ANKARA-ÇAMLIDERE-İNCEÖZ KÖYÜ
   
  Ankara-Çamlıdere-İnceöz Köyü-Koca Harman
  32-HIDIRELLEZ VE AŞURE
 
KEZBAN ÇEVİK EBE H I D I R E L L E Z
Hızır ve İlyas aleyhimesselâm
Miladi takvimle 6 Mayıs günü Hıdırellez’dir. Hızır günleri yani yaz mevsiminin başlangıcı sayılan 6 Mayıs günü, Rumî senede Nisan ayının yirmi üçüncü gününe rast gelir.
Bilindiği gibi Rumî takvimde yıl, Hızır ve Kasım (yaz ve kış) günleri olarak ikiye ayrılır. Mayıs ayının 6’sında Hızır ile yaz başlar, 186 gün sürer. Kasım ayının 8'ine kadar devam eder ve bundan sonra kış başlar. 179 gün sürer. Şubat'ın 29 çektiği artık yıllarda ise 180 gün olur.
Hıdırellez denmesinin sebebi; çeşitli dini kaynaklarda Mûsâ aleyhisselâmın ümmetinden bir velî veya peygamber olduğu bildirilen ve Kur'ân-ı Kerîm’de, "Kullarımızdan bir kul…" (1) diye anılanHızır'ın (Hıdır) kurak bir yerde oturması ile o yerin yeşerip dalgalanmaya başladığı, hadîs-i şerîfte bildirilmiştir. Bu sebeple yaz başlangıcında ortalığın yeşermeğe başladığı güne yeşil mânâsına gelenHıdır günü, yine bu günde Hıdır ile İlyâs'ın (aleyhimesselâm) buluştukları rivâyeti sebebiyle deHıdırellez denmiştir.
Dinî kaynaklarımız, Hz. Hızır ve Hz. İlyâs'ın Allah Teâlâ’nın sevgili kullarından olduğunu haber vermekle beraber onlar adına mukaddes bir günün varlığını bildirmemektedir. Hıdırellez gününün İslâm’da dînî bir hüviyeti ve kudsiyeti yoktur. O bakımdan 6 Mayıs'ta dinimizin tasvip etmediği tarzda kutlamalarda bulunmak, eğlenmek haramdır.
Bu kısa ansiklopedik bilgilerden sonra gelelim bu iki zatın durumlarına…
HIZIR VE İLYAS ALEYHİMESSELÂM KİMDİR VE NE HÂLDEDİRLER?
Hızır aleyhisselâm, peygamber olması kuvvetle muhtemel, ilim ve hikmet sahibi bir zâttır. Tasavvuf erbâbına ve hadis âlimlerine göre Hz. Hızır hayattadır, diridir. Nitekim Muhyiddîn-i Arabî (k.s.)Fütuhât-ı Mekkiye’sinde Hızır aleyhisselâmın hayatta olduğuna dair bilgiler verir. İbn Salâh veİmam Nevevî gibi bazı zâtlar da Hızır aleyhisselâmın yaşadığı hakkında büyük âlimlerin görüş birliğinde olduklarını nakletmişler... Ve yeryüzünde âb-ı hayat’ın (hayat suyu) var olduğunu, ondan içenin kıyâmete kadar hayatta kalacağını, Hızır aleyhisselâmın da ondan içtiğini haber vermişlerdir.


Hızır (a.s.) zaman zaman bazı kimselere görünür, darda kalanlara yardım eder, hayırlı ve güzel yerlerde bulunur. Bazı Allah dostları, sıkıntılı anlarda, Hızır aleyhisselâmdan istimdat için aşağıdaki beyti zaman zaman okumuşlardır.
Edrik Ebe'l-Abbas ennî münhasır
Seyyidî Belyâ’bni Melkâni'l-Hızır
(Lâ edrî)
Meali: Efendim Belyâ, Melkân'ın oğlu Hızır! Yetiş ey Ebu’l-Abbas, sıkıntıdayım, demektir.
Açıklama: "Belyâ" Hızır aleyhisselâmın adı, "Melkân" babasının adıdır. Künyesi de, "Ebu'l-Abbas"tır.
Tarîk-ı Nakşî Müceddidin kolu silsilesinin 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Silistrevi (k.s.) hazretlerinin, ders arasında zaman zaman, hem yukardaki beyti hem de şu beyti cezbeli bir tarzda okudukları talebeleri tarafından nakledilmektedir...
"Edrik Ebe'l-Kaasım, ennî münhasırun;
Seyyidî Muhammedü'bni Abdullâhi'bni Abdü'l-Muttalib, hüve'n-nûr."
*
Kur’ân-ı Kerim’de Hızır aleyhisselâmın isminden açıkça bahsedilmez. Kehf sûresinin 60-82. âyetlerinde yer alan Hz. Mûsâ ile alâkalı kıssada, “Kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş ve yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.”(2) diye bahsedilen zâtın Hızır aleyhisselâm olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bizzat Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) gelen sahih hadislerde, bu şahsın Hızır aleyhisselâm olduğu açıkça belirtilmiştir.(3)
*
Dilerseniz sözü fazla uzatmadan Hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmâm-ı Rabbânî Ahmed Farukî es-Serhendî (k.s.) hazretlerine bırakalım. Yazdıkları bir mektupta o şunları anlatıyor:
“Arkadaşların, Hızır’ın (alâ nebiyyinâ ve aleyhimü’s-salâtü ve’s-selâm) ahvâlini sormalarının üzerinden belli bir zaman geçti. Ancak fakîr, lâyıkı veçhile onun ahvâline ıttılâı olmadığından (gerekli ve tatminkâr bir bilgiye sahip bulunmadığımdan) dolayı cevap vermekte tevakkuf ettim (durup bekledim).
“Bir gün sabah halakasında (zikir meclisinde), Hz. Hızır ve İlyas’ı (aleyhimesselâm),rûhânîler sûretinde hazır vaziyette gördüm. Hızır aleyhisselâm, rûhânî bir ilkâ (kalbime gelen bir hitâb) ile şöyle dedi:
– “Biz, ruhlar âlemindeyiz. Hak sübhânehû ve teâlâ hazretleri, ruhlarımıza öyle kâmil bir kudret verdi ki; biz, cisimlerin şekil ve sûretlerini alıp onlar gibi olabiliriz... Ve bizden de, bu sûret ve şekillerini aldığımız cisimlerden meydana gelen cismânî harekât ve sekenât yani duruş ve davranışlar, cesede ait ibâdet ve tâatler de aynen meydana gelir.’
“Bu esnâda ben,
– “Siz namazı İmam Şâfiî’nin (rh.) mezhebine göre kılıyorsunuz’ dedim.
“O da şöyle cevap verdi:
– “Biz şerîatlerle mükellef değiliz; lâkin kutb-i medâr’ın (4) mühim işlerinin görülmesi bize bağlıdır, o da İmam Şâfiî mezhebi üzeredir, dolayısıyla biz de onun arkasında İmam Şâfiî’nin (rh.) mezhebine göre namaz kılarız.’
“İşte o zaman anlaşıldı ki; onların ibâdet ve tâatlerine mükâfat terettüb etmez (sevab yazılmaz, ecir ve mükâfat verilmez). Onların ibâdet ve tâatleri, tâat ehline muvâfakat (uygun olma) ve ibâdetlerin sûretine riâyet içindir.
“Ve yine anlaşıldı ki; velâyet kemâlâtı Şâfiî fıkhına, nübüvvet kemâlâtı ise Hanefî fıkhına uygundur.
“İşte bu sırada, Hâce Muhammed Pârsâ’nın (k.s.), kendisinden naklen Fusûl-i Sitte’de zikrolunan,‘İsa alâ nebiyyinâ ve aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm yeryüzüne indikten sonra Ebû Hanîfe’nin (rh.) mezhebiyle amel eder’ sözünün hakikati de anlaşılmış oldu. (Mümkündür ki bu cümle, İsa aleyhisselâm ile İmâm-ı A’zâm hazretlerinin ictihadlarının benzerliği dolayısiyle söylenmiştir. Yani Hz. İsa’nın ictihâdı, İmâm-ı A’zâm hazretlerinin ictihâdına uygun olacak; ama onu taklid etmeyecektir. Zira onun şânı, ümmet ulemâsını taklid etmekten yana yücedir.) (5)
“Yine bu esnada, onlardan yardım istemek ve duâ taleb etmek hatırıma geldi. Hızır aleyhisselâm da,
– “Hak sübhânehû ve teâlânın inâyeti (lûtuf ve yardımı), bir şahsın hâlini şumûlüne alıyorsa (onu ihâta ediyor, kuşatıyorsa), ona biz karışamayız, tesir ve nüfûzumuz olmaz’ dedi.
“Âdeta onlar, kendilerini aradan çıkarmış gibiydiler.
“Hz. İlyas alâ nebiyyinâ ve aleyhi’s-salâtü ve’s-selâma gelince; o bu esnada hiç konuşmadı.”(6)
“Hazret-i Hâce Muhammed Pârsâ (k.s.), ‘Hızır’ın (alâ Nebiyyinâ ve aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) rûhâniyeti, ledünnî ilimlerin gelmesinde vâsıtadır’ dedi.
“Görünen o ki; bu söz, mâneviyat yolculuğundaki başlangıç ve orta hâllere nisbetle söylenmiştir. Zira açık keşfin şehâdet ettiği gibi, mühtehînin yani mânevî yolda başlangıç ve orta menzilleri aşmış olansondakilerin muâmelesi/durumu bir başka şeydir. Bunun doğruluğunu, Şeyh Abdülkadir Geylânî’den (kaddesallâhü teâlâ sırrahû) yapılan bir nakil de kuvvetlendirmektedir. Bir gün o minbere çıkmış, ilimleri ve ma’rifetleri açıklıyordu. Bu esnada oradan Hızır aleyhisselâm geçmekteydi. Şeyhona seslenerek şöyle dedi:
“Ey İsrâilî, gel de Muhammedî kelâmı dinle!’
“Şeyh’in bu ifâdesinden de anlaşılmaktadır ki, Hızır (a.s.) Muhammedîler’den değil, geçmiş milletlerdendir. Hâl böyle olunca, o nasıl Muhammedîler’e vâsıta olabilir?”(7)
Hızır aleyhisselâmla ilgili ilave bazı bilgiler
1. HZ MUSA VE HIZIR ALEYHİMESSELAM
Kehf suresinde geçen ilm-i ledün dersini aldıktan sonra Musa aleyhisselam Hızır aleyhisselama,
- “Bu ilmi sana Rabbim hangi amelin karşılığında verdi? Onu bana öğret de, ben de onunla amel ederek bu ilmi elde edeyim” dedi. Hızır (a.s.) da,
- “Allah için, mâsiyete sabr etmem sayesinde” diye cevap verdi. (Şuabü'l-İman)
2. ABULKADİR GEYLANİ HAZRETLERİ VE HIZIR ALEYHİSSELAM
Bu mübarek zat maddi ilimlere ait tahsilini Bağdat’ta bitirmiş ve Hızır (a.s.) ile manevi tahsile başlamıştı. Ve henüz 25 yaşında bir genç idi. Bir cuma günü namazdan önce Bağdat’ın en büyük camiinde murakabe halinde idi. Halk da sanki birileri tarafından o camiye sevkedilmekte idi. (Belki de manevi hocası Hızır aleyhisselâm onları o camiye yönlendiriyordu). Öyle ki cami hınca hınç dolmuş, Abdulkadir Geylani hazretleri murakabeye devam ediyordu.
İsterseniz devamını kendisinden dinliyelim:
“Hutbe’nin arkasında murakabe halinde idim. Ceddim Rasûlüllah teşrif ettiler ve buyurdular ki:
- “Ey Abdulkadir! İlmini ikmâl eyledin ve insanları irşadın ne kadar büyük bir vazife olduğunu öğrendin. Peki neden bu köşede böyle boş ve sessiz oturuyorsun? Kalk kürsüye çık ve halkı doğru yola sevk et! Ve onları Allah’ın yoluna davet et!”
Rasûlüllah (s.a.v.) böyle buyurduğu halde ben, bir türlü kürsüye çıkmaya va halkı irşad etmeye kendimde cesaret bulamıyordum. Dedim ki:
- “Ya Rasûlellah! Daha çok gencim, acaba bu insanlar beni dinlerler mi?”
Rasûlüllah Efendimiz (s.av.),
- “Sen davet ile memursun. Hidayeti ise Allah halk eder, tesirini o verir” buyurdu. Bunun üzerine ben yavaş yavaş kürsüye çıktım, fakat hayret! Söyliyecek tek kelime bulamadım. Ve artık inmeyi düşünyordum ki, Rasûlüllah (s.a.v.) tekrar teşrif etti, yanından Cihar-i Yari Güzün Efendilerimiz (r.anhüm) vardı. Ve bana,
“Ya Abdelkadir! Va’z et! Söyle, anlat!” buyurdu. Ben de,
“Ya Rasûlellah! Bir şey bilmiyorum ki” dedim, o zaman Rasûlüllah Efendimiz,
- “Ağzını aç!” buyurdu. Ve beş defa ağzıma “Huuu” diye üfledi. Sonra sırasıyla Hz. Ebu Bekir dört defa, Hz. Ömer üç defa, Hz. Osman iki defa ve Hz. Ali de bir defa üfleyip, gittiler.
Ben de va’z etmeye başladım... Ama ne dediğimi, ne anlattığımı ben de bilmiyordum. Bildiğim bir şey varsa, beni dinleyen cemaattan birçok insan heyecandan bayılıyor, bazıları ise anlattıklarıma dayanamıyor, ölüyorlardı. (Abdulkadir Geylani’nin Hayatı)
Demek ki, gerçek va’z ve irşad; ancak, başta Rasûlüllah Efendimiz olmak üzere O’un varisleri bulunan pîran’dan izinli olursa müessir oluyor. Yoksa boş!
3. HIZIR (A.S.) KİMLERLE BULUŞUR?
Ali Darîri hazretleri, Hızır aleyhisselâmın dünyada bir kimseyi dost edinip, onun ziyaretine gelmesi için dört şart vardır, buyuruyor:
1. O kimse, her halükârda Rasûlüllah’ın sünnetine uyan biri olacak.
2. Kalbinde dünyaya karşı bir his ve ihtiras asla olmıyacak.
3. Bütün Müslümanlar için temiz bir duyguya ve kalbe sahip olacak.
4. Hile, haset, kin gibi duygular içinde asla olmıyacak.
Devamla buyurdular ki: Bu şartlar kendinde olmıyan insan, ibadetle melekleşse bile, yine Hızır (a.s.) ona uğramaz ve onunla arkadaşlık te’sis etmez. (8)
5. HASTA ZİYARETİNDE OKUNACAK DUALAR
Hızır aleyhisselâm bir veliye “Ağrıyan yere elini koyarak şu ayeti oku” buyuruyor:
نَزَلَ وَبِالْحَقِّ أَنْزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ

Meali: “Biz bu Kur’anı (hakkı tesbit için) hak olarak indirdik ve o, bütün hakikatleri (hak ve hikmeti) içinde toplayarak indi…” (9)Hızır ve İlyas aleyhimesselâm
Miladi takvimle 6 Mayıs günü Hıdırellez’dir. Hızır günleri yani yaz mevsiminin başlangıcı sayılan 6 Mayıs günü, Rumî senede Nisan ayının yirmi üçüncü gününe rast gelir.
Bilindiği gibi Rumî takvimde yıl, Hızır ve Kasım (yaz ve kış) günleri olarak ikiye ayrılır. Mayıs ayının 6’sında Hızır ile yaz başlar, 186 gün sürer. Kasım ayının 8'ine kadar devam eder ve bundan sonra kış başlar. 179 gün sürer. Şubat'ın 29 çektiği artık yıllarda ise 180 gün olur.
Hıdırellez denmesinin sebebi; çeşitli dini kaynaklarda Mûsâ aleyhisselâmın ümmetinden bir velî veya peygamber olduğu bildirilen ve Kur'ân-ı Kerîm’de, "Kullarımızdan bir kul…" (1) diye anılanHızır'ın (Hıdır) kurak bir yerde oturması ile o yerin yeşerip dalgalanmaya başladığı, hadîs-i şerîfte bildirilmiştir. Bu sebeple yaz başlangıcında ortalığın yeşermeğe başladığı güne yeşil mânâsına gelenHıdır günü, yine bu günde Hıdır ile İlyâs'ın (aleyhimesselâm) buluştukları rivâyeti sebebiyle deHıdırellez denmiştir.
Dinî kaynaklarımız, Hz. Hızır ve Hz. İlyâs'ın Allah Teâlâ’nın sevgili kullarından olduğunu haber vermekle beraber onlar adına mukaddes bir günün varlığını bildirmemektedir. Hıdırellez gününün İslâm’da dînî bir hüviyeti ve kudsiyeti yoktur. O bakımdan 6 Mayıs'ta dinimizin tasvip etmediği tarzda kutlamalarda bulunmak, eğlenmek haramdır.
Bu kısa ansiklopedik bilgilerden sonra gelelim bu iki zatın durumlarına…
HIZIR VE İLYAS ALEYHİMESSELÂM KİMDİR VE NE HÂLDEDİRLER?
Hızır aleyhisselâm, peygamber olması kuvvetle muhtemel, ilim ve hikmet sahibi bir zâttır. Tasavvuf erbâbına ve hadis âlimlerine göre Hz. Hızır hayattadır, diridir. Nitekim Muhyiddîn-i Arabî (k.s.)Fütuhât-ı Mekkiye’sinde Hızır aleyhisselâmın hayatta olduğuna dair bilgiler verir. İbn Salâh veİmam Nevevî gibi bazı zâtlar da Hızır aleyhisselâmın yaşadığı hakkında büyük âlimlerin görüş birliğinde olduklarını nakletmişler... Ve yeryüzünde âb-ı hayat’ın (hayat suyu) var olduğunu, ondan içenin kıyâmete kadar hayatta kalacağını, Hızır aleyhisselâmın da ondan içtiğini haber vermişlerdir.
Hızır (a.s.) zaman zaman bazı kimselere görünür, darda kalanlara yardım eder, hayırlı ve güzel yerlerde bulunur. Bazı Allah dostları, sıkıntılı anlarda, Hızır aleyhisselâmdan istimdat için aşağıdaki beyti zaman zaman okumuşlardır.
Edrik Ebe'l-Abbas ennî münhasır
Seyyidî Belyâ’bni Melkâni'l-Hızır
(Lâ edrî)
Meali: Efendim Belyâ, Melkân'ın oğlu Hızır! Yetiş ey Ebu’l-Abbas, sıkıntıdayım, demektir.
Açıklama: "Belyâ" Hızır aleyhisselâmın adı, "Melkân" babasının adıdır. Künyesi de, "Ebu'l-Abbas"tır.
Tarîk-ı Nakşî Müceddidin kolu silsilesinin 33. ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Silistrevi (k.s.) hazretlerinin, ders arasında zaman zaman, hem yukardaki beyti hem de şu beyti cezbeli bir tarzda okudukları talebeleri tarafından nakledilmektedir...
"Edrik Ebe'l-Kaasım, ennî münhasırun;
Seyyidî Muhammedü'bni Abdullâhi'bni Abdü'l-Muttalib, hüve'n-nûr."
Kur’ân-ı Kerim’de Hızır aleyhisselâmın isminden açıkça bahsedilmez. Kehf sûresinin 60-82. âyetlerinde yer alan Hz. Mûsâ ile alâkalı kıssada, “Kullarımızdan bir kul buldular ki, ona katımızdan bir rahmet vermiş ve yine ona tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.”(2) diye bahsedilen zâtın Hızır aleyhisselâm olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bizzat Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) gelen sahih hadislerde, bu şahsın Hızır aleyhisselâm olduğu açıkça belirtilmiştir.(3)
Dilerseniz sözü fazla uzatmadan Hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmâm-ı Rabbânî Ahmed Farukî es-Serhendî (k.s.) hazretlerine bırakalım. Yazdıkları bir mektupta o şunları anlatıyor:
“Arkadaşların, Hızır’ın (alâ nebiyyinâ ve aleyhimü’s-salâtü ve’s-selâm) ahvâlini sormalarının üzerinden belli bir zaman geçti. Ancak fakîr, lâyıkı veçhile onun ahvâline ıttılâı olmadığından (gerekli ve tatminkâr bir bilgiye sahip bulunmadığımdan) dolayı cevap vermekte tevakkuf ettim (durup bekledim).
“Bir gün sabah halakasında (zikir meclisinde), Hz. Hızır ve İlyas’ı (aleyhimesselâm),rûhânîler sûretinde hazır vaziyette gördüm. Hızır aleyhisselâm, rûhânî bir ilkâ (kalbime gelen bir hitâb) ile şöyle dedi:
– “Biz, ruhlar âlemindeyiz. Hak sübhânehû ve teâlâ hazretleri, ruhlarımıza öyle kâmil bir kudret verdi ki; biz, cisimlerin şekil ve sûretlerini alıp onlar gibi olabiliriz... Ve bizden de, bu sûret ve şekillerini aldığımız cisimlerden meydana gelen cismânî harekât ve sekenât yani duruş ve davranışlar, cesede ait ibâdet ve tâatler de aynen meydana gelir.’
“Bu esnâda ben,
– “Siz namazı İmam Şâfiî’nin (rh.) mezhebine göre kılıyorsunuz’ dedim.
“O da şöyle cevap verdi:
– “Biz şerîatlerle mükellef değiliz; lâkin kutb-i medâr’ın (4) mühim işlerinin görülmesi bize bağlıdır, o da İmam Şâfiî mezhebi üzeredir, dolayısıyla biz de onun arkasında İmam Şâfiî’nin (rh.) mezhebine göre namaz kılarız.’
“İşte o zaman anlaşıldı ki; onların ibâdet ve tâatlerine mükâfat terettüb etmez (sevab yazılmaz, ecir ve mükâfat verilmez). Onların ibâdet ve tâatleri, tâat ehline muvâfakat (uygun olma) ve ibâdetlerin sûretine riâyet içindir.
“Ve yine anlaşıldı ki; velâyet kemâlâtı Şâfiî fıkhına, nübüvvet kemâlâtı ise Hanefî fıkhına uygundur.
“İşte bu sırada, Hâce Muhammed Pârsâ’nın (k.s.), kendisinden naklen Fusûl-i Sitte’de zikrolunan,‘İsa alâ nebiyyinâ ve aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm yeryüzüne indikten sonra Ebû Hanîfe’nin (rh.) mezhebiyle amel eder’ sözünün hakikati de anlaşılmış oldu. (Mümkündür ki bu cümle, İsa aleyhisselâm ile İmâm-ı A’zâm hazretlerinin ictihadlarının benzerliği dolayısiyle söylenmiştir. Yani Hz. İsa’nın ictihâdı, İmâm-ı A’zâm hazretlerinin ictihâdına uygun olacak; ama onu taklid etmeyecektir. Zira onun şânı, ümmet ulemâsını taklid etmekten yana yücedir.) (5)
“Yine bu esnada, onlardan yardım istemek ve duâ taleb etmek hatırıma geldi. Hızır aleyhisselâm da,
– “Hak sübhânehû ve teâlânın inâyeti (lûtuf ve yardımı), bir şahsın hâlini şumûlüne alıyorsa (onu ihâta ediyor, kuşatıyorsa), ona biz karışamayız, tesir ve nüfûzumuz olmaz’ dedi.
“Âdeta onlar, kendilerini aradan çıkarmış gibiydiler.
“Hz. İlyas alâ nebiyyinâ ve aleyhi’s-salâtü ve’s-selâma gelince; o bu esnada hiç konuşmadı.”(6)
“Hazret-i Hâce Muhammed Pârsâ (k.s.), ‘Hızır’ın (alâ Nebiyyinâ ve aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) rûhâniyeti, ledünnî ilimlerin gelmesinde vâsıtadır’ dedi.
“Görünen o ki; bu söz, mâneviyat yolculuğundaki başlangıç ve orta hâllere nisbetle söylenmiştir. Zira açık keşfin şehâdet ettiği gibi, mühtehînin yani mânevî yolda başlangıç ve orta menzilleri aşmış olansondakilerin muâmelesi/durumu bir başka şeydir. Bunun doğruluğunu, Şeyh Abdülkadir Geylânî’den (kaddesallâhü teâlâ sırrahû) yapılan bir nakil de kuvvetlendirmektedir. Bir gün o minbere çıkmış, ilimleri ve ma’rifetleri açıklıyordu. Bu esnada oradan Hızır aleyhisselâm geçmekteydi. Şeyhona seslenerek şöyle dedi:
“Ey İsrâilî, gel de Muhammedî kelâmı dinle!’
“Şeyh’in bu ifâdesinden de anlaşılmaktadır ki, Hızır (a.s.) Muhammedîler’den değil, geçmiş milletlerdendir. Hâl böyle olunca, o nasıl Muhammedîler’e vâsıta olabilir?”(7)
Hızır aleyhisselâmla ilgili ilave bazı bilgiler
1. HZ MUSA VE HIZIR ALEYHİMESSELAM
Kehf suresinde geçen ilm-i ledün dersini aldıktan sonra Musa aleyhisselam Hızır aleyhisselama,
- “Bu ilmi sana Rabbim hangi amelin karşılığında verdi? Onu bana öğret de, ben de onunla amel ederek bu ilmi elde edeyim” dedi. Hızır (a.s.) da,
- “Allah için, mâsiyete sabr etmem sayesinde” diye cevap verdi. (Şuabü'l-İman)
2. ABULKADİR GEYLANİ HAZRETLERİ VE HIZIR ALEYHİSSELAM
Bu mübarek zat maddi ilimlere ait tahsilini Bağdat’ta bitirmiş ve Hızır (a.s.) ile manevi tahsile başlamıştı. Ve henüz 25 yaşında bir genç idi. Bir cuma günü namazdan önce Bağdat’ın en büyük camiinde murakabe halinde idi. Halk da sanki birileri tarafından o camiye sevkedilmekte idi. (Belki de manevi hocası Hızır aleyhisselâm onları o camiye yönlendiriyordu). Öyle ki cami hınca hınç dolmuş, Abdulkadir Geylani hazretleri murakabeye devam ediyordu.
İsterseniz devamını kendisinden dinliyelim:
“Hutbe’nin arkasında murakabe halinde idim. Ceddim Rasûlüllah teşrif ettiler ve buyurdular ki:
- “Ey Abdulkadir! İlmini ikmâl eyledin ve insanları irşadın ne kadar büyük bir vazife olduğunu öğrendin. Peki neden bu köşede böyle boş ve sessiz oturuyorsun? Kalk kürsüye çık ve halkı doğru yola sevk et! Ve onları Allah’ın yoluna davet et!”
Rasûlüllah (s.a.v.) böyle buyurduğu halde ben, bir türlü kürsüye çıkmaya va halkı irşad etmeye kendimde cesaret bulamıyordum. Dedim ki:
- “Ya Rasûlellah! Daha çok gencim, acaba bu insanlar beni dinlerler mi?”
Rasûlüllah Efendimiz (s.av.),
- “Sen davet ile memursun. Hidayeti ise Allah halk eder, tesirini o verir” buyurdu. Bunun üzerine ben yavaş yavaş kürsüye çıktım, fakat hayret! Söyliyecek tek kelime bulamadım. Ve artık inmeyi düşünyordum ki, Rasûlüllah (s.a.v.) tekrar teşrif etti, yanından Cihar-i Yari Güzün Efendilerimiz (r.anhüm) vardı. Ve bana,
“Ya Abdelkadir! Va’z et! Söyle, anlat!” buyurdu. Ben de,
“Ya Rasûlellah! Bir şey bilmiyorum ki” dedim, o zaman Rasûlüllah Efendimiz,
- “Ağzını aç!” buyurdu. Ve beş defa ağzıma “Huuu” diye üfledi. Sonra sırasıyla Hz. Ebu Bekir dört defa, Hz. Ömer üç defa, Hz. Osman iki defa ve Hz. Ali de bir defa üfleyip, gittiler.
Ben de va’z etmeye başladım... Ama ne dediğimi, ne anlattığımı ben de bilmiyordum. Bildiğim bir şey varsa, beni dinleyen cemaattan birçok insan heyecandan bayılıyor, bazıları ise anlattıklarıma dayanamıyor, ölüyorlardı. (Abdulkadir Geylani’nin Hayatı)
Demek ki, gerçek va’z ve irşad; ancak, başta Rasûlüllah Efendimiz olmak üzere O’un varisleri bulunan pîran’dan izinli olursa müessir oluyor. Yoksa boş!
3. HIZIR (A.S.) KİMLERLE BULUŞUR?
Ali Darîri hazretleri, Hızır aleyhisselâmın dünyada bir kimseyi dost edinip, onun ziyaretine gelmesi için dört şart vardır, buyuruyor:
1. O kimse, her halükârda Rasûlüllah’ın sünnetine uyan biri olacak.
2. Kalbinde dünyaya karşı bir his ve ihtiras asla olmıyacak.
3. Bütün Müslümanlar için temiz bir duyguya ve kalbe sahip olacak.
4. Hile, haset, kin gibi duygular içinde asla olmıyacak.
Devamla buyurdular ki: Bu şartlar kendinde olmıyan insan, ibadetle melekleşse bile, yine Hızır (a.s.) ona uğramaz ve onunla arkadaşlık te’sis etmez. (8)
5. HASTA ZİYARETİNDE OKUNACAK DUALAR
Hızır aleyhisselâm bir veliye “Ağrıyan yere elini koyarak şu ayeti oku” buyuruyor:
نَزَلَ وَبِالْحَقِّ أَنْزَلْنَاهُ وَبِالْحَقِّ
Meali: “Biz bu Kur’anı (hakkı tesbit için) hak olarak indirdik ve o, bütün hakikatleri (hak ve hikmeti) içinde toplayarak indi…” (9)justify">



  ....TARİHİ NUH AS DAYANAN AŞURE TARİFİ



İSLAM VE MÜSLÜMANLIK



Sevgili Peygamberimiz islam ile şereflenenlere önce gusletmesini emrederlerdi. Sonra kelime-i şahadeti telkin ederler ve islamı anlatırlardı. Bir müslümanın önce itikat yani iman bilgilerini öğrenip ardından ibadet bilgilerini öğrenmesi ve yaşaması gerekir. Müslümanlık peygamberimizin Allahu tealadan getirdiği ve insanları dünya ve ahiret saadetine sevk eden tesisi ilahi ve kanuni rabbanidir. Müslüman Allah'ın emirlerine teslim olan demektir.Bir müslümanın mutlaka bilmesi ve yaşaması gereken hususlar aşağıda verilmiştir.
  OTUZ İKİ FARZ
İslamın şartları...........................5
Namazın farzları.....................12
İmanın şartları............................6
Abdestin farzları........................4
Guslün farzı................................3
Teyemmümün farzı...................2

54 FARZ
1-Allahu tealayı bir bilip zikretmek.
2-Helal kazanılmış temiz elbise giymek.
3-Abdest almak.
4-Beş vakit namaz kılmak.
5-Cünüplükten gusletmek.
6-Rızık için Allah'a tevekkül etmek.
7-Helalinden yeyip içmek.
8-Allah'ın taksimine kanaat etmek.
9-Tevekkül etmek.
10-Kazaya yani Allahın hükmüne razı olmak.
11-Nimete karşılık şükretmek.
12-Belya sabretmek.
13-Günahlara tevbe etmek.
14-İbadetleri ihlas ile yapmak.
15-Şeytanı düşman bilmek
16-Kur'anı delil tanımak.
17-Ölüme hzırlıklı olmak.
18-İyiliği emredip kötülükten alıkoymak.
19-Gıybet etmemek, kötü şeyleri dinlememek.
20-Anaya babaya iyilik ve itaat etmek.
21-Akrabayı ziyaret etmek.
22-Emanete hıyanet etmemek.
23-Dinin kabul etmeyeceği şakayı yapmamak.
24-Allah ve Rasulüne itaat etmek.
25-Günahtan kaçınıp Allah'a sığınmak.
26-Allah için sevmek Allah için buğzetmek.
27-Herşeye ibretle bakmak.
28-Tefekkür etmek.(Cenabı Hakkın kudretini ve yaratılışındaki gayeyi düşünmek.)
29-İlim öğrenmeye çalışmak.
30-Kötü zandan sakınmak.
31-Alay etmemek.
32-Harama bakmamak.
33-Daima doğru olmak.
34-Şımarıklık ve azgınlığı terk etmek.
35-Sihir yapmamak.
36-Ölçü ve tartıda doğru olmak.
37-Allah'ın azabından korkmak.
38-Bir günlük yiyeceği, içeceği olmayana sadaka vermek.
39-Allah'ın rahmetinden ümidi kesmemek.
40-Nefsin kötü arzularına tabi olmamak.
41-İçki içmemek, uyuşturucu kullanmamak.
42-Allah'a ve müminlere su-i zandan sakınmak.
43-Zekat vermek ve mali cihatta bulunmak.
44-Hayız ve nifas halinde eşiyle birleşmemek.
45-Bütün günahlardan kalbini temiz tutmak.
46-Yetimin malını haksız olarak yememek.
47-Kibirlilik etmemek.
48-Livata ve zina yapmamak.
49-Beş vakit namazını muhafaza etmek.
50-Zulüm ile halkın malını yememek.
51-Allah'a şirk koşmamak.
52-Riyadan(gösterişten) sakınmak.
53-Yalan yere yemin etmemek.
54-Verdiği sadakayı başa kakmamak.


 TÜRKİYEDE DİNE YAPILAN TECAVÜZLER
Ezanı Türkçeleştirme fikrini ilk kez Ziya Gökalp 1918 yılında dile getirdi.. Cumhuriyet döneminde 1932 yılında ilan edildi.. Mustafa Kemal ezanın yanında tekbir ve sela, namaz, kamet, hutbenin Türkçe olmasını istiyordu. Kur’an Türkçeleştirilecekti..
Mustafa Kemal’in emri ile eski Maarif vekillerinden Reşit Galip ve Hasan Cemil Çambel’in yönetiminde Türk Tarih Tedkik Cemiyeti’nin Dolmabahçe Sarayı’ndaki odasında 1932 yılının Aralık ayında, hemen Ramazan ayı öncesinde 9 tanınmış hafız bu işle görevlendirildi.. Türkçeleştirme ve makam konusunda konservatuvardan saz heyetleri getirilerek eşlik etmeleri sağlandı.. Her aşamada Mustafa Kemal’e danışılıyordu. Herkes tekbiri “Allah Büyüktür” diye telaffuz ederken, Mustafa Kemal bu ifadeyi “Tanrı Uludur” şeklinde değiştirdi..
İlginç ve komik olan bir tercüme anısı da, “Hayyalel Felah”ın tercümesinde çıktı.. Bu nasıl tercüme edilecekti?. “Haydin Kurtuluşa” denirse, yoğunlukla Rumların yaşadığı eski adı Tatavla olan “Kurtuluş Mahallesi’ne” çağrılmış gibi bir anlamı olmayacak mıydı bu ifadenin? Bir başka kaygı ise, ya dindarlar bunu “CHP’den kurtulmak için camiye gelin” anlamında yorumlarsa?..
Son noktayı Mustafa Kemal koydu, “olduğu gibi kalsın”.. Türkçe ezanda tercüme edilmeyen tek satır bu oldu: Hayyalel felah!
Sonuçta 3 Şubat 1932’de Kadir gecesinde Ayasofya Camii’nde Türkçe ezan okutuldu ve radyodan naklen yayınlandı.. İşin takibi için Jandarma görevlendirildi. CHP de bu işin takipçisi olacaktı.. Vakıflar, Diyanet, İçişleri Bakanlığı herkes bu işle görevlendirilmişti.. İhlaller, hemen ve ağır şekilde cezalandırılacaktı.. Olup olmadığı tartışılan “Bursa Nutku” da bu olayla alakalıdır aslında. 1 Şubat 1933’te Bursa’da Türkçe ezana karşı halkın protesto gösterisinde bulunmasının ardından Mustafa Kemal Bursa’ya geldi ve “isyancıların kat’i ve şedid şekilde cezalandırılması emri”ni verdi.. Olayı Cumhuriyete karşı irticai bir başkaldırı şeklinde yorumladı!
Aslında Bursa olayı, Topal Halil isimli cemaatten birinin Arapça ezan okuması üzerine camileri izlemekle görevli hafiye / sivil polis tarafından karakola götürülmek istenmesi üzerine, cemaatın buna engel olmaya çalışmasından ibaret bir olaydı. Halk önce karakola, oradan valiliğe doğru yürüyüşe geçince, duruma asker müdahale etti. Mustafa Kemal’e haber verildi. Bursa’ya gelen Mustafa Kemal sert açıklamalar yaptı.. Müftü, savcı ve sulh hakimi görevden alındı. Yakalanan 19 kişi Çorum Ceza Mahkemesi’ne sevkedildi. Bir yıl süren yargılama sonunda ağır hapis cezası ve ardından sürgünle cezalandırıldılar..
Arapça ezan ve kamet, esasen tamimlerle uygulamaya konuldu ve çok daha sonra 15 Nisan 1939’da hükümetçe Meclis’e sunulan ve kabul edilen, 1941 yılında değişiklik yapılarak Arapça ezan okuyanların 3 aya mahkumiyetleri ve on liradan 200 liraya kadar para cezasına çarptırılmasını öngören 4055 sayılı yasayla memnu hale getirildi..
46 seçimlerinin ardından ilk yumuşama 22 Eylül 1948’de oldu.. Mevlid, hatim ve bayram namazlarında Arapça serbest bırakıldı.
31 Mayıs 1950’de Tokat Milletvekili Ahmet Gürkan, ardından 2 Haziran 1950’de Kayseri Milletvekili İsmail Berkok ve üç arkadaşı ezanın asli şeklinde okunması için kanun teklifinde bulundular.. Bunun üzerine Menderes hükümeti 14 Haziran 1950’de kanun tasarısını imzalayarak Meclis’e sundu.. 16 Haziran 1950’de ezanın Arapça da okunabilmesine imkan veren yasa kabul edildi ve imzalanıp yayınlanması beklenmeden 17 Haziran’dan itibaran bütün Türkiye’de ezanlar Arapça olarak okunmaya başlandı. Yeni kanunun müftülüklere tebliği ancak 23 Haziran 1950’de yapılabildi..
İŞTE BU VESİLE İLE BEN DİYORUM Kİ, GELİN 17 HAZİRAN’I İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ GÜNÜ OLARAK KUTLAYALIM.. İnsanın insana zulmü son bulsun, herkes inandığı gibi yaşasın ve düşündüğünü özgürce ifade edebilsin diye..
Bu konuda Mazlum-Der, Özgür-Der, Hukukçular Derneği, ÖNDER, ENSAR, Ak-Der’e İmam-Sen’e, TGTV’ye, Cami Yaptırma ve Yaşatma Derneklerine, diğer insan hakları kuruluşlarına çağrıda bulunuyorum. Gelin bugün sesinizi yükseltin.. Yerel media ve STK’lar bu konuda yazılar yazsınlar, programlar yapsınlar, STK’lar açıklamalarda bulunsunlar..
Kur’an’a, camiye, namazımıza ve ezanımıza sahip çıkalım..
Bugün imamlar, müezzinler, vaizler biraz daha yüksek çıkartsınlar seslerini, o acı günleri hatırlayarak..
Bunlar bu iddialarından vazgeçmiş değiller. Başörtüsünü halletseler, sıra bunlara da gelecek. Niyetlerinin ne olduğunu öğrenmek istiyorsanız Tekinalp’in kitaplarını, Osman Nuri Çerman’ın “Dinde Reform Projesi”ni okuyun, göreceksiniz.. 1960’larda ezanın yeniden Türkçe okunması için imza toplayanlar arasında Hürriyet Başyazarı Oktay Ekşi de vardı. Altan Öymen de, Coşkun Kırca da.. ONÇ’ye göre, Kur’an’dan ahkam ayetleri çıkartılıp yerine Nutuk’tan parçalar eklenmeli, camilere sıra konmalı ve müzik icrası ile dua edilmeli idi.. “Türk’ün Yeni Amentüsü”nü yayınlayanlar, Mustafa Kemal için “Yeni Mevlitler” de yazmayı ihmal etmediler..Yahudilere havra günleri olan Cumartesi'yi, hıristiyanlara kilise günleri olan Pazar'ı tatil ettiler. Müslümanlara Cuma'yı haram ettiler. Devlet memuru muşlüman mesaisaatine rastlayn Cuma namaznı kılamaz. Soruşturma geçrir. İşte laikliğin medeniyeti. Hoşgörü dedikleri saçmaları.
CHP’lilerden hâlâ bu iddiada olanlar yok değil. Başörtüsünün de ezandan farkı yok aslında.
17 Haziran İnanç Özgürlüğü Gününüz şimdiden mübarek olsun.
Selam ve dua ile.
 
A.Dilipak

     İNCEÖZ DE AKŞAM
Köylünün işi çok olur, çalışmak ister hiç durmadan,
Sığıra, sıpaya, tavuğa, olmaz bakmadan.
İş bölümü vardır, çalışılır durmadan, yılmadan,
Alınteri ile çalışmak şifdır şifa. 
Çalışmak güzeldir ibadet ile,ibadet olur
Böyle rızık helaldir, nur ve şifa olur,
Mis gibi kokar helal lokma , güzel ahlak olur,
Konu komşuyu ziyaret devadır deva.
Akşama kadar çalıştık , yorulduk, biz rızık için,
Konuyu komşuyu göresimiz geldi, muhabbet için,
Görüşüp, konuşup, sevinmek için,
Komşulara gitmek edadır, eda.. 
Yapılan sohbetler ne hoş olurmuş,
Gavurgalara , hoşaflara doyulmaz imiş,
Kalkıpta eve dönmek pek zor olurmuş,
Komşu muhabbetini bırakmak cefadır, cefa…
Yatsıları kılıp, ferahlayınca,
Dama, daşa bakıp ayarlayınca,
Besmeleyle yatıp uyuklayınca,
Uyumak o temiz havada ilaçtır, ilaç…
                          H.İbrahim Koçak


HEPSİ ÇANAKKALDE ŞEHİT OLAN TIBBİYE TALEBELERİ
































OSMANLI BAŞIBOŞ HAYVANLARA İBADET ANLAYIŞI İLE BAKARDI





















 
  Bugün 13 ziyaretçi (22 klik) kişi burdaydı! Tüm Hakları saklıdır  
 
ACILAR PAYLAŞILDIKÇA AZALIR....MUTLULUKLAR DA PAYLAŞILDIKÇA ÇOĞALIR... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol