ANKARA-ÇAMLIDERE-İNCEÖZ KÖYÜ
   
  Ankara-Çamlıdere-İnceöz Köyü-Koca Harman
  26-Köy Koruluğu Kültürü
 






Köyüm-2- ile Inceozlu KÖYLÜLERİMİZE SELAMLAR OLSUN



Köyümüzün etrafı meşe ormanı ile çevrili. Köylümüz bu meşe ormanını büyük bir titizlike korurdu.Rahmetli koca Muhtar ormanları korurdu.  İzinsiz kimse bir dal kesmezdi. Kesince bütün köylü keserdi. Kestiklerini bölüşür kışın yakarlardı.


Meşe budanacağı zaman köylü toplanır  köy odasında konuşurdu. Alınan karar bekçi Seyit dayı tarafından "Tellal" edilirdi. Budama günü en az bir hafta önceden haber verilirdi. Herkes baltasını , tahrasını bilerdi. Budama günü sabah erkenden budama mevkisine gidilirdi.Sabahtan öğleye kadar budanırdı. Budama bitince meşeler eşit şekilde yığılır ve  bölüşmek için kura atılırdı. Akşama kadar da bölüşülen meşeler eve taşınırdı.


Meşe odunu kömür gibi çok dayanıklı olurdu.Yanması uzun sürerdi. Bundan dolayı meşe odunu aranırdı. Kışın soğuk günlerinde sobaya atlırdı. Soba uzun sürsün diye. Bazen ekmek pişirmede de kullanılırdı. Meşe odunlarından bazısı kazma ve kürek sapı olarak kullanlırdı.

 



YAYLADAN ODUN ÇEKME VE İHTİYAÇ İZNİ
Köyümüzde kış hazırlığı için odun temini çok önemliydi. Ekim veya Kasım aylarında devlet 10 veya 15 gün odun izni verirdi. Köyde bir hareket olurdu. Odada toplatı yapılır, kararlar alınır, bekçi tellal çağırarak köylüye durumu bildirirdi. Genellikle Yılanı Dağı'ndan verilen ihtiyaç için hazırlık yapılırdı. Hazırlık yapılır ve Yilanlı Dağına yatılı gidilirdi. Kar yıkığı, göçük vb kuru odunlardan 2-3 gün odun hazırlanılırdı. Belli bir yere bu odunlar çekilir ve getirmeye hazır edilirdi. Hazırlanan bu odunlar eskilerde öküz arabası ile getirilirdi. Öküz arabası ile üç dört seferde getirilen odun bir kış yeterdi. Yolda gelirken arabalar arıza yapar ve yolda tamir edilirdi. Bazen koşum kırılır, bazen özek kırılır, bazen tekerin epsiti kırılır, bazen de teker top dağıtırdı.
 Yılanlı dağından odun çekmek ayrı bir macera idi. Birçok tatlı hatıraları olurdu. Yardımlaşarak gidip gelmek, araba arızalarında birbirlerine yardım etmek, yolculuk sohbet ve muabbetleri,ayrı bir güzellikti. Arabalar yokuş aşağı yüklü inerken hızlanır ve öküzleri sürerdi. Öküzlerin direnmesi arabaları durdurmaya yetmeyebilirdi. Öküzler koşmak zorunda kalırdı. Bozuk yollarda arabanın hızla koşması çeşitli arızalara sebep olurdu. Bunu önlemek için arabalarda bir fren sistemi geliştirilmişti. Arabanın arkasında uzunca bir vidalı fren sistemi vardı. Çok inişlerin başında durulur, bu vidalar sıkılır, arka tekerlerin önündeki takozlar tekere sürter ve araba yavaş giderdi. Bazende arabalarda bu fren sistemi olmayabilirdi. Böyle durumlarda  arka tekerler dönmesin diye epsit aralarından urgan ile arabaya bağlanır ve iniş aşağı fren yaparak inmiş olurdu.
  Yollarda öküz dinlendirirken yemekler yenirdi. Öküzlere de ot verilir ve geviş getirmeleri beklenirdi. Öküzlerde geviş getirmek sağlık işaretiydi. Öküzler dinlenirken bakılır ve geviş getirince sevinilirdi. Öküzler dinlenirken sahipleride yemek yer, araba ve yüklerini kontrol eder, tekerlerini katranlarlardı. Katran tekerin aşınmaması için yağ vazifesini görürdü. Bu dinlenmeler çok mu çok tatlı sohbet ve güzelliklere vesile olurdu. Hatıralar anlatılır, şakalar yapılır, gece dağda yatarken rahat edip etmedikleri anlatılırdı. Bu muhabbet ve samimiyetler yol yorgunluğunu unuttururdu.
  Çekilen odunlar kış yakacağı olarak kullanılırdı. Bazı işe yararları yapı işleri, araba özeği, bağ bahçe çiti olarak ta ayrılırdı. Eskiden tahta ve kalaslar kaçak kesimlerden el hızarları ile dilinirdi. Köydeki eski evlerin bir çoğunun ahşabı bu şekilde temin edilmişti.
    
           EŞEKLERLE YAYLADAN ODUN ÇEKME
  Kış hazırlığı için yayla zamanı da boş durulmazdı.Yaylada dağlardan hazırlanan odunlar uygun şekilde eve getirilirdi. Ormancı görmesin diye saklanan odunlar kurutrulur ve köye eşeklerle çekilirdi. Yayladan eşeklerle odun çekmek te ayrı bir maceraydı. Tabi zorlukları vardı ama tatlı yönleri ve bir çok hatıraları da vardı. Gece yarısı kalkılır, eşeklere odunlar sarılır, sabah namazı veya gün doğarken köye gelinirdi. Ormancılar gece uykuda olduğundan gece yolculuğu tercih edilirdi.
   Genellkle gençleri yocu edecek annelerin kulağı seste olurdu. Birbirlerine haber verilir, sesinden , işretinden yolculuun başlama saati bilinirdi.  Herkes eşeklerini sarar ve yola düşülürdü. Her eşeğin başında genellikle bir kişi olurdu. Kurtluda, Alançayırda, veya çileşlerde ekip birbirini bulur birleşilirdi. Zaten eşekler gideceğ yolu çok iyi bilirdi. Gecenin karanlığında eşekler takip edilerek yolculuk yapılırdı. Bu yolculukta tatlı sohbetler olurdu. Ara sıra ağdıran eşekler kontrol edilirdi. Bazı eşekler yüke dayanamaz ve yatardı. Onlar yükü bozulmadan kaldırılmaya çalışılırdı. Yardımlaşma ile tekrar yola koyulurdu. Köye gelince herkes evine eşeğini yıkar, eşeğini örükler ve uykuya yatardı.
   Herkes yaylada olduğundan sonköyde kimse olmazdı. Köyün bu boş haline sonköy denirdi. Yalnızca köy bekçisi köyde kalır o da sabaha adar köy sokaklarında devriye gezerdi.
   Son köyde evlerde kimse olmadığı için bazen bikaç kişi birleşir ve beraber uyurlardı.Genellikle Noriler'in evinde birikirdi gençlik. Uykudan uyanınca, yayladan getirdiğimiz azıkları yerdik. Bazen ev sahibi odun ateşinde çay yapıverirdi. O çaylara doyum olmazdı. Ufak tefek oyun ve şakalar yorgunluğu unuttururdu. Derken Çakmacukta toplanma vakti gelirdi. Çakmacukta toplanılır, geç kalanlar Safadedem pınarı başında beklenilirdi. Grup halinde birlik ve beraberlikle yaylaya hareket edilirdi. Bazen de Doymuş çayında yıkanasımız gelirdi. Kayanı dibinde yüzer oynardık. Birisinde bir hayli kalabalık vardı. Hüdai Dündar ve bir çok kişi vardı. Bazıları yaylaya misafirlik için gidiyordu herhalde. Hacıhalil abi de suya girmişti. Hacıhalil abi uzun boylu idi. Bakın bura beni yutmuyor diye habire kayanın dibine dibine gidiyordu. Herkes kendi halinde yüzerken Hacıhalil abi batıp çıkmaya başladı. Batıyor, çıkıyor ağzından fıskiye gibi su fışkırtıyordu. Hüdai abi görmüş, durmu anlamıştı. Hacıhalil boğuluyor diye bağırdı. Kulaç atarak gitti. Hacıhalil abiyi tuttu, yüzerek kenara çekti. Dışarı çıkardık. Ayaklarını havaya diktik. İçinden güğüm boşalı gibi su aktı. Biraz sersem sersem durdu. Eşeğe bindirdik, yaylanın yolunu tuttuk.
   Domuş çayı takip edilerek Kızgunnu köprüsü geçilirdi. Elvanlar altından Mankaya geçilir ve Doğanlar Yazısı'na çıkılırdı. Ateş Değirmenini geçer doğanlar Mezarlığı'ndan sonra Han'a varırdık. Han, yol üstünde bir mandıraydı. Bakkaliye malzemesi satardı. Han'dan  alışeriş yapardık. Haramidere geçilince Öküz Diynenmecine varırdık. Oradan Delihasan'ın mandıradan iner, Tokar'a varıdık. Eskiden Tokar'da iki üç su değirmeni olurdu. Tokarlıların yol kenarlarındaki bahçelerinin kenarında güze kokan güller açardı. O gülerin kokusu pek hoşumuza giderdi. Tokar'dan Bökeler yaylasına varırdık. Avlaa başından Çileşler'e sallanırdık. Çileşlerin yokuşu çıkar, Alançayır'a varırdık. Alançayır'ı geçince Atizi ve Kurtlu gelirdi. Kurtluya varınca yaylamızın köpek, koyun, keçi sesleri duyulur ve evlerinin bacalarınan çıkan dumanları görünürdü. Artık yaylamıza gelmenin sevincini yaşardık. Evlerimizde de odun çekenlere değer verilirdi. Oğlan odun çekiyor, biraz dinlensin derlerdi. Böylece yayla boyunca 30 yük civarıda odun çekerdik.

           KARTALIN OĞLAKLARA SALDIRMASI
  Yine bir gün köyden yaylaya dönüyorduk. İkindi vakti civarlarıydı.Kalabalık bir gruptuk. İçimizde büyük olarak Hakkının Ali, Havva Abla gibi kişilerde vardı.Bükeler yaylasına yeni çıkmıştık. Bükeler yaylasının Hacı Emin 'in Mandıra tarafındaki dağda Bükelerin davarları yayılıyordu. Başlarında çobanları yok, gelişigüzel şekilde dağılmışlardı. Havada süzülen siyah ve çok büyük kartallardan biri keçilere saldırdı. Bizler hayretle bakıyorduk. Kartal oğlaklardan birini sırtından pençeleriyle tuttu.Havaya kaldırdı. Beş on metre kaldırdı, oğlak ağır geldi herhalde düşürdü. Bizler bağırmaya başladık. Kartal tekrar oğlağa saldırınca anne keçi boynuzlaryla kartala karşı koydu. Epey mücadele ettiler. Bizlerin de bağrışlarıyla kartal vazgeçti. Havalandı, ve bizim üzerimizden doğru süzülerek uçtu gitti. İki kanat açıklığı 3-4 metre kadar vardı. Bu hatırayı birçoklarının hatırlaması lazım. Ben de hiç unutmam



























EHLİ SÜNNET İTİKADI ÜZERE OLMA DEVLETİ
Şöyle bir hikâye anlatılır: Bir şehir vardı, şehrin bütün sâkinleri de kördü. Filin hikâyesini işitmişlerdi. Fili görmek istiyorlardı. Onlar bu istek ve arzu içinde iken günün birinde bir kervan geldi ve o şehrin kapısına kondu. O kervanın içinde bir fil vardı. O şehrin halkı fil getirildiğini işittiler. İçlerinde en akıllı olana, gidelim fili görelim, dediler. Şehirden bir topluluk çıktı ve filin yanına geldi. Biri elini uzattı, filin kulağı geldi eline. Kalkan gibi bir şey gördü/hissetti. Bu adam filin kalkan gibi bir şey olduğuna inandı. Bir başkası elini uzattı, eline filin hortumu geldi. Direk/çomak gibi bir şey gördü/hissetti. Bu da filin direk/çomak gibi olduğuna inandı. Bir başkası elini uzattı, filin sırtı eline geldi. Taht gibi bir şey hissetti. Bu adam da filin taht gibi bir şey olduğuna inandı. Birisinin eline filin ayağı geldi. Direk gibi bir şey hissetti. Bu da filin direk gibi olduğuna inandı. Hepsi mutlu oldular ve geri dönüp şehre geldiler. Her biri kendi mahallesine gitti. Her 
bir mahallenin halkı fili görüp görmediklerini sordular. Onlar da gördük, dediler. Nasıl gördüklerini, ne şekilde olduğunu sordular. 
Birisi kendi mahallesinde filin bir çomak gibi olduğunu, başkası da kendi mahallesinde taht gibi olduğunu söyledi.Her mahalle halkı işittiklerine inandılar. Birbirleriyle karşılaştıklarında her biri başkasının aksini söylemişti. Hepsi birbirini inkâr ettiler ve kendi inancını ispat ve diğerlerininkini çürütmek için 
delil ileri sürmeye koyuldular. Kendi delilini de aklî ve naklî delil olarak 
isimlendirdiler. Birisi şöyle dedi: Anlatıldığına göre fili savaş zamanı ordunun önünde tutarlar, bu sebepten filin kalkan gibi olması lâzımdır. Bir diğeri şöyle dedi: Naklederler ki fil savaş zamanı kendini düşman askerlerinin 
üzerine atar ve böylelikle düşman askeri yenilir. O halde fil direk/çomak gibi olmalıdır. Bir başkası şöyle dedi: Nakledilir ki fil bin men ağırlığında yük taşır, ama ona bir sıkıntı gelmez. O halde fil sütun gibi olmalıdır. Bir başkası da şöyle dedi: Anlatılır ki birçok insan filin üzerine biner, o halde filin taht gibi olması gerekir. Şimdi sen kendi kendine düşün ki onlar bu delillerle medlûle, yâni file nasıl ulaşırlar? (Fil hakkında nasıl doğru bir hüküm verirler?) Bu ön bilgi olarak anlatılanlardan sonra doğru bir neticeyi nasıl elde edebilirler? Bütün akıl sâhipleri bilirler ki bu tür delilleri ne kadar ileri sürseler de filin bilinmesinden uzaklaşırlar ve medlûle, yâni file ulaşamazlar. Aralarındaki bu ihtilâf kalkmaz, belki daha da artar. Hakk’ın inâyeti erişir de aralarından birisi görmeye başlar. Fili fil gibi görür, tanır ve onlara, sizin fil hakkında konuştuğunuz, bildiğiniz şeyler doğru değildir, der. Hak Teâlâ beni görür kıldı, fili olduğu gibi gördüm. Onlar gören kimsenin sözüne inanmazlar ve şöyle derler: Senin, Allah beni görür kıldı diye söylemen, hayalden ibarettir, beynin sulanmıştır. Delilik sana sıkıntı veriyor; değilse görücü olan bizleriz. Az bir kimse dışında gören kimsenin sözünü kabul etmezler. Gerisi aynı cehâletlerinde ısrar ederler ve ondan geriye dönmezler. Aralarında gören kimsenin sözünü işiten, kabul eden ve muvafakat eden kimseyi de kâfir olarak adlandırırlar. Haber/bir konuda alınan bilgi, gözle görmek gibi değildir. Şimdi farklı mezhepleri de böyle bil. Duydun ki bu mevcudatın bir yaratanı vardır ve herkes İlâhlık zât ve sıfatlarında bir şeye inanmıştır; bunu birbirlerine anlattığında herkes birbirinin aksine itikad etmişlerdi. Herkes birbirini inkâr ettiler ve deliller ileri sürmeye başladılar. Bu konuda yazılar yazdılar; Kur’an ve sünnette kendi görüşlerine muvafık olmayanları tevil ettiler ve inançlarına göre doğruladılar. Kim insafla düşünür , taklit ve taassubu bir kenara korsa, yakin olarak bilir ki bütün bu inançlar ne aklî ne de naklî delillere göre doğrudur. Çünkü aklî ve naklî deliller tek bir itikadı gerektirir. O halde hepsinin itikadı delilsizdir.
Hepsi mukalliddir. Bir mukallidin bir başkasına yolunu kaybetmiş ve kâfir demesi nasıl uygun olur? Zira câhillikte hepsi eşittir. 
Müstakîm olan mezhep, içinde teşbîh, ta’tîl, cebr, kader, rafz ve nasbın olmadığı mezheptir. Zira kesin olarak malumdur ki bu altı mezhep Hz. Muhammed (s.a.v) zamanında olmamıştır. Ondan sonra ortaya çıkmıştır. Müstakîm olan mezheb, İslâm ehlinin ittifakıyla ehl-i sünnet ve cemâat mezhebidir. Sünnet ve cemâat’in manâsı, Rasûlullah’ın sünneti ve sahâbenin akîdesidir. Sahâbenin itikadı şudur: Allah tektir, lâyık ve uygun sıfatlarla mevsuftur. Uygun olmayan sıfatlardan münezzehtir. O’nun zâtı ve sıfatları kadîmdir; sıfatlarından hiçbiri hâdis değildir. O, hâdis olanların da mahalli değildir. Sıfatları O’nun ne aynıdır, ne de O’nun zâtının gayrıdır. Yâni ne O’dur, ne de O’ndan başkasıdır. Tıpkı on sayısındaki bir rakamı gibi. Onun için zıd, ortak, misl, şerîk, kadın, evlât, yer ve mahal, mekân söz konusu değildir. Olmasının da imkânı yoktur. Cenâb-ı Hak bir nesneden değildir, bir nesne üzerine değildir ve bir nesne içerisinde değildir ve bir şeye ile değildir, belki her şey O’ndandır, O’nunla kâimdir, O’nunla bâkîdir. O baştaki gözle görülemez, dünyâda O’nun görülmesi câiz değildir. Âhirette cennet ehli O’nu mutlaka görecektir. Kur’ân, kelâm-ı kadîmdir ve O fâil-i muhtârdır. Hayır, şer, küfür ve îmânın yaratıcısıdır. O’ndan başka yaratıcı yoktur. Kulların ve kulların fiillerinin yaratıcısıdır. Kullar kendi fiillerinin yaratıcısı değildir, ancak fâil-i muhtârdırlar. Mahlûkâtın sıfatlarından hiçbiri O’na benzemez. İnsanın “O” dediği hayal ve emsâlden hatır ve vehmine gelen şey “O” değildir. O, onun yaratıcısıdır. “O’nun benzeri hiçbir şey yoktur.” (eş-Şûrâ, 42/11) O’nun fiili illet ve ârazdan pâk ve münezzehtir. Hiçbir şey O’nun için vâcib/zorunlu değildir. O’nun peygamberler göndermesi fazlındandır. Peygamberler masumdur; peygamberler dışında kimse masum değildir. Muhammed (s.a.v) peygamberlerin sonuncusudur; insanoğlunun en mükerrem ve en bilginidir. Muhammed (s.a.v)’dan sonra Ebû Bekir gerçek halîfe ve imamdır. Hz. Ebû Bekir’den sonra gerçek halîfe ve imam Hz. Ömer’dir. Ondan sonra Hz. Osman (r.a.)’dır. İmâmet Hz. Ali ile tamamlanmıştır. Sahâbe ve ulemânın icmâsı sahabeden sonra ümmetin hüccetidir. Ulemânın ictihad ve kıyası doğrudur. Bu söylenenler hususunda Ebû Hanîfe ve Şâfiî üzerinde ittifak vardır.













 
  Bugün 24 ziyaretçi (34 klik) kişi burdaydı! Tüm Hakları saklıdır  
 
ACILAR PAYLAŞILDIKÇA AZALIR....MUTLULUKLAR DA PAYLAŞILDIKÇA ÇOĞALIR... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol