ANKARA-ÇAMLIDERE-İNCEÖZ KÖYÜ
   
  Ankara-Çamlıdere-İnceöz Köyü-Koca Harman
  10-İNCEÖZ'DE ESKİLER
 


Ankara Çamlıdere İnceöz Köyü Konak Geleneği ile Inceozlu
 



1769 yılında Hacıvelilerden Hacı Osman tarafından yaptırılan köy pınarımız.2011 itibariyle 242 sene olmuş yapılalı. Köyümüz tarihi ise yaklaşık 700 yıla varıyor.

 
Adaletin Sillesi
 
Hastalıktan perişan olmuş bir adam doktora gitti. Hasta doktora,
 
”Nabzıma bak da derdimi anla” dedi.
 
Doktor hastanın nabzına baktı, kalbini dinledi, iyice muayene etti. Hastanın ölümünün yakın olduğuna karar verdi. Hiç ümit yoktu. Hastaya,
 
”Sana ne ilâç gerekir ne de perhiz. Gönlün ne istiyorsa onu yaparsan, hastalığın iyileşir” dedi.
 
Hasta, doktorun tavsiyesine sevindi. Ferahlamak için ırmak kenarına gezinti yapmaya gitti.
 
Irmak kenarında bir sûfî de oturmuş, elini yüzünü yıkıyordu.Çok güzel bir ensesi vardı. İçine, o güzel enseye bir sille vurmak isteği düştü. Doktor da gönlüne geleni yapmazsan,derdin artar demişti. Silleyi indirmezse dertlenecekti.sûfînin yanına yaklaşıp, ”yâ Allah” diye bir nâra atarak tokatı patlattığında, şırrak diye bir ses ortalığı inletti.
 
Sûfî kızgınlıkla yerinden fırladı.”Ahlâksız adam! Ben sana ne yaptım?” deyip, o da bir tokat aşkedeceği zaman, baktı ki adam ayakta zor duruyor. Vursa elinde kalacak. ”Yâ sabır” diyerek kısas yapmaktan vazgeçti.Yakasından tutup, doğru hâkimin huzuruna götürdü. Davasını anlatıp, şikâyetçi olduğunu söyledi. Hâkim, adamın hasta haline acıdı. Fazla ceza vermek istemedi. Hasta adama sordu:
 
”Yanında ne kadar paran var?’‘ Hasta,
 
”6 kuruştan başka bir şeyim yok” dedi. Hâkim,
 
”O paranın 3 kuruşunu kendine ayır, 3 kuruşunu da senden şikâyetçi olan sûfîye ver” diyerek hükmünü verdi.
 
O sırada hasta adamın gözü, hâkimin ensesine kaydı. Hâkimin ensesi, sûfîninkinden daha da güzeldi. ”Enseye sille vurmanın cezası da azmış” diyerek, hâkimin yanına yaklaştı. Kulağına bir şey söyleyecekmiş gibi yaparak, okkalı bir silleyi de hâkimin ensesine yerleştirdi.Öfkeyle yerinden kalkan hâkime,
 
”Al şu 6 kuruşu, aranızda bölüşün. Ben gidiyorum” dedi.
 
Hâkim,
 
”Buraya gel, seninle daha işimiz bitmedi” deyince, hasta adam,
 
”Hakim bey! Şüphe yok ki senin verdiğin bütün hükümler adalete göredir. Olaylara ve kişilere göre değişmez. Hükmünde yanlışlık, haksızlık olmaz” dedi.
 
Hâkim,
 
”Bu da bize kaderin sillesi” diyerek adamı serbest bıraktı.
 
***
 
Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi, kardeşine de yapma.
 
Başkası için kazdığın kuyuya, kendinin de düşebileceğini unutma.
 
Kaynak : Mesnevı’de geçem hikayeler








Her yörenin bir ekmek çeşidi vardr. Bizim köyümüzde "bazlama" yapılır.

İkisi de rahmetli olan Bünyamin ve H.İbrahim Doğanay dedeler. Arkada Nuri KOÇAK'ın gençliği

Köyümüzde eskilerden kimler hatırda kaldı?Vefat edenlerimize vefa borcumuz Fatihalar, Yasinler, Hatimler göndermek. Sevaplarını onlara hediye edeceğimiz hayırlar yapmaktır.






AZ TAMAH  ÇOK ZARAR  GETİRİR
 
Saf bir adamın, güzel bir koçu vardı. Boynuna ip bağlamış,ardından çekip götürüyordu. Hırsızın biri sezdirmeden ipi kesip, koçu çaldı.
 
Adam bir süre ipi sürükledikten sonra, arkasına dönüp baktığında koçun çalındığını anladı. Dövünerek, bağırarak sağ sola koşmaya başladı.
 
Koçu çalan hırsız da bir kuyunun başında,”Eyvahlar olsun, eyvahlar olsun” diye ağlıyordu.Koçunu çaldıran saf adam, merak edip yaklaştı ve,”Hayrola arkadaş! Senin de mi koçun çalındı? Neden ağlıyorsun?” diye sordu. Hırsız,
 
‘‘İçinde 100 altın bulunan kesem, kuyuya düştü. Ne yapacağımı bilemiyorum. Kuyudan altın dolu kesemi çıkartırsan, sana beşte birini gönül rızasıyla veririm” dedi.
 
Saf adam, bu teklif karşısında hiç tereddüt etmedi.”Allah bir kapıyı kapar, on kapıyı açar. Koç gittiyse de deve geliyor’‘ diyerek soyunup kuyuya indi. Hırsız da elbiseleriyle birlikte nesi varsa, hepsini alıp kaçtı.
 
Koçunu çaldıran zavallı saf adam, tamahı yüzünden elbiselerinden de oldu.
 
***
 
İnsan yolunu aydınlığa çıkaracak tedbiri, elden bırakmamalıdır. Tamah huyu hırsıza benzer. Hayal gibi her an, değişik bir sûretle ve hileyle insanı aldatır.
 
Kaynak : Mesnevi’de geçen hikayeler










İNCEÖZDE ESKİ BAYRAMLAR
 Ramazanı şerif çok mu çok tatlı geçerdi köyümüzde. Gaz lambası ve idare ışığında kalkılan sahurlar, geceleri uykudan uyanmalar, sahur yemekleri çok mu çok huzurlu ve tatlı olrdu. Bizi sahura kaldırmadıkları günler üzülürdük. Oruç tutanların yüzlerinde bir güzellik olurdu. Davranışları değişir daha bir tatlı olurlardı. Ramazan bereketine evlerimize herzaman girmeyen yiyecekler girerdi. Zeytin şimdinin hurması niyetine yenirdi. Az bulunurdu. Bayramdan önce pişmaniyeler çekilirdi. Köyde birçok kişi pişmaniye çekmeyi bilirdi. Bunların başında Aldedelerin Ömer, Hatıposmanı, Karamustafa, Omarırzası, Şükrümusa ve daha birçok kişi güzel pişmaniye çekerdi. Pişmaniyenin önce koyuca şerbeti hazılanırdı. Şerbet kendine has usullerce koyulaştırılır ve ellerle asılıp çekilerek lif haline getirilirdi.Bal rengindeki koyu şerbet beyaz lifler haline gelinceye kadar asılınır, çekilir uzatılırdı. Saatlerce sürerdi bu işlem. Sonunda tel tel olan pişmaniye bayrama hazır hale gelirdi.
  Eskiden herkeste saat olmazdı. Radyo da olmazdı. Oruç açmak için hocanın ezanı beklenirdi. Hopörlör olmadığı için küçük çocuklar iftara yakın ezan gözlemeye gönderilirdi. Caminin ve ezan taşının göründüğü bir yerde ezan beklenilirdi. Hoca bir saatine bakar biraz gezinir tekrar saate bakardı.Bazı günler kışa denk gelir ve sis olurdu . Hoca zor görülürdü. Hoca saate bakar ve ezan taşına çıkar ve Ezanı Muhammediye başlayınca çocuklar evlere doğru koşardı.
-Ezan okunduuu.... Şalvar dokunduuu... Yumurta pişti.... Yiyenlerin karnı şiştiii... diye bağırarak evlere koşar ve oruç açılmasını haber verirlerdi. Huzur ve huşu içinde iftarlar açılırdı.
  Eskilerde herkese bayramlık alınırdı. Bayramlıklar Ankara'dan gelirdi. Önceden alınan ölçülere göre pantlon, kazak, işlik(gömlek) gibi şeyer gelirdi. Ölçüler biraz büyük tutulurdu. Büyük olunca çaresi var da küçüğün çaresi yok denirdi. Her evden bir iki kişi Ankara'da kazanmada olurdu. Ankara'da çalışmaya gitmeye eskiden kazanmaya gitme denirdi. Bu çalışanlar bayrama gelince köyün havası değişirdi. Süslü süslü gezerlerdi. Köyde yetişmeyen portakal, mandalina , nar gibi meyveler gelir ve bizlerin de bayramı olurdu.
  Bayram gecesi çok erken kalkılırdı.Herkes sıra ile banyo yapardı. Babalarımız ve annelerimiz teheccüd namazları kılardı. Bayram gecesi, bütün ramazanı şerif boyunca affedilenler kadar insan affedilirmiş derler ve bayram gecesini ibadetle geçirmeye özen gösterirlerdi. Banyosunu yapan bayramlığını giyer ve sevine sevine babamızla bayram namazına giderdik. Bayram vaazı uzun sürerdi. Çok tesirli olurdu. Çocuklar sermahfele çıkarılır orada namaz kılardı. Bazen kalabalığı cami almaz olurdu da dışarıya kilim serilirdi. Tekbirerle bayram namazı kılınınca caminin önünde dua edilir ve en yaşlının eli öpülerek halka şeklinde bütün köylü bayramlaşırdı. Yaş sırasına göre sıraya geçilirdi. Küsler barışır, herkes kucaklaşır ve sevinirdi.Cami önündeki bayramlaşmadan sonra evlere yemek yemeye gidilirdi.
 Köyü ilk gezmeye çocuklar çıkardı.Sıra ile her ev gezilir şeker toplanırdı.Herkesin bir grubu vadı. Çoluk çocuk genç ihtiyar kadın kız üçerli beşerli gruplar halinde gezerlerdi.Biraz yaşlı olanlar bayram şuurunu bilir ve ziyaret maksatlı dolaşırlardı.  Ev sahipler gelenlere sırayla hal hatır sorardı. Hasretlik giderilir canu gönülden gelen samimi sohbetler olurdu. Ev sahiplerinin en unutulmaz ikramları tatlı dil ve güler yüzleri idi. Küçük çocuklara bile sanki ağır bir misafirmiş gibi davranırlardı. Bu davranış çocuklarda büyüklere karşı bir saygı doğmasına neden olurdu. Sanki köy değil de bir evin insanları gibiymiş gibi bir samimiyet ve güzellik olurdu.O büyüklerimzin içlerden gelen tatlılığını şimdilerde yana yana arıyoruz. Her yaştaki insanın sevgiye ihtiyacı vardır
 Köylü mahalle mahalle birbirini köy odasında yemek ile ağırlardı. Bir gün öğlen hatıplar ve hasançavuşlar, ertesi gün doruk sokağı odaya yemek getirirdi. Bu işleri bekçi Seyit dayı ayarlardı. Talimatları o verir düzenli ikram olmasını o sağlardı.
Akşamları köy odasında ve bazı evlerde oyun ve eğlenceler tertip edilirdi. Bayramın havası ve neşesi üç dört gün devam ederdi. O muhabbetleri ve tatlılıkları arıyoruz, özlüyoruz, acaba yine görür müyüz diye umuyoruz. Bu güzellikleri yaşamada ve yaşatmada hepimize görevler ve sorumluluklar düşüyor.

MISTIK DEDE 'NİN NALBANTLIĞI
-Mıstıkların evin üst tarafında bir kalabalık var. Önemli bir iş yapılıyor. Millet toplanmış. Mıstık Dede nalbantlık yapıyor.O'na yardım edenler, seyire gelenler, sıra bekleyenler..Bir sürü adam var. Köyün nalbantının başında. Başında sarığı, ayağında şalvarı ile uğraşıp durur mıstık dede...Yaylaya gitmeden öküzler çakılır. (Nallanır)Ayakları taşlardan parçalanmasın diye.  Çift sürme arabaya koşmak için öküzlerin nallı olması gerekir. Herkesin Mıstık Dede'ye işi düşer senede bir iki sefer.

OMAR IRZASI VE SOBA YAPMASI
Kocaharman'da sonbahar..Belki de kışın güneşli bir günü. Bir örs çekiç sesi var. Tak tak tak....Mehmet Ziya'nın evinin altı..Güneşe karşı bir çalışan var..Omar Irza'sı. Uzun boylu yaşlı bir İnceöz dedesi.Gayretli ve titiz bir çalışma var..Kesilen bükülen perçinlenen teneke parçaları..Soba veya çörek tavası yapıyor. Mahallenin çocukları etrafına toplanmış. Hem çalışır hem konuşur. Çocukların bir hatırı var yanında. Onlara değişik hikaye ve masallar anlatılır. Bir taraftan da itinayla elindeki iş yapılır. Gazyağı tenekesinden odun sobası, soba borusu,çörek tavası ve kül kürekleri yapılır. Bütün bunlarda birleştirici olarak perçin kullanılır.



BEKİRUSTA VE TEKER YAPIMI
Yer hacımehmetler. Köy arabalarının tozu dumanı eksik olmaz. Kırharman yolundan gelip giden eksik olmaz. Kırharman yolunda bir ses.. Keser sesleri, testere seslerine karışıyor.. Sarıklı, sakallı bir İnceöz ihtiyarı çalışıyor. Kendini işine vermiş..Ter içinde işine dalıp dünyayı unutmuş. Kendisine bir selam veren var.
-Bekir aga kolay gelsin.
-Sağol Hatıp Osmanı, nerden gelirsin?
-Çamyanından gelirim..
-Bekir aga bu tekerler, toplar,epsitler kimin?
-Bayındır'dan şeyin Ismayılın oğlunun.Bu güreşe kadar yaparım dedimde. Şunları bi çıkarıveriyim deyi uğraşırım.
-Neyse kolay gelsin Bekir aga. Ben geç kalmayayım.Haydi eyvallah.
 Bekir Usta lakaplı Bekir Özçelik teker yapmaya devam etti. Kendi köyüne ve civar köylere hizmet etti.


 GELEN KÖY MUHTARINI BULURDU
 Köye resmi bir araba geldi.Köy çocukları arabanın yanına koştular. Gelen kravatlı üstü başı düzgün kişilere hoşgeldiniz dediler.Gelenler devletin resmi görevlileriydi.Köy muhtarını arıyorlardı. Çocuklar ;
-Abiler muhtarın evi şu tarafta diye Musalar sokağını gösterdiler. Adamlar yapılan tarif üzere Muhtar Bekir'in evine doğru yola çıktılar.
 Muhtar Bekir hayvan alır satardı. Geçimini bundan sağlardı. Bir bakarsn evinin etrafında her cinsten birsürü hayvan olurdu. Birkaç gün, hafta veya ay sonra bu hayvanlar görünmez olur yani satılır yerine yenileri gelirdi. Bir zaman çok iri cüsseli bir katır getirmişti. Katırın üzerine nerdeyse yatak serip yatsan olacak.Topçu katırı derlermiş. Değişik bir cins katırmış. Çok değişik hayvanları inek,öküz,at,eşek,katır,koyun,keçi....görmek mümkün olurdu muhtarların evin önünde.
VATAN İÇİN SAVAŞMIŞ İTİKLAL SAVAŞI GAZİSİ  HAKKI DEDE                                    
  Köyümüzde Kurtuluş Savaşına katılan dört kişiden birisi de Hakkı Dede(Durkan)dır. Çocukluumuzda bu dedeyi tanırdık. Öğretmenimiz bir kaç defa okula davet etti. Savaş anılarını anlattırdı.Hemen hemen yaz kış palto ile gezerdi. Sakin sevimli bir ihtiyardı. Allah gani gani rahmet eylesin...


GÜLLÜ DEDE DİYE BİR İSTİKLAL SAVAŞI GAZİSİ VARDI KÖYÜMÜZDE                    
Güllü Dede'nin asıl adı Hüseyin idi. Uzun boylu şakacı bir adamdı. Mavi nenenin ve Ala Mehmet'in hanımının abisiydi. Güllü Dede'nin eşi kendisinden önce vefat etti. Güllü Dede köyümüzden İstiklal Savaşı'na katılanlardan biriydi. Savaşta ayağından yaralanmıştı. Bu yarası yıllar sonra nüksetti. Bacağını kesmek zorunda kaldı doktorlar. Bir kaç yıl koltuk değneği ile gezdi. Daha sonraları başı döndüğü için ayakta duramadı, oturarak gezerdi. Bizlere kurtuluş savaşının korkunçluğunu başından geçenleri anlatırdı. Açlıktan ayaklarındaki çarıkları yumuşatıp yediklerini anlatırdı. Bize masallar anlatırdı. Daha sonraları oğlu Kemal ile Ankara'ya göçtüer. Bizler gurbetteydik vefa ettiğinde. Allah ani gani rahmet eylesin...



ALDEDE KURTULUŞ SAVAŞI GAZİSİ İDİ
 Aldede yine erken kalkmıştı.Her gün mutlaka sabah namazlarını camide kılardı. Yine namazını kılmış, gelini Emet nene'nin hazırladığı sabah yemeğini sigarasını içe içe yemişti. Köyümüzde kurtuluş savaşına katılan kutlu insanlardan biriydi.Çok çalışkandı.Tembelliği hiç sevmez devamlı çalışırdı. Hoşuna gitmediği veya savsaklanan bir iş görürse kendine göre hoş bir uslupla boğazdan yukarıdan gelecek şekilde sövüverirdi. Yani sövmesi dil alışanlığı idi. Dedenin sövmesi herkesin çok hoşuna giderdi. Bazıları sırf dedenin sövmesini dinlemek için onu kızdırırdı. Konuşurken "r" harflerini "y" olarak çıkarırdı. Çok hoşsohbet , çalışkan ve insan kıymeti bilir bir ulu idi. Yatakta da sigara içerdi. Dede yatakta sigara içerken torunu Mehmet'in muzipliği tutmuş. Ayak ucundan yorganın altından pilli el fenerini yakıp söndürmüş. Dede bunu görünce yatağının ayak ucundan yatak yanıyor zannetmiş. Bağırmaya başlamış.
-Uyen Memeeeet, Uyen Ahmeeeet ayyoyum bigoşuuun. Uyen yetişin yatak yanıyoyuuuuu...diye bağırmaya başlamış. Torunların güldüğünü görünce işin içinde şaka olduğunu anlamış. Allah rahmet etsin

 
YILLARIN KIDEMLİ ÇOBANI HACI DAYI
 Öküz yatağında bir ses var. Köyün davarının bir kısmı orada. Çoban ikide bir;
-Çissst tüü, ayeyayey keçiiiiii..diyordu....gezdaaaan bak şu inatçıyaaaa...gibi sesler duyuluyordu.Belli ki burada bir çoban davar güdüyordu. Koyun ve keçilerdn çan ve tıngırdak sesleri geliyordu. Davarın etrafında iki üç kadar köpek geziniyordu. Çoban elide değneği gözü sürünün zerindeydi. Yaşı ilerlemesine rağmen dinçti. gayet hareketliydi. Aynı zamanda çok tatlı dilli ve hoşsohbet olan bu çoban Hacının oğlu Hacı idi. Köylü ona "datlı agam" da derdi
.



KÖYÜN MARANGOZ VE ÇİLİNGİRİ

 Köylü yayladan inmedi.Herkes yaylada.Yalnız öküzler ve ot biçecek kişiler yayladan indiler.Yayladan gelenler ot biçecek öküz arabalarıyla da bu otlar taşınacak. Şükrümusa dayıda bir telaş var. Omuzuna yüklediği kalın bir söğüt ağacını Hatıposmanı'nın evinin önüne getirdi. Arabanın koşumu kırılmış . Hatoposmanı ile onu yenileyecekmiş. Hatıposmanı'nın evin dibine gelince bağırdı.-Osmaaaan..Evdemisiiiin?? Hatıposmanı pençereden kafayı çıkarıp etrafa baktı. Musa dayıyı gördü. Buyur  Musa aga dedi.Musa dayı meseleyi anlatınca hemen aşağıya indiler. Beraberce araba koşumunu yaptılar. Birazda davardan sığırdan konuştular. Hatposmanı "Musa aga güreşe gidecek misin?" diye sordu.Musa dayı gideceğini söyledi. Osman dede  "Bize de iki kilo piriç ile üç kilo tozşeker getü dedi. Musa dayıya parasını verdi ve vedalaştılar.

MUSTAFA ÖZCAN IN ÇOBANLIĞI

Mevsimlerden sonbahar. Havalar soğudu.Bilhassa akşamları esen rüzgar insanın gözlerini yaşartıyor.Köyün sığırları geldi. Sığırları gelmeyenler sokak aralarında sığırlarını bulma çabasında. Köyde bulunan sekiz on davar sürüsü köyün etrafına gelmiş. Köyün muhtelif yerlerinden sürüler köye giriyor. Çobanlarda bir telaş. Sağda solda davar kalmasın. Karaçalılıkta çalıya tutulan oğlak, çepiş kalmasın diye gözlerini dört açıyorlar. Hacımısdafa'nın sürüsü güllülerin evin arkasından doğru köye girdi. En önde sarı teke. Gırıdı gırıdı salına salına geliyor. Tekeyi gören herkes kenara kaçar. Hiç şakası olmaz. Herkesi kakar. Tekeler nedense pis pis kokarlar. Davarları salağa yerleştiren Hacımısdafa gapılarını gapattı. Karabaşı yerine bağladı. Hazırlanan yalını verdi. Elini yüzünü yıkadı. Çıra tenikesini söndüdü. Çekedini çıkardı. Gollarını sıvadı.Çorabını çıkarıp abdesdini aldı. Akşam namazını huşu ile gıldı. Ocakbaşına  otudu. Birer ikişer ev halkı geldi. Kurulan sofraya oturdular. Sıcak ve bol gakırdaklı tarhana ile başlayan akşam yemeği yenmeye başlandı. Bir yandan da çok tatlı ve huzur verici sohbetler yapılıyordu. Yemekler yenince herkese bir uyuşukluk çöktü. Herkes yatsıyı kılıp hemen yatmayı düşünüyordu. Yorgunluk olsada kalplerde çalışmanın, helal kazancın huzuru vardı.



KOCAHARMANDA DİBEK DÖVME İŞİ

Kocaharmanda bir telaş var. Dibeğin etrafını süpüren iki genç kız. Hem süpürüyor hem de güzel mi güzel sohbet ediyor. Belli ki dibek hazırlanıyor. Dövülecek bulgur ve göce çok. En az dört tokmakçı lazım. İki üç kişi de ölçerici lazım. Derken Hatıp Ebe , Yeşil Genni, Havzenin Döndü geldiler.Dibeğin etrafına oturdular. Dört beş tanede genç kız geldi. İlk ibek döküldü ve dövülmeye başlandı.Taş tokmaklar bayagı ağır.En azından yedi sekiz kilo var. Belkide daha fazla..Yaşlılar güzel güzel laf edip ağızlarına bakıdıyorlar. Genç kızlar ise yiğtliklerini gösterircesine yorulmadan tokmak sallıyorlar.. Mavu Nene'nin danalı ineği mi var nedir ayran getirdi çalışanlara. Büyükçe bir guşene ayran..Taslar doldu doldu boşaldı. Herkes dualar etti Mavu Neneye..Güneşin anlında dibek dövmek kolay değil. Hem de saatlerce .....Tatlı sohbetli zevkli çalışma devam edip gider. En güzeli de imrenilecek samimiyet ve karşılıksız yardımlaşma duygusu.. Dileriz bu güzellikleri hiçbirimiz kaybetmeyiz. Atalarımızdan miras olarak kıyamete kadar devam ettiririz... Bu samimi niyet ve güzel alınteri ile hazırlanan bulgurlar, tarhanalar şifa olur yiyenlere...Helal ve bilek zoru ile üretilen içine haram karışmayan bu temiz yiyecekler..Eskiden annelerimiz sabah evin erkeğini uğurlarken""Efendi biz gerekirse aç kalırız susuz kalırız..Bize helal rızık getir. Sakın harama tenezzül etme""diye uyarırlarmış. Atalarımız , ninelerimiz helal lokma ile beslendikleri için bu kadar yüce olmuşlar. Doğru değil mi???

SEYİT AHMET KOÇ HİÇ KÖPEKTEN KORKMAZDI

 
Okullar açıldı.Kış hazırlıkları devam ediyor. Havalar soğumaya başadı. Sabahları kırağı düşmeye başladı. Ekim ayından günler saymaya başladık. Öğretmen Şükrü bey işi sıkı tutuyor. Birleştirilmiş sınıf okutmak kolay değil. Çok çalışmak ve yorulmak gerektiriyor. Beş sınıfa ayrı ayrı plan yapmak, her öğrencinin seviyesini takip etmek, hatalarını düzetmek,yönlendirmek ve ilerletmek zor iş. Şükrü bey yılların öğretmeni ve bu işin kurdu. Mesleğin inceliklerini çok iyi biliyor..Verilen dersleri pekiştirmek için ev ödevleri veriyor. Grup ve küme çalışmaları yapıyor..Öğrencileri grup grup ayrmış. Gruplar her akşam değişik evlerde çalışıyorlar. O akşam gruplardan birinin çalışması muhtarlara. Herkes gelmiş. Küme çalışması ve ödevler yapılıyor. Geç kalanların muhtarlara girmesi zor. Ufak ala köpek pek yaman..Ev sahiplerinden birisi geçirmeyince içeri girmek zor.. Tam ders çalışırken köpek dışardan havlamaya başladı. Köpeğin sesi kesildi. İçeriye elinde çuvalla Seyitahmet KOÇ abi girdi. Baktık ki elindeki çuvalda muhtarların ala köpek var.Hepimiz şaşırdık kaldık..

RESÜL DAYININ ÖRNEK KİŞİLİĞİ

   Ezan okunalı hayli olmuştu. Cemaat namazdan çıkmış herkes evine gidiyordu. Köyde henüz elektrik yoktu. Herkesin el fenerleri vardı. Geceleri bir yerlere gidip gelmeye gazlı fenerler ve pilli fenerler kullanılırdı. Caminin önünden köye dağılanlar pilli fenerlerin yanıp sönmesinden belli oluyordu. İşte ipraamağa evlerine doğru yokuşu çıkıyordu. El elektriğini yakıp söndürmesinden belli olurdu. Karamustafa, Gökhüseyin, Çavuşoğlu, Alamehmet, Davutmusa, Şükrümusa, Şahdayı,İpeşinibrahim ve birçokları namazlarını cemaatle kılmanın huzuruyla evlerine gidiyordu. Herkes evine varıp çoluk çocuğuna karışıp biraz oturulup sohbetler edilirdi.
 Camiden çıkıp evine giden bir kişi daha vardı. Bazen gayet güzel sesi ile ezan okuyan, bazen namazlarda müezzinlik yapan bu kişi kimdi? Bu kişi gözleri ufakken çiçek hastalığından görmez olmuş, Allah'ın gözlerini alarak imtihan ettiği bir kişi idi. Bu kişi için gece ile gündüz farksızdı.Bir yerlere gitme ve gelme bakımından ha gece olmuş ha gündüz olmuş hiç önemli değildi. Allah onun gözlerini almış fakat anlayış ve zekasına öyle ziyadelikler vermişti ki hayret etmemek elde değildi. Bir duyduğu sesi bir daha hiç unutmaz ve tanırdı. Onlarca yıl geçmiş olsa bile.Bir gittiği yoldan bir daha kendisi gider gelirdi. Önceki gittiği izlerine basa basa denecek kadar yolu bilirdi. Kağıt ve demir paraları tanırdı.Saatin kaç olduğunu dakika şaşırmayacak kadar doğru tahmin edebilirdi. Arabaları, hayvanları, kedi ve köpeği kimin olduğunu sesinden bilirdi. Bir çok sure ve duaları ezberleyebilmiş bir İnceöz'lüydü. Köy odasına ilk radyoyu o hediye etmişti. Çoluk çocuğu çok kalabalıktı. Ama köydeki bir çoğundan onlara iyi bakardı.Şeref ve tevekkül ile çalışır ve muhanete muhtaç olmazdı. Bir çok hayırlara da vesile olurdu. Çok ileri görüşlü olduğundan iki tane kavak fidanlığı yapmıştı. Baraj olunca bunları en iyi şekilde değerlendirmişti.                   
   Köyümüzün bu değerli insanını bu yazıyı okuyan birçokları tanımştır. Bu aziz insanı göremeyen gençlere tanıtmak için yazdım Resül Dayıyı. İnceözlünün Körresülünü.Bey namı ile anılır. Bir çok sağlam insanın yapamayacağını yaptı.Gayret, çalışkanlık ve insanlığı ile örnekti ..Allah gani gani rahmet etsin..

DADAYLI  EBE NİN TEDAVİ USÜLLERİ

      Dadaylı Ebe köyümüzün hem sıhyesi hem de ebesi idi.
  Hatıpların hanay çok kareketli. Bir sürü köylü hanımı toplanmışlar.El değirmeninde bulgur çekiyorlar. Gıdımandan toplanan ahlattan bir kalbur var ortada. Ara sıra ondan yiyor çalışanlar.Çok tatlı bir sohbet var.Hatıp ebe,Dadaylı Ebe,Yeşil Gelini, Eresül Karısı, Mavu Nene, Hatıp Eminesi, İpeş Ebe,Kestek Ebe...daha bir çok kişi var. İşler biraz hafiflediği için sohbeti fırsat bilmişler. Bir taraftan değirmenin sesi, bir taraftan tatlı sohbet. Dadaylı Ebe;
-Gı hatıp genni yayladan galma ahlat gavudunuz yok mu?Diye sordu.
-Va abıla. Daarcuğun dibinde epiyi var. Dedi hatıp ebe. Goca geline seslendi;
-Gı Garabazallı bi gavut gat ge de millet yisin, dedi. Koca Gelin gavudu gattı geldi.Gatmak demek su ve şeker ile gavudu garıştırmak demektir. Gavut kurutulmuş ahlatın değirmende un yapılması. Bu ahlat unu su ve şekerle karıştırılır ve helva gibi yenirdi.
 Dadaylı ebede biraz doktorluk ta vardı.Başı ağrıyanlar için baştan kan alırdı. Dadaylı ebe orada bulunanlardan bir kaçının başından kan alacaktı. Kan aldıranların baş ağrıları azalırdı.Kan aldırmaya Hacamat denir ve bu iş sünnetti. Gavutlar yendi. Bulgur öğütmenin o günkü işi bitti.Hatıp ebenin talimatı ile Koca Gelin ocağa su koydu. Tencerede su kaynatıldı.Kan alma aletleri iyice kaynatıldı.Mikroplardan temizlenip dezenfekte edildi. Hazırlıklar tamamlandı. Önce Hatıp Ebe'den başladı Dadaylı ebe. Kafasının tam üstünün saçlarını ustura ile kazıdı. Saçlardan temizledi. Sonra temizlediği yeri ispirto ile sildi.Eskiden kolonya ve alkol yerine ispirto kullanılırdı. Sonra temizlediği yeri ustura ile çizik çizik kanattı.İçinde bez parçası yanan büyük bardağı kanayan yere ters kapattı.Bardağın içi yarı yerine kadar siyah kanla doldu. Dadaylı Ebe bunu güzelce aldı. Yaralı yeri sildi. Yaktığı pamuklu köpenin külünü yaranın üzerine koydu.Yaranın kanaması durdu. atıp ebe cemberini örttü. Dadaylı Ebe'ye çok dua etti . Ellerin öptü.Tedavi ediverdiği için. Gafamın ağrısı azaldı gı abıla çok sağol.Elin ayaan dert görmesin dedi.
  Dadaylı Ebe orada bulunan dört beş hanıma daha aynı işlemleri tekrarladı. Akşam yanaşmıştı. İnsanlara faydalı olmanın huzuru ile yerinden kalktı.Geç kalmayayayım. Omar Irzası'nı gızdumayyın dedi.Ordakilerle vedalaştı. Evinin yolunu tuttu. Biraz sonra birer ikişer kerkes dağıldı. Hatıpların hanay boşaldı. Köydeki akşam işlerinin telaşı başladı.


EMEKTAR KÖY BEKÇİMİZ SEYİT DAYI VE MEŞE BUDAMA İŞLERİ

       Seyit dayı'da bir telaş var. Cobu elinde. Öteki elinde de düdüğü var. Karamustafaların evin önüne doğru tırmanıyor. Daha köye ceryan gelmemiş.Karamustafaların evin önünden "tellal" yapacak. Çakmağa çıktı. Şöyle etrafına bakındı. Boğazını temizledi ve bağırmaya başladı
 -Eeeeyyy ahalileeeerrr....Dinleyiiiiin. Duyan duymayana deyversiiiiin. Pazarertesi  günü meşe bıdanacaaaaaak.Her evden  mutlaka bir kişi geleceeeeeek.  Çakmacukta bıdama yapılacaaaaaak. Duyan duymayana deyversiiiiiin. Eeeeeeyyyy Ahaaaliiii.......Tekrar ediyoruuuuuum........
 Der ve tellalı bitirirdi. Zaten köyde o işin haberi kulaktan kulağa yayılır. Baltalar bilenir.Tahralar bilenir.Hızar ve testereler hazırlanır.Anılan gün sabah erkenden budama yerinde olur herkes. Öğleye kadar budama biter. Budanan odunlar öek öbek yığılır.Muhtar Bekir dvamlı gezmakte ve yığınların eşit olmasına dikkat etmektedir. Daha sonra gruplar arasında kura ile budanan yığınlar paylaşılır ve evlere taşıma telaşı başlar. Bu odunlar meşe odun olduğundan çok uzun sürede yanar. Kömür gibi kaloriye sahiptir.


YEŞİL EBENİN KAZA İLE BALKONDA ASILI KALMASI

Yeşil Ebe'nin asıl adı Hatice idi.Beyi yıllar önce ölmüş ve çocuklarını o büyütmüştü. Köydeki evlerinde çok huzurlu ve bereketli bir yaşamları vardı. Büyük oğlu Aliosman evlenmiş çoluk çocuğa karışmıştı. İkinci oğlu Hüseyin de evlenmiş ve çoluk çocuğa karışmıştı. Kızı Kamile de Hacımemedin İsmail ile evlenmişti. Hepsi işinde gücündeydi. Oğulları Ankara'lara gider kendilerine göre bir iş bulur aylarca çalışırlar para kazanırlar ve köye dönerlerdi. Ebe'ye kayınpederinden dolayı yeşil gelini derlerdi Zamanla yeşil gelini "Yeşil Ebe"ye döndü ve ebeye Yeşil Ebe denir oldu. Zaman geçitikçe torunlar çoğaldı. Geçim zorlaştı. Yeşil Ebe nin çocukları da Ankara'ya göçtü. Ebe köyden ayrılmak istemedi. Kendi halinde  köyde yaşardı. Çocukları bayramda seyranda gelirlerdi. Ziyaretlerini yaparlar ihtiyaçlarını karşılarlar ve giderlerdi. Kızı Kamil de gerekli hizmetini görürdü. Ebe çocuklarının derdini çeker onlar için dua ederdi. Eşi rahmetliyi de hiç unutmazdı. Sık sık rüyada görürdü. Rüyalarını gelir babam rahmetliye tabir ettirirdi. Ondan sevinirdi. Bazı günler bizi ziyarete gelirdi. İhtiyaçlarını ısmarıçlarını (sipariş) Çamlıdere'ye gidenlere söylerdi. İbadet ve dua ile günlerini geçirirdi.                        
  Ebe bir gün evinin balkonundan her nasılsa düşer. Düşerken olacak ya fistanı balkonun çivilerine takılır ve ebe balkona çamaşır gibi asılı kalır. Köyde insan az olduğundan bağırmasını duyan olmaz. Saatler geçer. Ebe korku ile bekler.Aşağı düşse Allah korusun ölür veya sakat kalır. Belki de birşey olmaz ufak tefek sıyrıkla kurtulur. Ebe sılı kaldığı saatlerce neler düşündü, nasıl korktu,bilinmez. Oradan eçen komşunun biri ebenin balkonunda çamaşır asılı zanneder. Bakar ki çamaşır kımıldar.Dikkatlice bakınca çamaşırın içinde ebe de var. Komşulara bağırır. Kurtarırlar.

  AĞZINA SAĞLIK EYÜP                                

  Yıllar önce köyümüzde herkesin davarı vardı. Böylece herkes çobanlık yapar ve çobanlıktan anlardı. Eyüp Öztürk,Celal Taşdelen,Mustafa Özcan, Ahmet Yaman,Hüseyin Yavuz,Hacı Gökdemir,Ahmet Koç köyün ünlü çobanlarıydı. Kış günleri davarlar akşamları eve gelir ve salaklarda yatardı. Sabah evden çıkar dağa yayılmaya giderdi. Davarlar kayanın dip tarafında karaçalılığa sarınca çobanlar kavala üfler ve birbirleriyle rekabet edercesine güzel ve dertli kaval çalarlardı. En güzel kavalı da Eyüp Öztürk çalardı.Eyüp abi kaval çalınca herkes durur ve dinerdi. Herkesin pek hoşuna giderdi.Ağzına sağlık Eyüp derlerdi.


EMİNE NİN ASILDIĞI YER
Çambaş Osmanı nın hanımı Hamdi(Kızı)ebe Ozmuşlu Ebe nin oğlu Arif ile evliydi.Bu Arif ,Hacı Ahmet Ünal ın annesi Anakız ebenin kardeşiydi.Ozmuşlu ebenin Arif,Mahmut ve Anakız diye üç çocuğu varmış.Mahmut ile Arif hem kardeş aynı zamanda hem de bacanakmış.Arif in hanımı Hamdi,Mahmut un hanımı Emine imiş.İki kardeş bir evde geçinemezlermiş.Devamlı kavga ederlermiş.Yaylaya indiklerinde Emine bu geçimsizliğe dayanamamış.Canına kıymaya karar vermiş.Yaylada Cindağ da Atizi nin üst tarafında bir çama kendini asarak intihar etmiş.Cindağdaki o yer halen "Eminenin asıldığı yer" diye anılır.Bu Emine Ozmuşlunun Mehmetin annesiymiş.Emine asılmış.Eşine dayanamayan Mahmut ta çok yaşamamış ölmüş.Bu ölümler Arif i de kahretmiş.Üzüntüsünden o da çok yaşamamış ve ölmüş.Hamdi Ebe dul kalmış ve Çambaş Osmanı na varmış.Ozmuşlu ebe son yıllarında kötürüm olmuş ve gelini Hamdi ebenin yanında ölmüştür....


Aliağa Dedenin Oğlu HacıKemal Dayı rahmetli..

ALİAĞA DEDENİN TAPU İŞİ
 Hacıkemal Dündar ın babası Aliağa dede.Onun babası Ahmetağa dede.Ahmetağa dede çevrük tarlalarını peçeneklilerden almış.Tapu muamelelerini yaptırmak için Çorbacı Pazar ına gitmiş.(Kızılcahamam-Pazar)İlçemiz orasıymış.Resmi muamele orada yapılıyormuş.Eskiden Pazar,Kızılcahamam ve Şıhlar dan büyükmüş.Pazarda muamele gören 150 yılı geçkin tapular mevcuttur.Ahmedağa dede muamele için Pazarda'yken zamanın milletvekili oraya gelmiş.Halk onu yuhalamış.Milletvekiline hakaret etmişler.milletvekili buna çok kızmış.Gitmiş Payitaht(Başkent)İstanbul dan Kızılcahamam ı ilçe,Pazar ı nahiye yaptırmış.O zaman Kızılcahamam ve çamlıdere şimdiki Peçenek gibi beldeymiş.



PEÇENEK KARAKOLU
 Devlet hizmetlerinin  daha kolay görülmesi için Peçenek e karakol yapım kararı alınmış.Karakol önce Peçeneğin Hocalar Mahallesine yapılmış.Şimdiki karakol yeri çalılık ve mezarlıkmış.Komşu köylerin imecesi ile bugünkü yerine yapılmış.Karakolun kireç işini İnceöz köylülerine vermişler.Koca Hatıpın Mustafa(Arıcı Hüseyin Hocanın Babası)ve diğer köylüler çamkorunun ilerisinden Gerede Aktaş a kirece gitmişler.Eşek ve katır,at sırtında karakolun kirecini İnceöz ekibi getirmiş.Karakol daha sonra üç dört defa yıkılıp yapılarak şimdiki halini almış.

İMECE İLE YOL YAPIMI

 Çamlıdere ile köyler arasındaki yollar elle yapıldı.Köylüler bu yolu bölüşüp imece yaparak bilek gücü ile yaptılar.daha sonraları devlet zenginleyince imeceden vazgeçildi.
Yol yapımı ve tamiri kaymakamlık tarafından muhtarlara emredilirdi. Muhtar köylüyü toplar nasıl yapacakarını konuşur ve yolun uzunluğu köylü arasında bölüştürülürdü.Muhtar ve azaların denetiminde herkes hissesine düşen yolu kazma ve küreklerle yapardı.

 

  ÇALI SÜPÜRGESİ                              
 Köyümüzde islami temizlik kuralları vardı. Sokak ve mahalle emizliği bu güzelliklere bir örnekti.    
 Çalı süpürgesi ile evin etrafı süpürülüdü. "Temizlik imandandır " denirdi. Haftayı geçirmeden mutlaka ev önleri süpürülürdü.  bakır kaplar kalaylanırdı. Kap kacağa kedi köpek ağzını sürünce o kap kullanılmazdı Mutlaka kalaylanırdı.
ANKARADA EZAN SESİ
Ey çocukluğumun şehri Ankara…
Hayallerimin şehri…
Köyünde yaşayıp ta sonraları gördüğüm,
Toprağından hayat bulduğum şehir….

Hani Peygamberimiz zamanında,
İslam ve peygamber düşmanı biri vardı…
Şiirleri ile İslam’a saldırırdı…
İmril Kays denen o kafirin yattığı şehir..
Nice uygarlıkların hüküm sürdüğü…
Bozkır şehri…

Bir zamanlar Yıldırım ile Timurun,
Kardeş kavgası yaptığı bahtsız şehir…
Çubuk ovalarında nice şühedanın yattığı şehir..
Havası güzel ve kuru…
Serin rüzgarların estiği şehir…

Zaman gelmiş toprağında Hacı Bayramı Veli,
Güllerinin açıp ta gül koktuğu şehir..
Şeyh Ali Semerkandilerin, Memlük Sultanların,
Talebelerinin nur dağıttığı şehir….
Tekkelrinde hu hu diye zikirlerin arşa çıktığı şehir..

Talihi bazen kara şehir…
Gecelerinde zalimlerin nara attığı şehir…
Ezan susturan, hilafet kaldıranların bahtsızlıklarına ,
İslam’a kefen biçenlerin karanlık hesaplarına…
Nice karanlık planlara emellere şahit olan…
Ulucanlarında Muhsinleri inleten şehir…

Yarım asır sonra sana geldim…
Serin seherinde uyandım….
Sabah ezanlarını dinledim…dinledim..
Dinledim de doyamadım…doyamadım..
Sanki kendimi İstanbulda sandım…

Ezan okunur ki, sıkar mümini…
Ayyaş ağzından çıkar gibi tırmalar kulakları…
Okuyanın yaşantısı sanki İslami değil gibi….
Okşamaz ruhları ..yaşartmaz gözleri…
Çünkü Osmalıdan sonra bir sürü bozuk türemiş…
Emanet ehil olmayan ellere düşmüş…..

Çocukluğumun şehri Ankara….
Hacı Bayram ı Veli dedemin köyü..
Akşemseddin’in ilim ve edep devşirdiği yer…
Ezanların ne güzel okunur olmuş…
Atmosferin gül kokar olmuş sanki..
Titrek ellerimle duam odur ki…
Gül sahibinin güzelliği daim olsun havanda…
Her insanın layıkı ümmet olsun O sultana…

Halil İbrahim KOÇAK 14 Ağustos 2019 Ankara.


 
  Bugün 14 ziyaretçi (48 klik) kişi burdaydı! Tüm Hakları saklıdır  
 
ACILAR PAYLAŞILDIKÇA AZALIR....MUTLULUKLAR DA PAYLAŞILDIKÇA ÇOĞALIR... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol