ANKARA-ÇAMLIDERE-İNCEÖZ KÖYÜ
   
  Ankara-Çamlıdere-İnceöz Köyü-Koca Harman
  13-Köyümüzden Hatıralar-2-
 

SELAMLAŞMAK...


İnsanı “düşünen varlık” diye tanımlamışlar. Güzel, fakat alternatifsiz bir tanım değil.
Çünkü insanın tek ayırıcı özelliği düşünmek değildir. Dik yürümek, alet kullanmak ve konuşmak gibi diğer özelliklerinden her biri insan tanımının merkezine alınabilir. Bu konudaki tercihi ise insanın hangi özelliğini vurgulamak istediğimiz belirleyecektir. Zihin faaliyetlerini söz konusu edeceksek tabii ki düşünme yeteneği öne çıkarılacaktır. Fakat mesela, birlikte yaşama ihtiyacını öne çıkaracaksak “düşünen varlık”tan değil, öncelikle, “konuşup anlaşan varlık”tan söz etmemiz gerekecektir.  
İnsanların farklı sosyolojik ve etnik gruplara ayrılmış olmasını Kur’an, “buluşup tanışsınlar diye” ifadesiyle açıklar. (Hucurat, 48/13.) Tanışmamış olan insanların, aynı ortamı paylaşsalar da aralarında bir mesafe, bir resmiyet olur. Çünkü birbirlerine “yabancı”dırlar. İşte selamlaşma bu mesafeyi aşabilmenin en yaygın yöntemidir. Tanışma selamla başlar. Bir kimse ile karşılaştığımızda, birinin yanına girdiğimizde ya da birinden uzaklaştığımızda o kimseye selam veririz. Bu bir nezaket, iyi niyet ve iyi temenni ifadesidir. Karşıdaki de bu güzel yaklaşıma benzer duygularla karşılık verir.
Her toplum ve kültürün kendine has selamlaşma yöntemleri vardır. Fakat İslam, selam olgusuna kendi damgasını vurmuş, getirdiği tevhit ilkesinin sosyolojik anlamda da vücut bulmasına katkıda bulunacak özel bir rol belirlemiştir. Bunu yaparken de Kur’an’ın ilk muhatabı olan müşrik Arapların kullanageldikleri selamlama ifadesi olan “Hayyakellah”ı “Selamün aleyküm” ile değiştirmiştir. “Selam” ve “İslam” kelimeleri aynı kökten; “barış”, “esenlik” ve “güvenlik” anlamlarındaki “silm” kökünden geliyor. İslam, taşıdığı isim ile varlık sebebi olan barış olgusunu insan-insan, insan-evren ve insan-Allah arası ilişkileri alanında temsil ederken, selamlaşma cümlesi üzerinden de günlük hayata ve kişisel ilişkilere kadar indirir. 
“Hayyakellah”ın; "Allah ömrünü uzun etsin” gibi bir anlamı var. İslami selam ise “Güvenlik ve esenlik sana!” anlamına geliyor. Selam verilen kimse aynı cümleyi vurgulu bir söyleyişle “Ve aleyküm selam” (Sana da esenlik ve güvenlik!) şeklinde tekrarlayarak bu selama karşılık verir. 
“Hayyakellah” ifadesinde Allah’ın adı yer almakta, yeni selamlama cümlesinde ise bu isim yok. Son derece sade ve sıradan bir cümle gibi görünüyor. O hâlde eski selamlama şekli niçin değiştirilmiş olabilir? 
Belirtmek gerekir ki “Hayyakellah” ifadesindeki “Allah”, arka planı ile müşriğin tasavvurundaki şirke bulaştırılmış Allah inancına atıfta bulunuyor. Bu selam cümlesinin kullanılmaya devam etmesi, bilinçaltına yerleşmiş olan bu yanlış Allah tasavvurunun sürüp gitmesine katkıda bulunmuş olacaktı. Oysa ima ve işaret yolu ile de olsa İslam’ın, şirke kapı aralayan hiçbir söz ve eyleme onay vermesi söz konusu olamazdı. Öte yandan, “Allah ömrünü uzun etsin” temennisi dünya hayatı ağırlıklı bir anlama sahiptir. Buna karşılık “Selamün aleyküm” şeklinde selam veren kimse karşısındakine dünya ve ahiret ayırımı yapmadan her türlü güvenlik ve esenlik temennisinde bulunmuş olur. Görüldüğü üzere “Selamün aleyküm” gerçekte bir dua cümlesidir. Zira güvenlik ve esenliğin nihai kaynağı Allah olduğu için sonuçta, “Allah’ın koruması ve himayesi seninle olsun” denilmiş olur. Bu da Allah’ın el-Hâfız ve el-Hafîz sıfatlarının o kimse hakkında olguya dönüşmesini dilemektir. 
Demek ki selamlaşmak sadece bir görgü kuralı değil, aynı zamanda özgün lafzı ve mesajı ile dinin ayırıcı özelliklerinden biridir. Efendimiz’e, “İslam’ın hangi özelliği daha hayırlıdır?” diye sorulunca zikrettiği iki şeyden biri “selam vermek” olmuştur. (Buhari, İman, 20.) Bu sebeple Müslümanların selamlaşmada Kur’an ve sünnetin öğrettiği orijinal formülü yani “Selamün aleyküm” ve buna karşılık olarak “Aleyküm selam” cümlelerini kullanması önem arz eder. Şüphesiz, başka sözlerle verilecek selama bunlara uygun ifadelerle karşılık verilebilir. Ancak bu tür pratikler İslam’ın öğrettiği selama alternatif olarak düşünülmemelidir. Zira bu selamın hem söz hem de anlam olarak taşıdığı vurguların başka dil ve ifadelerle aynen yansıtılması çok zordur. Diğer taraftan “Selamün aleyküm” Müslümanlar arası bir sözlü kimlik belgesi niteliği taşımaktadır. Bu kimlik sayesinde Müslümanın dinî aidiyet duygusu pekişir. Bu yönü ile İslam’ın evrensel özelliğinin pratik göstergelerinden biridir selam. 
Selam vermek dinî bir zorunluluk olmamakla birlikte Hz. Peygamber (s.a.s.)’in sürekli uyguladığı ve ısrarla tavsiye ettiği kuvvetli bir sünnettir. Buna karşılık verilen selamı almak dinî bir gerekliliktir. Çünkü karşınızdaki kişi hiçbir beklenti içinde olmadan, bütün içtenliği ile sizin için güzel bir dilekte bulunmuştur. Müslümanın asil kişiliği böyle bir tutum karşısında duygusuz ve tepkisiz kalmaya izin vermez; bu duygu ve temenniyi aynısıyla hatta daha da güçlü bir şekilde selam verene yansıtır. Bu konudaki itici gücün kaynağı ise şu ilahî mesajdır: “Size bir selam verildiği zaman, bu selamdan daha güzeliyle karşılık verin veya verilen selamı aynen iade edin…” (Nisa, 4/86.) Hz. Peygamber’in verdiği açıklayıcı bilgi bize ayetin; “Selamün aleyküm” diyene ya “aleyküm selam” diye karşılık vermemizi, ya da buna “ve rahmetullah” ifadesini ekleyerek “Sana da güvenlik ve esenlik, sana da Allah’ın rahmeti…” şeklinde karşılık vermemizi istiyor. (Beyhaki, Şuabu’l-İman; Reddü’s-Selam, hadis no. 8801.) 
Peygamber Efendimiz, Kur’an-ı Kerim’in bu mesajının iyice algılanıp uygulanmasına büyük önem atfetmiştir. Selamlaşmayı teşvik eden pek çok hadis bu gerçeği ortaya koymaktadır. Fakat başka hiçbir hadis bulunmasaydı bile tek başına şu hadis bu konuda yeterli olurdu: “Canım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki; iman etmeden cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmeden de iman etmiş olmazsınız.  Size, yaptığınız takdirde birbirinizi seveceğiniz bir işi göstereyim mi? Selamı aranızda yaygınlaştırınız.” (Müslim, İman, 17.) 
Hadis bize şunu söylüyor: Selamı aranızda yaygın hâle getirirseniz, birbirinizi seversiniz; birbirinizi sevince gerçek imanın tadını alırsınız. Böyle bir iman, sizi cennete ulaştıracak iyi davranışlar konusunda başarılı kılacak olan enerjiyi sağlayacaktır. Çünkü selamlaşma sürecinde karşılıklı olarak sergilenen bu içten tutum iki yürek arasında bütün arka plan endişelerinden uzak, sıcak ve özel bir alan oluşturur. Bu alan müminler arası ruh bütünlüğüne zemin oluşturması bakımından önemlidir. Böyle bir ortamda bencilce ve kısır çekişmeler en aza indirilip asıl hedef olan kulluk bilinci güçlendirilebilir. Bu hakikatin pratik bir göstergesi olarak, selam vermek iman etmiş olmanın göstergesi olarak kabul edilmiştir. 
Bazı sahabiler, daha önce İslam düşmanı olduğunu bildikleri bir kimse ile karşılaşmışlardı. Şahıs kendilerine selam verince, “mümin görünüp ölümden kurtulmak istiyor” düşüncesi ile adamı öldürüp mallarına el koymuşlardı. Kur’an-ı Kerim, bu gibi durumlarda araştırma yapmadan karar verilmemesi uyarısından sonra hükmü koyuyor: “Size selam veren kimseye, dünya hayatının menfaatini gözeterek, ‘Sen mümin değilsin’ demeyin.” (Nisa, 4/94.) Kaldı ki, Müslüman olmasa bile bir kimseyle savaşmanın ve onu öldürmenin caiz olması için; bu kimsenin saldırgan olması, dininiz sebebi ile size düşmanca tutum içinde olması gibi birtakım özel şartları vardır.
Bireyselleşen hayatımız, bir şekilde bizi kendi içimize kilitlemiş gibi görünüyor. “Kendi kendimize yetme ve tek başımıza başarma” yolunda şeklen olmasa bile iç dünyamızda önemli ölçüde yalnız yaşadığımız bir hayatımız var. Bir tür selamlaşma korkaklığı ile malulüz. Asansörlerdeki o ürkütücü suskunluk nedir? Oysa tebessümün eşlik edeceği bir selam o kasvetli havayı yumuşatmak için yetip de artıyor bile. Yine, yolda yürürken karşılaştığımız birine selam vermek cesaretimiz yok gibi. Ya karşılık vermezse?  Bunun için selam vermeyi âdeta “tanıdıklar arası bir söz alışverişi” gibi algılar olduk. “Tanıdığın ve tanımadığın kimselere selam ver.” (Buhari, İstizan, 8.) şeklinde nebevi öğretiye çok aşina olduğumuzu söyleyebilir miyiz? Elbette bu sünnetin günümüz şartları içinde özellikle herkese açık büyük mekânlarda birebir uygulanması söz konusu değil. Ancak günlük hayatımızda buna fırsat bulabileceğimiz pek çok ortam oluşabilir. Önemli olan, selamın taşıdığı mesajı her fırsatta başkalarına taşıma bilincinin diri tutulmasıdır. Nitekim Efendimiz, selam vermek için fırsat kollamayı, âdeta bahane üretmeyi öğütlemiştir. O şöyle buyurur: “Biriniz din kardeşiyle karşılaştığı zaman ona selam versin. Eğer aralarına bir ağaç, duvar veya büyükçe bir taş girer sonra da onunla karşılaşırsa ona yine selam versin.” (Ebu Davud, Edeb, 147.)
Ebu Hüreyre’nin bildirdiğine göre sahabiler bu tavsiyeyi aynen uygulamışlar, birlikte yürürlerken karşılarına çıkan bir ağaç, bir duvar ya da başka bir engel sebebi ile ikiye ayrıldıktan sonra buluşunca selamlaşırlardı. (Buhari, el-Edebü’l-Müfred, [Daru’l-Beşairi’l-İslamiyye, İkinci Baskı, Beyrut, 1409/1989] Selam ve Musafaha, 25) Abdullah b. Ömer (r.a.)'in sırf insanlara selam vermek için çarşıya çıkması (Malik b. Enes, Muvatta, el-Cami’, 63.) da aynı nebevi teşvikin yansımasıdır. 
Selamlaşmak insanlar arasında yakınlaşma sağladığı gibi Allah ile kul arasında da yakınlaşma sağlar. Bu bakımdan önce kimin selam verdiği gibi detaylar bile önem arz eder. Nitekim “İnsanların Allah katında en makbulü ve O’na en yakın olanı, önce selam verendir.” (Ebu Davud, Edeb, 133.) 
Selamlaşarak içimizde var olan, ruhların birbirine yakınlaşması ihtiyacına cevap veriyoruz. Ruhunu kavrayacağımız selam bizi, içinde yalnızlıktan kurtulacağımız ülfet yurduna yerleştirecektir. O yurtta kendi adımıza güvenlik garantisi verdiğimiz kardeşlerimiz bize daha güçlü bir karşılık verme yarışında olacaklardır.


Bütün Dünyada Din Hizmetlerimiz (Kuzey Afrika) ile Inceozlu  Muhtarım afiyet olsun....



Bünyamin ve H.İbrahim Doğanay, Nuri Koçak arkada



































Köyümüzde yıllarca İamamlık yapmış Rahmetli Bünyamin Hoca...















Köyümüzde iki Körağa sülalesi var. Toprk zengini Çoskunlar sülalesi körağalar..Davar zengini  Hacıgiller (Körağalar)..Yukarıda çoşkunların dedesi rahmetli"" Körağaların Musa"".......

DUYDUN MU?
Gurbet çok zor imiş, tatmayan bilmez,
Memleketin, köyün aklından gitmez,
Doğanları, göçenleri bilmek zor olur,
Vakit saat gelip ömür bitiyor.
 Günler gelip geçiyor, ömür bitiyor,
Yataklarda yatıp çile çekiyor,
Kara haber uzaklara kadar geliyor,
Topal Mehmet ölmüş rahmetler olsun.
 Kimimiz gurbette pek tanımayız,
Geçim derdinden olacak pek göremeyiz
Bazı hadisatta haber sorarız,
Ozmuşlu’nun Mehmet’e rahmetler olsun.
 Kader öyle imiş çok çile çekti,
Önce ciğer pare Kamile’sini kaybetti,
Ardından Melahat’ı Aziz ‘i gitti,
Hatıp Eminesi’ne rahmetler olsun.
 Yıllarca manavlık ile hep hizmet etti,
Köylülerini her zaman hep buyur etti,
Kimine çay kimine yemek ikram etti,
Manav Seyitali’ ye rahmetler osun.
 Herkes dünyada imtihan olur,
Geçim derdinden dolaşıp durur,
Bazen Ankara’da ve köyde olur,
Aliağa’ nın Hacıkemal’ a rahmetler olsun.
Bazen baba işinde, bazen ellerde,
Bazen Beypazarında bazen köylerde,
Acı haber dyulmuyor gurbt ellerde,
Bekir Ustanın Durmuş’a rahmetler olsun.
 Koca Osman dediler, Çambaş dediler,
Hayır işlerine hep koş dediler,
Çimşirlerin dedesi
Çambaş Osmanı’na rahmetler olsun.
 Yaylada köyde hep çalışır idi,
Davar ve sığırlar ile günleri geçti,
Tarlaları ekip, fiyleri biçti,
Azime ebeye rahmetler olsun..
 Ölüm yaşlı ve genç demiyor,
Vakti saati gelenler gelip geçiyor,
Azrail herkese kefen biçiyor,
Genç giden Mehmet Acar’a rahmetler olsun.
 İmtihan dünyası nasıl bilinmez,
Ecel gelmeden kimse ölemez,
Asiye Ebesiz yayla ve köy olmaz,
O da rahmetli oldu, rahmetler olsun..
        H.İbrahim Koçak -Alanya


         DURMUŞ (OKKA) ENİŞTENİN ARILARI
  Küt Hüseyin Rametlinin oğlu Durmuş Çimşir, çok çlışkan ve müteşebbis ruhlu birisi.Her işe girdi çıktı.Pazrcılık, toplu taşımacılık, emlakçılık...Durmuş enişte 1960 lı senelerin başında,Saime Kadın semtinde ikamet etmekte ve arıcılık yapmaktadır.Şehir yerinde iki kovan arısı vardır. Bunları evinin kömürlüğüne koymuştur.Arılar oradan çıkıp bal toplamaktadır. Eniştenin evi iki dairedir. Bir dairesi de Şıh Mahmut'lara kiradadır. Onlarla aynı zamanda komşudurlar. Bir cümle kapısından girip çıkmaktadırlar.
  Eniştenin gençlik yıllarıdır.İşten gelir gelmez çok zevk duyduğu arıları ile ilgilenmektedir.Yine bir gün işten gelmiştir. Eşi yemek hazırlarken o da arıların şerbetini verecektir. Şerbet hazırdır. Enişte şerbeti alır. Kömürlüğün yolunu tutar. Arılara şerbet vermeye başlar. Fakat bir hata yapmış olacak ki, arıların gazabına uğrar.Üzerine sıvanan arıların sokması ve korkusu ile eve kaçmak ister. "Hatıp kızı, ben boğuluyorum!! diye acı acı bağırarak eve koşar.Bunu gören kiracısı hemen kapıyı örter ve enişteyi eve almaz.Arının kendilerini de sokacağından korkar. Eve giremeyen enişte dağlara doğru koşmaya başlar. Bir taraftan koşar, bir taraftan da elbiselerii çıkarır. Üzerindeki arıları çırpmaya başlar. Vakit akşam sonrasıdır.Hava kararmaktadır. Enişte arılardan tam kurtulmasa da çoğundan kurtulmuştur. Döner, koşarak eve gelir.Halen etrafında arılar uçmaktadır.Eve girince, arılar enişteyi bırakır ve ışığın etrafında dönmeye başlar. Enişte büyük bir kaza atlatmıştır. Ölümden dönmüştür. Kendisine hayati tehlike arzeden bu arıları, kaynı Arıcı Hüseyin Hoca'ya vermiştir.

      
ŞIH MAHMUT'UN GENÇLİK PARKI GÖLÜNE DÜŞMESİ
  Şıh Mahmut dayı, Osman Hoca'nın oğludur. GökDurmuş'un babası Hüseyin ve dişçi Mustafa Bey'in babası Bünyamin Hoca ve Halil İbrahim Doğanay enişte  ile kardeştir. Hüseyin ile Mahmut Orman Çiftliğinden emeklidir. H.İbrahim enişte şeker fabrikasından emeklidir. Bünyamin Hoca ise, din adamıdır.
  Şıh Mahmut dayı ve yiğeni Hacı Osman Gençlik Parkında gezerlermiş. Gençlik parkında büyük bir havuz vardı. İçinde fıskiyeler ve kayıklar falan vardı. Gezerken nasıl olduysa Şıh Mahmut dayı havuza düşmüş. Düşünce de her tarafı ıslanmış.Hemen çıkarmışlar ama kuru yeri kalmamış. Şıh Mahmut dayıyı eve getirmişler. Elbiselerini değiştirmişler. Eve giderken Hacı Osman dayı bir gazete almışmış. Otururken onu okurmuş. Mahmut dayı okuma yazma bilmezmiş.Bir ara Hacı Osman dayı;
  -Abıca bak senin havuza düştüğün yazıyor demiş. Mahmut dayı buna inanmış. Şaşırarak;
  -Üre Hacı Osman, nezaman duydularkı, nası gördülerki, vay anasına bee.. Biz de gasdiye çıkduk bee demiş. Oradakiler gülmüşler. Vaziyeti idare etmişler.
 
 
  Bugün 10 ziyaretçi (16 klik) kişi burdaydı! Tüm Hakları saklıdır  
 
ACILAR PAYLAŞILDIKÇA AZALIR....MUTLULUKLAR DA PAYLAŞILDIKÇA ÇOĞALIR... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol