden vatandaşların camiyi gizli gizli yapmak gayreti içerisine girdiklerini sorgulamadı bile.
Ülkede etkin şekilde habercilik yapıp sürekli olarak "özgürlük", "eşitlik", "adalet", "fikir ve vicdan özgürlüğü" söylemlerini dile getiren haber kuruluşları bile "İTÜ'de gizlice cami temeli atıldı" şeklinde başlıklarla gelişmeleri izleyici ve okuyucularına adeta bir terör suçu işlenmiş ya da en azından bir üniversitede çok büyük bir yolsuzluk yapılmış gibi bir tavır ile duyurdular. Türkiye’de gazetecilik ve televizyonculuk adına sergilenen bu tavır karşısında şaşkına döndük.
Bizleri oldukça şaşırtan ve kafamızdaki Türkiye olgusu ile de çatışan bu olaydan sonra, konu ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz Türkiye uzmanı ve tecrübeli araştırmacı, gazeteci ve aynı zamanda ödüllü tarihçi Klaus Gunter’e canlı yayın üzerinden bağlanıyoruz.
(Klaus Gunter, muhabirin şaşkınca sorduğu sorular karşısında, özetle şu cümleleri kurdu – Çevirmen)
"Şu anda yaşananları doğru yorumlamak için biraz geçmişe bakmak lazım. Ben Türk tarihi üzerinde de uzman birisiyim. Alman toplumu da dâhil, bütün Avrupa toplumları Türkiye'yi çok yanlış tanırlar. Gerçek Türkiye onların gördüğü gibi Müslüman bir Türkiye değildir. Türklerin gerçek İslam ile bağları kopalı nerede ise iki asır geçmiştir. Osmanlının son dönemi ile Cumhuriyet döneminde, ülkede halkın yaşam tarzı ve devletin uygulamaları gayri İslamidir. Son İslami idare Osmanlı zamanında mevcuttu. Osmanlı yıkıldıktan sonra Yeni Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. T.C. asla bir Türk ve İslam devleti olmadı. Evet, olmadı çünkü yeni devleti ve resmi ideolojiyi tesis edenler hep gizli Yahudiler ve gizli Ermeniler idi. Zaten Osmanlı’nın son dönemi de bir İslami idare olarak tanımlanamaz. Türklerin mecbur kalarak da olsa ilan ettiği Tanzimat Fermanı ki 1839 yılında ilan edilmiştir, İslam dininin ve Türk kültürünün en temel esaslarını bile resmen inkar etti. Uygulamadan kaldırdı.
Osmanlının yıkılabilmiş olması, bir imkânsızın başarılabilmiş olması anında bile Avrupalıların ve bölgede yaşayan gayri İslami unsurların akıllarında bunun sevincini yaşamaktan ziyade, 'Bir daha Osmanlı ya da başka bir İslami idare kurulmasına da mani olmak lazım. Bunu nasıl sağlarız’ endişeleri vardı. Bu nedenle, yeni T.C.'nin rejimi tamamen İngiliz gizli servisleri ile birlikte hareket eden Sabetaycı gizli Yahudiler tarafından kuruldu. Bu sırada, Sabetaycıların Kapani kolunun kontrolünde olan Türkiye Masonluğunun da çok büyük emeği oldu. Mesela ‘en büyük Türk’ ve ‘Türklerin atası’ anlamına bir soy adını, tuhaftır ki henüz hayatta iken, henüz yaşamakta iken alan Kamal paşanın kendisi de, eşi Latife hanım da, diğer akrabaları da, yine o yıllarda ‘İstiklal savaşı kahramanı’ ve 'Büyük Türk Kurtarıcısı" konumunda gözüken yüzlerce kişi de aslında Türk ve Müslüman değillerdi. Elbette ki kimse illa Türk ve Müslüman olmak zorunda değildi. Bununla birlikte hiç kimse Türkleri ve Müslüman unsurları aldatma ve gerçekte olduğundan başka bir kimlikte, gerçekte olduğundan başka bir inanışta ve fikriyatta görünme hakkına sahip değildi. Bir Alman olarak bunu ifade etmekte hiç zorlanmıyorum ki Ermeniler ve Yahudiler, asırlarca kendilerine çok adil ve insani şekilde muamele eden Müslüman Türklere karşı bu yaptıklarında haklı değillerdi.
Bunlar iktidarı ele geçirdikten sonra Türkleri nasıl yönlendirecekleri, yeniden dindar bir Osmanlının kurulmasının önüne nasıl geçebilecekleri konusunda da anlaşmazlık içinde oldular. Önce Türkleri Hristiyanlaştırmayı düşündüler. Kendi aralarında uzun uzun tartıştılar. Bunun uygulama esnasında başarısız olacağını öngörüp kısa sürede vazgeçtiler.
Ardından Türkleri evrimci yapmak istediler. İşte Kamal paşa "Hepimiz maymunlarız, hepimiz süfreler gibi sudan çıktık" şeklindeki sözünü o zaman söyledi. Lakin Türklerin evrimci zihniyete sahip bir topluluk yapılamayacağı da öngörülüp bunda da ısrar edilmedi.
Bir ara Türklerin tamamen dinsiz ve bütün dinleri inkâr eden bir topluma dönüştürülmesi üzerinde duruldu. Bu plan gereği “Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin yerin dibini boylamasını istiyorum” şeklindeki sözlerini sarf etti Kamal Paşa… Yine benzeri şekilde “Hocaları, din ve namus telakkisini toptan kaldırmalıyız. CHP’yi ve memleketi din ve namus telakkisinden arındırılmış kişiler ile kısa sürede zengin edip güçlendirmeliyiz. Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkûmdurlar” şeklindeki çok tartışılmış sözleri sarf ederek toplum üzerindeki etkisini ölçtü. Takdir edersiniz ki 1915 yılının sonuna kadar ismi bile duyulmamış, siyasi, fikri ve askeri sahada hiçbir başarısı olmamış ve yine gizli Yahudi ve Ermenilerin kontrolündeki İstanbul basını tarafından 1915 yılından itibaren sürekli gerçek dışı haberler ile parlatılmış Kamal paşayı, basın gücüne aldanarak gerçek bir kurtarıcı zan eden Türk halkı bu sözleri duyunca adeta travma geçirdi. Hal böyle olunca, başka bir yöntem bulunmalı idi. Halkın bu şaşkınlığı ve tepkisi çok iyi ölçüldü. Israr edilmedi.
Bundan sonra ise akla laiklik geldi. 
Laiklik söylemleri ile Türklerin İslam’dan ve bin yıllık kültüründen uzaklaştırılabileceği hususunda bu gizli teşkilatlanma arasında fikir birliği oluştuğunu söyleyebilirim.
İktidarı ele geçirmiş bu gizli Yahudi ve gizi Ermeni azınlık, İngiliz desteğini de arkasına alarak, laiklik söylemleri ile dine karşı öyle bir mücadeleye girişti ki, Avrupa toplumları bunları duysa inanamaz. Tabii burada din derken kastım İslam dini. Yoksa Hristiyan ve Yahudilerin haklarına hiç kimse karışmadı. Düşünebiliyor musunuz bin yıldır Müslüman olan Türkleri idare edenler Müslümanların kutsal kabul ettikleri Cuma gününü iş günü yapıp, Hristiyanların ve Yahudilerin kutsal günleri olan Cumartesiyi ve Pazarı tatil yaptılar.
Kılık kıyafetten, alfabeye, fikriyata ve vicdanlardaki inançlara kadar her şeye devlet gücü ile müdahale edildi. Bir Diyanet İşleri kurumu tesis edilip din, tamamen devletin daha doğru ifade ile Kamalist rejimin kontrolü altına alındı. Bunu Türkler de Avrupa toplumları da bilmez ama iş öyle bir raddeye geldi ki ünlü İslam ve Türk büyüklerinin mevcut bulunan kabirleri ve türbeleri, bu dönüşümün uzun sürmesine sebep olacak ve milli-manevi değerleri diri tutacak diye, yaklaşık 64 bin ünlü kişinin mezarları açılıp kemikleri devlet tarafından çalındı. Bu gün içlerinde Mimar Sinan gibi dünyaya mal olmuş yüce bir şahsiyetin bile bulunduğu 64 bin kıymetli insanın kemiklerinin akıbeti bilinmiyor. Elbette ki dünya tarihinde görülmemiş böylesine bir hukuksuzluğu yaparlarken bile “Kimin Türk olduğunu, kimin Türk olmadığını belirlemek’ gibi komik bir iddia ile hareket ettiler.Kafa taslarını mezura ile ölçüp Türk olup olmadıklarına karar veriyorlardı. Üstelik ölçtükten sonra da yerine koymuyorlardı. İslam karşıtlığı, geçmişte yaşamış Müslümanlara kadar uzanıyor ve bu Müslümanlar kabirlerinde bile işkenceye tabi tutuluyorlardı. Bu işle Kamal paşanın manevi kızlarından biri hususi olarak ilgileniyordu. İngilizlerin meşhur ve muteber tarihçisi Arnold Toynbe’nin de sık sık dile getirdiği gibi, korkunç bir inanç, kültür ve can kıyımı yapıldı. Sadece İstiklal mahkemeleri üzerinden yapılan zulmü anlatmak aylarca sürebilir. Hangi dinden ve siyasi görüşten olursa olsun dürüst ve medeni hiçbir insan, bu derece korkunç gerçekleri gizlemek hakkını kendinde göremez. Ben bu nedenle eserlerimde sık sık Türklerin yakın tarihe temas ettim ve etmeye de devam edeceğim.
İşte bu gün hala devam eden tuhaf kabullenişleri ve yasaklamaları anlamak isteyen herkes,Türklere son bir buçuk asırda uygulanan devlet politikalarına, eğitim müfredatlarına ve Türklerin bu süreç boyunca hep gizli Yahudiler ve Ermeniler tarafından idare edilmiş olduğu gerçeğine yönelmeliler ve bu açıdan bakmalılar. Biliyor musunuz, Türklere devlet zoru ile 'milli şef' olarak kabul ettirilen gizli Ermeni İsmet İnönü, Türk milli eğitim sistemini 1947 yılında resmen imzaladığı Fullbright anlaşması ile ABD'ye teslim etti. O tarihten sonra Türk milli eğitim müfredatını Türkiye'deki Amerikan büyük elçisinin başkanlığındaki bir heyet belirledi. Bu durum hala da böyle... Yine Türk Silahlı Kuvvetlerinin idaresi de gizli Yahudilere devir edildi. Halen TSK'da bir gizli İsrail odası var. Ya da izleyicilerimize yine çok sarsıcı gelecektir ama yeni T.C.'nin bir merkez bankası bile yoktur. Merkez bankası gibi gösterilen kurum da bir anonim şirkettir ve yüzde 40'ı Ankaralı bir Yahudiye, yüzde 15'i İngiliz Yahudilerine aittir. Yani Türkler son iki asırdır hiçbir zaman gerçekten bağımsız olmadılar. Onlara göstermelik bir bağımsızlık verildi. Bir bakın yakın tarihleri onlara nasıl yalanlarla öğretilmiş... Yunanı denize döktük derler dururlar ama Yunanın denize döküldüğüne dair dünya üzerinde tek bir kanıt, vesika, şahit yoktur. Hepsi yalandır. Yunan bile İngiliz+Sabetayist ittifakının planları gereği geri çekilmiştir.
Ben ödüllü bir tarihçi olarak laiklik söylemleri altında Müslüman Türklerin nasıl dinsizleştirildiğini ve devlet kademeleri ile devletin uygulamalarından İslami esasların nasıl bir anda kaldırıldığını, o gün bu gün Türklerin dinini yaşamaktan nasıl korkup geri çekildiğini, en temel haklarını bile savunamaz bir hale getirildiğini size binlerce kanıt ile anlatabilecek kişiyim. Ama bu, bir televizyon kanalındaki bir haber programında, çok kısa süreli bir canlı yayında anlatılabilecek bir şey değil.
Son yıllarda Türklerin arasından değerli kalemlerin bu gerçekleri yazıp anlatmak cesaretini sergilediğini de görüyorum. Türkiye’de özellikle soysal medya ve bloglar üzerinden yayınlanan gerçekten çok kaliteli, büyük emek ürünü ve tarihi kanıtlara, vesikalara dayanan içerikler var. Gerçek Türkiye’yi ve gerçek Türkiye’nin neden bu halde olduğunu öğrenmek isteyen Almanlar, bu yayınları incelemeliler.
Bana bu söz hakkını verdiğiniz ve Alman toplumunu doğru bilgilendirmeme aracılık ettiğiniz için sizlere de çok teşekkür ediyorum.”
Çeviri: Birgül Yayman Erdener
Alman, Rus ve İtalyan medyasından dikkat çekici haberleri, yine Alman, Rus ve İtalyan edebiyatının önde gelen eserlerinden çevirileri paylaşmaya devam edeceğim. Bu emeklerimin daha çok vatandaşımıza ulaşması için lütfen paylaşalım ve destek olalım arkadaşlar! Çeviriler için önerilerinizi de bekliyorum.
birgulyaymanerdener@gmail.com
https://www.facebook.com/ahmet.uygun.13/posts/1027005860695591

“ALMAN UZMAN, İÇİMİZDEKİ İSRAİL'E ÇOK BÜYÜK BİR DARBE VURDU.”
Türkiye uzmanı Alman Klaus Gunter'den çarpıcı değerlendirmeler.
Türk halkının yaşadığı toplumun doğasına karar verme, yaşadığı devletin mekanizmalarını belirleme hakkı var. Bunu yaparken Atatürkçü, laik, demokrat hatta cumhuriyetçi olmak zorunda değil. Halkın bu ideolojilere ve siyasi-dünyevi görüşlere zorlanması hukuki değil. Temel insan hak ve hürriyetlerine, fikir ve vicdan özgürlüğüne uygun değil.

Bir yasanın meclisten bir şekilde geçmiş olması ve cumhurbaşkanı tarafından onaylanmış olması da o yasanın hukukun temellerine uygun olduğu anlamına gelmez. Gerçek hukukçuların onayından geçmek zorundadır. Kamal paşa, meclisten pek çok yasayı hukuksuz olarak geçirdi. Cumhuriyet rejiminde, Kamal paşadan sonraki süreçte de hukukun temel normları ile çatışan çok sayıda yasa çıkarıldı. Türkiye'de Anayasa'dan Türk Ceza Kanunu'na kadar her şey bir an evvel Türklerin bünyesine uyacak şekilde değiştirilmedikçe Türkler asla huzur bulamazlar. Kendi ülkelerinde esir gibi yaşamaya, sürekli bir baskı, huzursuzluk ve endişe içinde yaşamaya devam ederler. Biliyorsunuz, katledilen gazeteci Uğur Mumcu'nun çok yerinde bir tespiti vardı. "Türkiye vatandaşı kime denir?" diye sorup cevabını da şu şekilde verirdi: "Türkiye vatandaşı; İsviçre Medeni Kanunu’na göre evlenen, İtalyan Ceza Yasası’na göre cezalandırılan, Fransız İdare Hukuku’na göre idare edilen ve İslam Hukuku’na göre gömülen kişidir."
Türkler kendilerine, kendilerinden gözüken gizli Ermeniler ve Yahudilerin kurduğu korkunç tuzakların artık farkına varmalı. Türkler Müslümanlığını yaşarken bile içine Atatürkçülüğü, demokrasiyi ve laiklik ile cumhuriyeti bulaştırmak, dinini bu ideolojilerle sentezlemek zorunda değil.
Ben Türkiye uzmanıyım. Türkler ve Türkiye üzerinde uzmanlaşmak için harcadığım onca sene boyunca Türklerin tarihini, kültürünü ve dini olan İslam'ı da teferruatı ile inceledim. Bir Türkün hem Müslüman hem Atatürkçü, hem Müslüman hem de laik, hem Müslüman hem de demokrat olabilmesi mümkün değil. İslam dininin esasları belli. İslam dini, Müslümanların devlet yönetiminden, miras, harp ve alış veriş hukukuna... Sağlıklı yaşama kaidelerinden nasıl yemek yiyeceğine ve af edersiniz tuvalette nasıl taharetleneceğine kadar her şey hakkında hüküm vermiş ve hiçbir boşluk da bırakmamıştır. Gerçekten İslam'ı bir din olarak seçmiş bir Türkün başka hiçbir siyasi ve fikri ideolojiye ve akıma ihtiyacı da yoktur. Zaten İslam, yarım kabullenişleri ret eder. Yani İslam dini her şeyi ile bir bütün olarak kabullenip iman etmeyi emir eder. Hem Müslüman olayım ama hem de devlet hukukunu ya da miras hukukunu değiştireyim derseniz, sizi mürted sayar. Müslüman saymaz. Ya hep ya hiçtir.
Türk toplumu da dahil, son dönemde laikliğe, demokrasiye ve cumhuriyetçiliğe zorlanmış bütün toplumlar, dünya üzerinde bu görüşlerin ve ideolojilerin henüz iki asırlık bir geçmişi bile bulunmadığını, dünya tarihi boyunca bu ideolojileri ve görüşleri hiç hayal bile etmemiş, aklına bile getirmemiş çok sayıda toplumun ideal bir toplum olarak yaşadığı gerçeğini, bu akımların İngiliz gizli servislerinin tezgahlarında üretilip aydın kimliğine büründürülmüş casuslar sayesinde halklara empoze edildiğini bilmelidir.
Türkler kendilerine aydın, alim ve mütefekkir olarak sunulan İngiliz casuslarını artık bilmelidir. Ali Suavi'yi, Said-i Nursi'yi gerçek yüzleri ile tanımalıdır. Mason ve İngiliz casusu Cemaleddin Afgani'nin Arap Müslümanlara kurduğu tuzakların aynısını Türkiye'de Müslüman Türklere kurmaya çalışan ve Türk aydını gibi görünen gizli Yahudi ve Ermenileri, çok gecikmeli de olsa deşifre etmelidir. Bakın Almanya'da, İngiltere'de ve Fransa'da Ali Suavi, Cemaleddin Afgani ve diğerleri hakkında çok özgün çalışmalar yapıldı. Türklere son zamanlarda kurulan gizli Yahudi ve gizli Ermeni tuzakları hakkında, Avusturya'dan Ewald Stadler'in, İngiltere'den Arnold Toynbe'nin çok özgün ve sarsıcı değerlendirmeleri var. Stadler Avrupa Parlamento'su üyesi de olan çok ciddi bir araştırmacı ve politikacıdır. Toynbe gibi tarihçiyi ve bu tarihçinin Türkiye yakın tarihine dair değerlendirmelerini bilmemek Türkler için çok büyük bir kayıptır. Günümüz Türkiye'sinde yaşayan Türkler bu araştırmalarda ve eserlerde kanıtlanan sarsıcı gerçekleri duyunca inanmak istemeyecekler ve "Bu kadar mı organize, bu kadar mı gizli, bu kadar mı taktik oynamışlar" diyeceklerdir.
Daha feci olanı da, halkların, bu İngiliz ve Yahudi casusların topluma dikte ettiği siyasi ve fikri ideolojileri kabullenmek ve başka hiçbir şeyi tercih etmemek gerektiğine ikna edilmiş olmasıdır. Çağdaş ve medeni bir insan olarak mutlaka Atatürkçü, laik, demokrat ve cumhuriyetçi olmak zorundalarmış gibi bir algının Türkiye'de, iki asırlık casusluk faaliyeti, baskı ve devlet terörünün ardından genele yayıldığını görmek mümkündür. Sadece şuraya kadar birkaç cümle ile özetlediğim gerçekleri, inanın bana genişçe izah etmek isterim ve bundan çok büyük keyif alırım. Lakin bunları anlatmak aylarca sürer. Cilt cilt eserler tutar.
Ben Katolik Hristiyan bir Alman olarak üzülerek söylüyorum ki Türklerin hali aldatılmış Almanlardan da beter. Almanya'da da aynı güç odakları fikri, siyasi, hukuki, ticari ve ahlaki sahada çok tuzaklar kurdular ama Alman halkı arasında bu İngiliz+Siyonist+gizli Yahudi hileleri o derece başarılı olmadı. Günümüz Türkiye'sinde bu gerçeklerin farkında olan insan sayısını geçin, bu gerçeklerin farkında olup bunu milletine anlatabilecek aydın insan sayısına bakıyorum ve hiç kimseyi göremiyorum. Hala Türk basını denilen basın, bu sefer CIA ve MOSSAD ile işbirliği içindeki gizli Yahudi ve Ermenilerin tekelinde...
| Klaus Gunter

Çeviri: Birgül Yayman Erdener
Alman, Rus ve İtalyan medyasından dikkat çekici haberleri, yine Alman, Rus ve İtalyan edebiyatının önde gelen eserlerinden çevirileri paylaşmaya devam edeceğim. Bu emeklerimin daha çok vatandaşımıza ulaşması için lütfen paylaşalım ve destek olalım arkadaşlar! Çeviriler için önerilerinizi de bekliyorum.
birgulyaymanerdener@gmail.com

>DÜŞÜNMEK , ARAŞTIRMAK

Yüce Rabbımız kitabında insanları düşünceye ve düşünmeye araştırıp inceleyip kıyas yapmaya davet eder. Sadece insan düşünebilir. İyiyi kötüyü kıyaslayabilir. Fakat düşünme yeteneği olan insanın bu düşünme hassalarını ve yeteneklerini körelttiği ve şuursuzlaştığı da bir gerçektir. Bugün insanlık eskiye nispeten refah içindedir. Fakat cinayet ve zalimlikler eskisinden fazladır. İnsanların mutluluğu için dürüst olarak ve imanlı düşünmesi gerekmektedir.  Sadece imanlı düşünme doğru olabilir.Doğru yolu gösterebilir.

AZERBAYCAN'DA BİR GARİP ŞAİR

 Kominizmin en karanlık yılları. İnsanlar rejim düşmanı diye göz kırpmadan öldürülüyor. Onbinler ve yüzbinler zalim komünist idaresi tarafından öldürülür. Kimse soramaz.  Ahıska Türkleri bir gecede hayvan vagonlarına doldurulur. Kazakistan bozkırlarına bir kış günü sürülür. Trendekilerin yüzde sekseni yolculuk sırasında ölür. Ölenler trenlerden atılır. Bu ölenler müslümandır genellikle. Ölüleri kurda kuşa yem olur da soran olmaz. Olamaz. Allah demek yasaktır. Din afyondur. Komünist idare her şeydir. Herkes köledir. Milletler köledir. Rusyanın işgal ettiği devletler köledir. Komünist parti üyeleri efendidir. Rahat içindedir. Devlet böyle bir çete elindedir. Kanun onlardır. Kanun onların iki dudağı arasından çıkan sözdür, uygulanır. Kimse hesap soramaz.
  Bütün Türk devletleri gibi Azerbaycan'da kızıl işgal altındadır. Azeri halkı kendi devletinde köledir. Rusa hizmet etmektedir. Azerbaycan'ın bütün zenginlikleri Rusya'ya akmaktadır. Azeri aydınları bu duruma üzülmekte fakat sesini çıkaramamaktadır.Bir şairin sesi biraz fazla çıkar. Hemen tututklanır. Moskova'ya gönderilir. Son ölümdür. Zavallı şair hapiste idam edileceği günü beklemekte. Kendisine yardım edecek kimsesi yoktur. Ne bir milletvekili, ne de bir komünist parti üyesi. Bu şair annesinden Allah adını duymuştur. Allah'a inanmaktadır. Mazlumların sığınağı olduğunu bilmektedir. Devamlı sesli sesli şu şekilde dua etmektedir;
  Her bir kesin var bir kesi,
  Men bir kesin yok bir kesi,
  Ey kimsesizler kimsesi,
  Men bir kesin ol kimsesi.
Diye alemlerin Rabbına sığınmaktadır. Sadece onun yardım edebileceğini, başka bir ümit kapısı kalmadığını iyi bilmektedir. Devamlı bu münacaatla Alemlerin Rabbına sığınmaktadır.
  Göstermelik mahkeme günü gelir. Mahkemeden hiç berat çıkmamıştır. Kendisi de korkunç akibeti beklemektedir. Bir ümidi kimsesizlerin kimsesi olan Alemlerin rabbıdır. Ve mahkemede hiç umulmadık bir olay olur ve beraat eder. Allah'a imanı ve güveni artık bin kat daha artmıştır. Kimsesizlerin kimsesi , yegane güç sahibi onu kurtarmıştır. O'nun bu güzel duası da günümüze kadar dilden dile söylenegelmiştir.

 
 
 
TÜRK MİLLETİNİN ÜSTÜNLÜĞÜ
 Türk milleti aziz bir millettir. Yıllarca islam'a hadimlik nasip olmuş necip bir millettir. Dünya müslümanları Omanlı sayesinde yüzyllarca rahat etmiş, huzur içinde yaşamıştır. Selçuklu ve Osmanlılar kendilerini düşünmemiş, sadece rıza-i ilahiyi düşünmüşlerdir. Gayeleri rıza-i ilahi olunca da sayısız defalar ilahi yardımlara nail olmuşlardır. Devamlı azlar çoklara galip gelmiştir.
  Rasuli zişanımızdan sonra yahudilerin hain planları işlemeye başlamış. Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasında savaşlar olmuş. Binlerce eshabı kiram ve hafızı Kur-an şehit olmuştu. Müslümanlar birbirine düşürülebilmişti. Hiçbir masraftan kaçınılmayan ve çok detaylı hazırlanan hain planlar işliyordu. Hz.Hasan kendi hanımına zehirletilerek şehit edilmişti. Peygamberimizin biricik torunlarından Hz Hüseyin Kerbela'da şehit edilmişti. Yeni yeni müslüman olan, kavim kavim islamiyete giren Türkler bu durumlara çok üzülüyordu. Peygamber sülalesi ehli beyt olan kişileri Türkistan'a getirdiler. Onlara kucak açtılar. Onları kemali edep ve azami saygı ve incelikle misafir ettiler. O kutlu evladı Rasuller, Türkistanı nurlandırdılar. Medreseler açtılar. İslamiyet Orta Asya'dan batıya yayıldı. Orta Asyada, evladı Rasullerin irşat ve terbiyesiyle yetişen, nurlanan türkler, islama dört elle sarıldılar. Orta Asyadan Türkler vasıtası ile islamiyet batıya yayıldı. İran, Anadolu , Balkanlar, Avrupa bu kutlu alperen gaziler eliyle islamla şereflendi. Türk milleti madde ve manaya önem verdiği müddetçe muzaffer oldu. Manayı ihmal eden bir çok türk kavmi müslümanlıklarını devam ettiremediler ve tekrar küfre döndüler. Maneviyata çok önem veren Selçuklu ve Osmanlılar ise dinlerine sahip çıkabildiler. Bunların evlatları tekrar şamanizm, hristiyanlık, putperestlik gibi batıl inançlara dönmediler.
  Hristiyan ve Yahudiler islama karşı her zaman bir ve beraber hareket edebilmiştir. İslamiyetin Hamisi Halife-i müslümin olan Türkler çökertilmeliydi. Mülümanlar arasına milliyetçilik akımları sokulmalıydı. Müslümanlar parçalanmalıydı. Çok detaylı planar hazırlandı. Casusluk faaliyetleri hızlandırıldı. Kavmiyetçilik ve milliyetçilik akımları körüklendi. Bunlar yapılırken çok profesyönel yollar izlendi. Çok detaylı ve komple planlar hazırlandı. Osmanlı kendi aydılarına (beyinsiz-şuursuz-izansız)yıktırıldı. Arap kavmi parça parça edildi. Birlik ve güç olamasınlar , yahudiye şamaroğlanı olsunlar diye. Ve öylede oldu.
  Çöken islamiyet yeniden dirilmemeliydi. Müslümanlar şuurlanmamalıydı. Ne pahasına olursa olsun müslümanların şuurlanmasıı sağlayacak ibadetleri engellenmeliydi. Müslümanların ibadetleri bozulmalıydı. Namaz vakitleriye oynanmalıydı. Müslümanlar haramla beslenmeliydi Ta ki ibadetlerinden hayır görmesinler. Haramla beslenenin ibadeti kabul olmaz. Bu plan islam düşmanlarının planlarının bir özetiydi... Onların planı buydu.. Ama Alemlerin Rabbinin de bir planı vardı. Allah hükmünde yegane galipti. Mutlaka O'nun dediği olacaktı.
  Alemlerin abbının açık bir lutfu olarak islamiyet bütün sadeliği ile diriliyor. Şimdi de batıdan bütün dünyaya yayılıyor. Şükürler olsun. Allah nurunu tamamlayıcıdır. Müşrikler istemesede....Nasibi olanlar bütün sadeliği ile islamdan nasibini alacaktır...
  Bu şeref yine asil Türk Milletinenasip oluyor...

BULGARİSTAN'DA YAĞMUR DUASI

  Komüizmin en şiddetli hüküm sürdüğü yıllar. Allah demek ibadet etmek yasak. Müslüman din adamları çağrılıyorlar ve en ufak bir dini faaliyet göstememeleri konusunda uyarılıyorlar. Devamlı takip ediliyorlar.
 Bulgaristanda çok miktarda müslüman yaşamaka. Bu müslümanlar gayet dindar ve asil insanlar. Dini vecibelerine çok düşkünler. Dini merasim düzenlemek için hoca getirmek istiyorlar. Hocalar devlet baskısından korktuğu için gitmek istemiyor. Devlet bize yasak etti diyemiyorlar. Öyle talimat almışlar çünkü. Halka da izah edemiyorlar.
  Hz.Fatih kız kardeşini evlendireceği zaman çok yüksek düşünüyor. Değerli kardeşini peygamerimizin sülalesinden birisiyle evlendirerek şereflenmek istiyor. Araştırma yaptırıyr. Kesin oarak evladı rasul olduğunu tesbit ettiği aileleri buluyor. Kız kardeşini bunlardan İDRİS BEY ile evlendiriyor. Bulgaristanın birçok bölgesinde evladı rasul olan mübarek insanlar da yaşamaktadır. İçlerinde islam ilimlerine vakıf çok büyük alim ve evliyalar da mevcuttur.
  İşte komünizmin bu en azgın zamanlarında müthiş bir kuraklık olur. Akarsular kurur. Ekilen mahsuller sararır. Bütün Bulgaristan perişan haldedir. Müslümanların mahsülleri de kurumaya yüz tutmuştur. Yağmur yağmazsa büyük bir feaket kapıdadır.
  Müslümanlar yağmur duası yapmak isterler. Ama bunu devlete izah etmek zordur. Popov diye bir ataist avukat vardır. Hiç birdine inanmaz. Müslümanlarla da devamlı alay eder. Fakat müslümanların hıristiyanlardan daha dürüst olduğunu da devamlı söyler bu avukat. Papazların gizli gizli günah işlemelrine kızmaktadır.
  Kuraklık çok dehşetli olduğu için devlet çaresizlikten izin verir. Onbinlerce müslüman toplanır dua etmeye. Müslüman hocalar; duanın şartlarından biri de dua edenlerin içinde gayri müslim olmaması gerektiğini söylerler, izah ederler. Bulgar polisler ayrılırlar. Uzakça bir kenardan bakmaya başlarlar. Popov üslümanlara kızmakta;
 -Havada hiç bulut yok. Bu havada nasıl yağmur yağar? Saçmalık bu..diye  bağırmaktadır.
  Derken müslümanlar istiğfar ile duaya başlarlar. Boyunlarını büküp alemlerin rabbına ilticaya başlarlar. Bebekler ağlatılır. Koyunlar kuzular meletilir..Zaman ilerledikçe havada bulutlar görülmeye başlar. Ardından bereketli bir yağmur başlar ve günlerce devam eder. Sararan mahsuller kendini toplar. Dereler çaylar akmaya başlar. Kuraklıktan eser kalmaz.
  Yağmur duasınn yapıldığı gün, geri dönen müslümanlar yine POPOV'un bürosunun önünden geçerler. Bu sefer Popov ;
 -Türkler ben anladım ki sizin dininiz hak ve doğru. Bak sizin inandığınız Allah yağmur verdi. Bizim papazlar yalancı. Halkı kandırıyorlar der. Onlar dua edip yağmur alamadılar İsa'dan der...

 
                  TÜRKMENİSTAN'LI MOLLANIN İLGİNÇ TESBİTİ                    
  Kızıl kominist rejiminden kurtulan müslümanlar derin bir nefes aldılar. Kominizm demek dinsizlik demektir. Koministler hiç bir dine inanmazlar. İşgal ettikleri müslüman ülkelerde de dini yasakladılar. Müslümanlar yıllarca gizli gizli ibadet ettiler. Yer altı mahzelerinde toplandılar. Cami olarak kullandılar. Dinlerini unutmamaya çalıştılar. Ama yeni yetişen çocukları devlet okullarında dinsiz yani ateist olarak yetiştiği için ibadetlerini çocuklarından bile gizlemek zorunda kaldılar. En ufak bir belli etmede hapise atılıyorlardı. İnançlarından dolayı zindanlarda çürüyor veya idam ediliyordu.Rus zulmünden milyonlarca müslüman şehit oldu. Müslümanların çileleri doldu.Yaptıkları dualar kabul oldu. Kızıl Sovyet İmparatorluğu kendiliğinden yıkıldı. Türkiyeli müslümanlar Orta Asya'daki kardeşlerininyanına koştu. Onlara destek verdi. Onlara kucak açtı.Onlara her türlü yardımda bulunmaya çalıştı.                                       
     İşte hikayemiz bu yıllarda ceryan etmiş. Türkmenistan'a giden iş adamlarımız oraların manevi bünyesine katkısı olsun diye camiler yaptırmaya başladılar. İş adamımızın birisi mühendislerini Türkmenistana göndermiş. Başkentin kenar mahallelerine bir cami yapılacaktır. Görevliler gerekli etüdleri yapmışlar. Kalan zamanda şehri gezmekteler. Gezerlerken tüyleri yeni biten genç bir medrese talebesi yanlarına yaklaşır.Sorar;                                                                  
 -Abey siz nerden gelirsiz?                                                                              
 -Türkiye'den geliriz                                                                                            
 -Peki siz müslümansız?                                                                                 
 -Evet müslümanız.Elhamdülillah.                                                                 
 -Peki sizin hanımlarınız islami usül örtülü mü?                                       
 -Evet örtülü...                                                                                                      
 -Siz yalan söylirsiz. Siz müslümanlıktan çıkmış Ruslaşmışsız.(Ruslar gibi yaşıyorsunuz) Bende uydu tv vardır. Siz islamdan çıkmışsız. Amma ben bakıyor düşünüyorum. Allah size çok acıyor. Yardım ediyor.Siz düşman işgali gördüz. İslambol'u düşman işgal etti. Ama akıllarına gelipte giderken mukaddes emanetleri götürmediler.Mukaddes emanetleri alıp gitmek akıllarına gelmedi. Demek ki Allah İslamın liderliğini size layık görüyor. Ben islami bilgilerime dayanarak söylirim ki İslam tekrar sizin liderliğinizde dirilecek yükselecek. Siz her ne kadar ruslaşsanız da ben size saygı duyurem. İslamın bayraktarığını yaptığınız günleri beklirem. Gözlürem. Boynum bükük o günleri görmeyi ümit edirem. Dedi ve bizleri de ağlattı kendi de ağladı. Bunu duyan iş adamlarımız ve görevliler dünya müslümanlarının Türkiye'den neler beklediğini gördüler. Sorumluluk duyguları daha da arttı. İslam hadimi atalarının büyüklüğünü bir kez daha başkalarından dinlemenin onurunu yaşamış oldular....

  PEYGAMBERLERİN MUCİZESİ VE EVLİYALARIN KERAMETİ OLUR       

Allah'ın takva sahibi dostları (veliler) Muhammed (S.A.V.)'e uyan, emirlerini yapan, yasakladıklarından kaçınanlardır. Onlar peygamberin kendilerine açıkladığı her konuda ona itaat etmişlerdir. Buna karşılık Allah onları melekler ve ruh ile desteklemiş, kalplerine kendi nurunu serpmiştir. Kerametler Allah'ın takva sahibi dostlarına ve seçkin evliyalarına bir ikramıdır. Onların kerametleri ya dini bir ihtiyaçtan ya da müslümanların ihtiyacından dolayı meydana gelir. Nitekim Peygamberinin (S.A.V.) mucizeleri de aynı nedenle meydana gelmiştir. (Usulü Akidetü'l-İslami, İmam Ebu Cafer Ahmed b.Sellame el-Ezedi et-Tahavi)
Allah dostlarının kerametleri ancak onların, Resulüllah'a uymalarının bereketinden dolayı meydana gelmiştir. Sonuç itibarıyla bu kerametler de onun birer mucizesi sayılır.


Meselâ, ayın yarılması (1), elindeki çakıl taşlarının Allah'ı tesbih etmesi (2), hurma kütüğünün onun için ağlaması (3) miraç günü Beyti Makdis'in (Kudüs'teki Mescid-i Aksa'nın) özelliklerini haber vermesi (4) ,olanı ve olacağı haber vermesi (5), Kur'ân'la desteklenmesi, defalarca yiyecek ve içecekleri çoğaltması, Ümmü Süleym'in meşhur hadisinde (6), anlattığı gibi Hendek savaşında bir tas yemekle askerin tamamını doyurduğu halde yemeğin hiç eksilmemesi ve Hayber savaşında da benzeri bir olayın meydana gelmesi onun mucizelerinden bazılarıdır.

Yine suları hiç eksilmeyecek biçimde artırması, Tebük seferinde az bir yemekle üç bin civarındaki askerlerin taslarını hiç eksilmemecesine doldurması, parmaklarının arasından defalarca suyun fışkırması, ve insanların, Hudeybiye esnasında olduğu gibi 1400 veya 1500 kişinin bu suyla kanması (7), duasıyla Ebu Katade'nin gözlerinin daha mükemmel bir şekilde yerine gelmesi (8) K'ab b. Eşrefi öldürmeye yolladığı Muhammed Mesleme'nin kırılan ayağını eliyle mesh ederek iyileştirmesi (9) yüz otuz kişiyi bir koyunun etiyle sırayla doyurması, herkese koyunun ciğerinden bir parça mutlaka vermesi buna rağmen etin gitgide artması ve Abdullah b. Cabir'in bir yahudiye olan 30 vasak (ölçek) borcunu ödemesi bunlardandır.

Sahabelerden, tabilerden ve onlardan sonraki sahih insanlardan rivayet edilen kerametler oldukça fazladır.
Meselâ Üseyd b. Hudayr Kehf sûresini okurken gökyüzünden karanlıklar içindeki lâmbalar gibi melekler onun okuyuşunu dinlemek için iniyorlardı(10)
Yine melekler İmran b. Hüsayn'a selâm veriyorlardı.
Selman ile Ebu Derda (Allah onlardan razı olsun) bir tencerede yemek yerlerken tencere veya (diğer bir rivayetle) tencerenin içindekiler Allah'ı tesbih ediyorlardı.
Ebu Bekir Sıddık'ın Buhari ve Müslim'de nakledilen hikâyesi de bunlardandır:
Ebubekir üç misafiriyle birlikte evine gitmişti. Yemekte, sofralarında ki şeylerin her lokmayı yiyişte bir öncesinden daha fazla olduğunu gördü. Ebubekir ve hanımı bu durumu seyrettiler. Bu durumu derhal Resulüllah'a arzettiler. Bütün ahali, geldiler ve bu yemeği yiyip doydular.
Habib b. Adi (Allah onun şerefini artırsın) Mekke'de müşriklerin elinde esir idi. Müşrikler onun üzüm yediğini görüyorlardı. Halbuki Mekke'de üzüm yoktu.(11)
Amir b. Füheyr şehid edilmişti. Düşmanlar onun cesedini aradılar, fakat bulamadılar. Çünkü şehid olur olmaz göğe yükselmişti. Amir b. Tufeyl onun yükseltildiğini bizzat görmüştü.
Ümmü Eymen hicret etmek için yola çıkmıştı. Yanında ne azık ne de su vardı. Neredeyse susuzluktan ölecekti. Nihayet iftar vakti geldi. O bu vakte kadar (mecburen) oruç tutmuştu. Başının üstünde bir şey sezdi. Başını kaldırdı. Bir de ne görsün, boşlukta sallanan dolu bir kova... Kanıncaya kadar içti. Bundan sonra ölünceye kadar susuzluk hissetmedi.
Resûlüllah'ın kölesinin hikâyesi... Arslan onun, Resulüllah'ın elçisi olduğunu duyunca gideceği yere varıncaya kadar önü sıra yürümüştü.(12)
Berra b. Malik, Allah'ın adına yemin ettiğinde Allah onun yemininin gereğini yapardı.(13)
Harp şiddetlendiğinde müslümanlar Berra'ya:
- Ey Berra, Rabbine yemin et (dua et) derlerdi.
Berra da:
- Ey Rabbim, yemin ederim ki eğer sen güçlerini alır, bizim elimize düşürürsen düşmanlarımız yenilir derdi.
Kadisiye günü de:
- Ey Rabbim, onların güçlerini kes ve beni de şehidlerin ilki kıl diye yalvardı.Müslümanlar düşmanı tamamen yendiler. Berra ise harp esnasında şehid olmuştu.
Halid b. Velid iyi korunmuş sağlam bir kaleyi kuşatmıştı.
Kaledekiler:
- Sen bizzat zehir içmedikçe teslim olmayız dediler. Halid, zehiri içti fakat hiç bir zarar görmedi.
Şad b. Ebi Vakkas'ın her duası kabul edilirdi, istediği her şey verilirdi.(14) Kisra'nın ordularını yenmiş ve Irak'ı fethetmiştir.
Ömer b. Hattap bir ordu yollamış ve Sariya isimli bir adamı orduya emir tâyin etmişti.
Bir ara Ömer hutbe okurken minberden bağırmaya başladı.
- Ya Sariya dağa, ya Sariya dağa!..
Bir süre sonra ordudan haber geldi ve ona:
- Ey müminlerin emiri, bir düşmanla karşılaşmıştık. Az kaldı bizi yarıyorlardı. Ansızın bir ses duyuldu. "Ya Sariya dağa, ya Sariya dağa!" diye sesleniyordu. Sırtımızı dağa dayadık. Allah böylece onları perişan etti, diye haber verdi.(15)
Zenire (R.A.)'ya müslüman olduğu için işkence yapılıyordu. Zenire İslâm'dan dönmemekte direndi müşrikler gözlerini oydular. Sonra:
- Senin gözlerini Lat ve Uzza çıkardı dediler. O da:
- Hayır ikiside çıkarmadı. Vallahi dedi. Allah onun gözlerini geri verdi.(16)
Saad b. Zeyd Haken'in kızı Erve'nın gözlerinin kör olması için dua etti:
- Ey Allahım, eğer yalancıysa gözlerini kör et ve onu kendi arazisinde öldür, dedi.
Ervanın gözleri körleşti. Sonra kendi arazisinde bir çukura düşerek öldü.(17)
Ala b. Hadrami Resulüllah (S.A.V.)'in Bahreyn'deki zekât toplama memuru idi.
"Ya Halim, ya Alîyy, ya Azim, diye dua ettiğinde icabet edilirdi.
Yanlarında su olmadığı bir keresinde içmeye ve abdest almaya su vermesi için Allah'a dua etti. Duası kabul edildi.
Denizin kendilerine engel olup, atlarıyla geçemediklerini görünce Allah'a dua etti, hepsi atlarıyla yürüdüler fakat atlarının eğeri bile ıslanmadı.
Yine, öldüğünde cesedinin görülmemesi için dua etti. Öldüğünde cesedini mezarında bulamadılar.
Benzeri olaylar, Ebu Müslim Havani'nin başından da geçti.
O, askeriyle beraber Dicle Nehrini geçmişti. Boyunca ağaçlardan atlardı.
Bir keresinde arkadaşlarına dönerek; içinizden bir şey kaybeden oldu mu diye sordu. Arkadaşlarından biri bir şey kaybettiğini söyledi. Ebu Müslim:
- Beni takib et dedi. Adam onu takib etti. Biraz yürüdüler ilerde bir yere takılı halde bulup aldılar.
Peygamberlik iddiasında bulunan Esved el-Ansi ona:
- Benim Allah'ın Resulü olduğumu kabul ediyor musun diye sordu.
Ebu Müslim:
- Duymadım diye cevapladı. Esved:
- Yoksa Muhammed'in mi Allah'ın Resulü olduğuna inanıyorsun dedi. Ebu Müslim:
- Evet diye cevap verdi.
Esved bunun üzerine onu ateşe atmalarını emretti. Ateşe attılar- Fakat bir müddet sonra onun ateşin içinde namaz kılmakta olduğunu gördüler. Ateş onun için ferah ve selâmlık olmuştu.
Peygamber (S.A.V.)'in vefatından sonra Medine'ye gittiğinde Ömer ile Ebubekir'in arasına oturarak:
- Muhammed'in ümmetini tekrar göstermeden beni öldürmeyen ve bana Halilullah İbrahim'e yaptığı ikramı yapan Allah'a hamd olsun dedi.
Cariyesi yemeğine zehir koydu fakat hiç bir zarar veremedi.
Bir kadın onun hanımını kendi aleyhine aldattı. Bunun üzerine Ebu Müslim onun için beddua etti. Kadının gözleri kör oldu.Pişman olarak Ebu Müslimin yanına gelip tevbe etti Ebu Müslim'de onun için tekrar dua etti ve Allah kadının gözlerini bağışladı.(18)





Bu Bölümde Geçen Hadislerin Kaynakları:

(1)-(Buhari ve Müslim Enes b. Malik'ten rivayet etmişlerdir.
(2)-(Bezzar ve Taberani Ebu Zer'den rivayet etmişlerdir)
(3)-(Müslim. Cabir'den rivayet etmiştir)
(4)-(Buhari ve Müslim.)
(5)-(Buhari ve Müslim'de Cabir'den rivayetle Resulullah şöyle buyurmuştur: "Kureyş beni yalanladığı zaman Hicr (isimli mevki)'de ayağa kalktım. Allah Beytül-Makdis'i gözlerimin önüne serdi. Ben de bakarak Kureyşlilere onun alametlerini haber verdim.")(6)-(Müslim, bu hadisi Ömer b. Hattab'dan naklen rivayet etmiştir: "Bize olmuşu ve olacağı haber verirdi. Biz de öğrenir ve ezberlerdik.")
(7)-(Buhari ve Müslim Cabir'den rivayet etmiştir.)
(8)-(Taberani ve Ebu Yala rivayet etmiştir. Heytemi: "Taberaninin rivayet zincirinde tanımadıklarım. Ebu Ya'la el-Hüma'ninkinde ise zayıf raviler var." demiştir.)
(9)-(Buhari'nin rivayetine göre ayağı kırılarak Peygamberin meshiyle iyileşen Resulullah'ın Ebu Rafi'yi öldürmek için yolladığı Abdullah b. Atik'dir. Muhammed b. Mesleme ise Ka'b'ı öldürmüş fakat ayağı kırılmamıştır.)
(10)-(Buhari'nin Useyd'den rivayetine göre ise karanlıklar ve ışıklar Bakara suresinin okunması esnasında inmiştir. Kehf suresinin okunması ile ilgili rivayette ise bulutlar onu kuşatmıştı ibaresini kullanmıştır. Buharide olduğu gibi Müslimde de böyledir.)
(11)- Buhari Ebu Hüreyre'den rivayet etti.
(12)- Hakem rivayet etmiş ve Müslimin şartlarına uygun olduğunu, Zehebi'nin de kendisini doğruladığını söylemiştir.
(13)-Tirmizi'nin Enes'den rivayetine göre Peygamber bir gurup hakkında "Ey Allah'ım, bunların sıkıntılarım azalt, onları kınama ve onların yeminlerinin gereğini yap." diye dua etmişti. Berra b. Malik de bunlardan birisiydi.
(14)- Tirmizi'nin rivayetine göre Peygamberimiz: "Ey Allahım Şad'in dualarını kabul buyur." diye dua etmişti. Bundan sonra Sad'ın her duası kabul edildi.
(15)-Beyhaki, Delailde rivayet etmiştir, İbni Hacer İsabe'de isnadının hasen olduğunu söylemiştir.
(16)-Osman b. Ebi Şeybe bu kıssayı Tarihinde anlattı,İsabe'de de aynı kıssa vardır.
(17)-Müslim rivayet etmiştir.





OSMANLI YI TANIMIYORUZ. OSMANLI YI HANEDAN MENSUPLARINDAN ÖĞRENELİM
 
  Bugün 10 ziyaretçi (17 klik) kişi burdaydı! Tüm Hakları saklıdır  
 
ACILAR PAYLAŞILDIKÇA AZALIR....MUTLULUKLAR DA PAYLAŞILDIKÇA ÇOĞALIR... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol