ANKARA-ÇAMLIDERE-İNCEÖZ KÖYÜ
   
  Ankara-Çamlıdere-İnceöz Köyü-Koca Harman
  43-DÜNYADA ŞERİATLA YÖNETİLEN ÜLKE YOK
 
YAHUDİ HAHAMI HUMEYNİ NASIL İMAM TAKLİDİ YAPTI? ŞİA YAHUDİ İCADIDIR.. KENAN EVREN İN KURBAN VEKALETİ



 İMECE ZAMANIMIZDA HAYIR ÇARŞISI..OSMANLININ YARDIMLAŞMASI..

Eski bir harman yerinde, yabani armut ağacının gölgesine oturup o bereketli yıllarımı yad ediyorum. Madde ve manamın alın teri ile yaşandığı ve yaşatıldığı günlerdi. Kuzey yarım kürede yaz, güney yarım kürede kış mevsimiydi. 36-42 kuzey enlemleri arasındaydım. Hasat başlamıştı. Ekinler, biçildikten sonra develerle harman yerine getirilirdi. Deste deste dizilirdi. Sap samandan, tane kılçıktan ayrılırdı. Muhtemelen ailenin en ihtiyarı ve tecrübelisi şunları söylemişti:

‘Her insan yedi göbek nesebini bilmesi lazım. Bunu, nesep ile övünmek için değil de nereden geldiğini nereye gittiğini bilmesi için icap eder. Bilirsiniz ki evlilikte de nesebi temiz bir aile olmasına ihtimam gösterilir… ‘ Sadede gelirsek dört nesil evvel çok canlı hareketli bir kelime imişim. Darda – zorda kalanlara hep ben yetişirmişim. imece demişler adıma. Hikayem tarım toplumunda saklı.

Sosyolog ve toplum mühendislerinin insanlık tarihini tarım toplumu, sanayi toplumu ve teknoloji toplumu diye tasnif etmediği yıllardı, o zamanlar. Ve de tarımla uğraşan nüfusun azaltılmasının sanayiyi geliştireceği muamması, daha söylenmemişti.

Böyle süslü akademik bilgilere boğmak istemem sizi. Size, gün görmüş, saçına ak düşmüş, yüzünde nur belirmiş dört nesil evvel ihtiyarın, harman zamanını anlatmaya devam edeyim. Yaz güneşinin altında, alınteriyle meydana gelen bir emekten, beraberlikten dem vurayım. O zamanlarda, tan yeri ağarmadan, gecenin serinliğinde ayazlamış su ile yüzünü yıkayarak, abdest alarak güne başlanır, akşam güneşi üzerine batmadan tertemiz yüzlerinde alınteriyle dönülürdü evlere.

Daha akşamdan haber verilirdi. “Yarın Mehmet, Hasan, Ali, Bekir… imecesi var.” diye. imece demek, onların dilinde birlikte yapılacak ve beraberce bitirilecek iş demekti. Seher vaktinin bereketiyle girilirdi tarlalara. Erkekler, oraklar ile kadınları ise hasada yardım edenlere yemek yaparak koşardı tarlalara. Tarlaya ilk önce gelen geçerdi en öne. Elci denirdi ona. imeceye gelenleri o yönlendirirdi. En geç gelene de kuyruk derlerdi. Akşama kadar ne zaman yemek yenilecek, ne zaman mola verilecek hepsine elci karar verirdi. Elci’yi geçmek isteyenler olsa da bu gençler arasında bir yarışa dönüşürdü. Elci, ihtiyar biri ise hürmeten o akşama kadar elciliğe devam ederdi. Zaten her aile reisi kendinden sonra elci olabilecek bir evlat yetiştirmeye gayret ederdi. Bir nevi tasavvuftaki el verme, hasatta usta-çırak şeklini almıştı.

işte o günler böyle günlerdi. Anlat anlat bitmez. Birlik beraberlik, yeni neslin dayanışma, yardımlaşma dedikleri şeydi bu. Yani, imeceydi. Güzel bir manam vardı; lakin nereden geliyordum. Kimileri Türk lehçelerinde ‘üme’ yardım etmekten ‘ümeci’ diye getirmişler. En isabetli tahmin, benim de tasvip ettiğim menşeimi izah edeyim: Arapça ‘âmme’ halk, kamu manasından ‘âmmece’, oradan da imece şeklinde hayat bulmuşum. Umumun yardımıyla ve el birliğiyle görülen işe ıtlak olunmuşum. ‘Emece’ ve ‘mecî’ şeklime kitaplarda rastlayabilirsiniz.

‘Nerde o eski imeceler, imece mi kaldı şimdi?’ diye hayıflandığınızı duyar gibiyim. Siz de haklısınız. Sanayi toplumuna geçtiğimiz fikri ya da tarımda makineleşme ile biçerdöverlerin meydanlara çıkmış olması beni ürkütmüyor. Kendimi tükenmiş, tedavülden kalkmış gibi
hissetmiyorum.

Sizi kermes ile tanıştırayım. Eskilerin imece dedikleri bugün kermes kelimesi ile icra ediliyor. Kermes Flemenkçe’de; pazar, panayır yeri manasında olsa da Anadolu coğrafyasında çok güzel bir manaya bürünmüş. ‘Hayır çarşısı’ ismi ile lisanımıza ne güzel yakışmış. Bunu neye isnat ederek söylüyorsun derseniz ‘Din, üzerine konduğu çiçeğin rengini alan ve kendine yabancılaşan bir Hint kelebeği değildir.’ sözünü söylerim. Din, Kutuplarda Eskimo evlerine de girse Afrika sahralarında da olsa Ekvatorda balta girmemiş ormanlara da ulaşsa kendisini muhafaza eder. Tabi bazı toplum mühendisleri kermesin dinle alakasını kurup bunun tüketimi artırma vasıtası gibi gösterme garabetlerini yazmaktan ar duymamışlar.

Halbuki bilmeliler ki, köylerdeki imece usulu şehirlerde yerini hayır çarşısına bırakmış, iş birlikteliği gönül birlikteliğine dönüşmüş. Bunu görmezden gelmek akıl kârı değildir. Bu sıcakta böyle şeyler düşünmek yoruyor beni. Hem de onca beraber yapılacak iş varken.

Toplum mühendislerinin unuttuğu bir tasnifi söyleyeyim. Onlara göre tarım toplumu toz toprak oldu, sanayi toplumu makineleşti, teknoloji toplumu gününü gün ediyor, paraya para demiyor. Lakin gönül toplumu diye bir topluluk var ki her şeyi imece usulu yaptıklarından ne dünyaya külfetleri var ne de başkasına yük oluyorlar.

Her ne kadar bütün bunları harmandaki armut ağacının gölgesinde düşündüysem de dört nesil evvelki ihtiyarın bir şeyler söylemek istediğini duyar gibiyim.

“insanoğlunun yer çekimini bulması için kafasına elma düşmesi iktifa ederken, gönüllerin birbirini çekmesi için gönle rahmet pınarı düşmesi gerekmez mi?”

Bu sıcakta benim de başıma armut düşebilir. Hemen toparlanıp gideyim yeni manamın hayat bulduğu bir ‘hayır çarşısı’nda, soğuk bir şeyler içeyim, ferahlayayım.




"DÜNYADA ŞERİAT İLE YÖNETİLEN HİÇ BİR ÜLKE VE BÖLGE YOK…”
1- Suudi Arabistan Şeriat ile yönetilen bir ülke değil. Suudi Arabistan, 1945 yılına kadar Suudi İngiltere idi. Yani ilan edilmemiş İngiliz sömürgesi idi. Suudi ailesine bir devlet kuranlar ve Osmanlı'nın topraklarını onlara kurdukları krallığa verenler İngilizlerdi. Suudi Arabistan, 1945'ten sonra da Suudi Amerika oldu. Yani Siyonistler tarafından, aslında istemeye istemeye, mecbur kalınarak dünyanın yeni süper gücü yapılan ve ilk 10-15 sene aslında tam bir süper güç de olmayan ABD'nin ilan edilmemiş sömürgelerinden biri oldu. (Siyonistler, Hitler onlara itaate devam etse idi Almanya'yı tek süper güç yapacaklardı.) Günümüzde Suudi Amerika daha çok ABD kontrolünde olmasına rağmen Suudi ailesi üzerinde İngiltere'nin ve İngiliz istihbaratının da ciddi nüfuzu-etkisi var. Daha önce de anlattığımız gibi aslında Suudi petrolleri bile tam anlamı ile Suudilerin değil ve esasında Siyonist Yahudilerin.
2- Dünyada şeriat ile yönetilen hiçbir ülke ve bölge yok. İran da bir şeriat devleti değil. İran yakın tarihine bakılınca da sürekli olarak Rusya ile İngiltere'nin ve 1945'ten sonra Rusya ile ABD'nin üzerinde nüfuz mücadelesi verdiği bir ülkedir. İran'da şahın devrilip Humeyni taraftarlarının başarılı olduğu devrim ve sonrasında uygulamaya sokulan sözde İslami idare, tamamen CIA'nın projesidir. Bu gün Humeyni'nin ve yakın etrafının CIA casusları olduğu kesin-somut deliller ile ispat edilebilmektedir. Ayrıca Humeyni'nin, açıkladığı inançlarına göre Müslüman kabul edilemeyeceğine hem Sünni hem de Şii ulema fetva vermiştir. İran'da an itibari ile iktidarda olan siyasetçilerin hemen hemen tamamı batı ülkelerinde eğitim görmüş ve CIA ile MI6'nın tezgahından geçmiş isimlerdir. İran'ın halkı da, idarecileri de aslında sadece şeklen müslümandır. Malumunuz, İran devrin süper güçlerinden biri iken Hz. Ömer'in hilafeti zamanında, bir avuç sahabe tarafından mağlup edilip hezimete uğratılmış, ondan sonra istemeye istemeye İslam'a girmiş ve sapıtması da çok uzun süre almamıştır. İran son dönemde dünya Komünizm rüzgarına en fazla kapılmış, en fazla komünist yetiştirmiş ve halen çok sayıda Komünist, ateşperest ve putperest vatandaşları olan bir ülkedir.
3- Bir şeyin İslam hukukuna göre doğru şey olup olmadığı, İran ya da Suudi Amerika'nın bu konuda ne karar aldığı ile ölçülmez. Kaynaklara bakılır ki bu kaynaklar başta Kur'an, sonra sünnet ve sonra icma ile kıyastır.
Bu kaynaklara bakıldığında, İslam tarihi boyunca da bu şekilde bir uygulama olduğu üzere, müslümanlar kadınlarını idareci yapmazlar. Kadınların idareci olamayacağı şer'i kaynaklar ile sabit olan bir husustur. Ayette "Erkekler kadınlar üzerine hakimdirler" ve hadiste "Kadının idaresi altındaki milletler yüz üstü sürünsünler" buyurulmuştur. Daha başkaca da şer'i deliller vardır.
Bir kadın, zekada, hafıza kuvvetinde, ilim tahsilinde, hikmette, fen ilimlerinde ve daha pek çok şeyde erkekten hatta toplamda yüz milyonlarca erkekten üstün olabilir ama bu kadın bile idareci olamaz. Çünkü kadının yaratılışı,mizacı, ruhi yapısı ve cemiyetin-toplumun nizamı, kadının idareci olmasına izin vermeyecek yapıdadır. Kadınlar kararda zayıftır. Karar alırlar ama bu kararda dirayet gösterip sabırla yol alamazlar. Kararları çoğunlukla hissi alırlar. Merhamet, sevgi hatta aşk duygularına mağlupturlar. Kadınlardan dahi çıkmaz. Kadınlardan hiç peygamber olmadı. Kadınlardan veliler oldu, ama bunların sayısı erkek velilere kıyasla çok çok az oldu. Çünkü her şeyi yoktan var eden ve varlıkta tutan Allah böyle taktir etti. Bu durum kadına karşı bir hakaret ve aşağılama da değildir. Olması gereken, söylenmesi gereken şeydir.
Çünkü kadının beyni erkek beynine göre küçüktür. Kadının damarları dardır. Kadının kanı erkeğe göre farklıdır. Kadının kalbi erkekten küçüktür. Kadının organik yapısı, hissi yapısı, ruhi yapısı erkeğe kıyasla çok farklıdır. Kadın fiziki, ruhi ve akli sahada erkeklerle aynı değildir. Bu da erkeklerin, devletlerin aksi yöndeki bütün çabalarınaa rağmen kadınlar üzerine hakim olmasının sebeplerindendir. Bu gün bir ilköğretim okulunda bile erkek öğrencilerin kızlara daha hakim hareketler sergilediği görülebilecektir. Üstelik bu dönemde kızlar erkeklerden önce ergen, akil ve baliğ oldukları halde. Size pek anlatmazlar ama Fransa parlamentosunda erkeklerin birden çok kadını nikahları altına alabilmesi ve ABD'de de kız çocukları ile erkek çocukları için ayrı sınıflar oluşturulup kız çocuklarına daha düşük seviyede matematik, fizik, kimya dersleri okutulması tartışılmıştır. Bütün bunlara mecbur oldukları görülmüş, milletlere yutturdukları demokrasi masalını kendilerinin yıkmış olacağı ve islami esaslara yaklaşacakları görülüp, kanunlaştırmaktan vazgeçmişlerdir.
4- Yer yüzünün tek doğru, tek kutsal yönetim şekli demokrasi değildir. Demokrasi bir oyundur. Bir aldatmacadır. Demokrasi üç asır önce bile yoktu dünya üzerinde. Buna rağmen Endülüs İslam devletinde, Osmanlı İslam devletinde, Selçuklu İslam devletinde, bu günkü demokratların ya da cumhuriyetçilerin hayal kabul edecekleri mükemmel toplumlar oluşturulabilmişti. Demokrasi yoktu ve milletimiz dünyanın yedi iklimine güzel ahlak, ilim, irfan, teknoloji, huzur, adalet götürüyordu. Demokrasi var yaklaşık son iki asırdır ama ne kadar adaletsiz, huzursuz, sevgisiz, güvenin olmadığı ve endişe dolu bir toplum hayatı olduğuna bir bakın.
Bilen bilmeyen herkesin oy kullanabilmesi demokrasi olabilir ama medeniyet olamaz. Devletin yönetimi, toplumun yönetimi, bilmeyenlerin bile seçip seçilebildiği bir yönetim anlayışına terk edilemez. Edilirse, günümüzdeki rezil manzara meydanda gelir. Medeni bir insan, bilmediği bir konuda görüş belirtmez, nerede kaldı ki oy kullansın? Demokratik sistemlerde vatandaşlar kendi adaylarını seçemezler. Parti başkanları adayları seçer, vatandaşlar bu dayatılan adayları seçerler. Demokratik sistemlerin meclislerinden sağlıklı kararlar da çıkmaz. Yer yer çok doğru kararlar çıksa bile bu karar çok gecikmeli çıkmış olur.
Çoğunluk her zaman haklı olmaz. Olsa idi Nuh tufanında dışarıdaki milyonlarca kişi değil, gemideki bir kaç kişi boğulurdu. Demokrasinin Siyonist Yahudilerin uydurduğu ve İngiltere devleti üzerinden dünyaya dayattıkları saçma ve cahilce bir sistem olduğunu kesin deliller ile ispat etmek mümkündür ve hiç de zor değildir. Siyonistin bunu yaparken amacı da toplumları iyiliği değil, tam aksine kaos içine düşüp zayıf bırakılmalarıdır. Çünkü Siyonistin hedefi, bir avuç nüfusuna rağmen dünyaya hakim tek bir dünya devleti kurmaktır.

5- Hiç kimse fikir ve vicdanında zorlanamaz. Herkes anti demokrat, cumhuriyet karşıtı, laiklik karşıtı olabilir. Çoğunluğu sağlayıp kendi kafasına göre bir idari sistem kurabilir. Çoğunluğu sağlayanlar şeriat idaresi bile tesis edebilir. Böyle düşünmek, böyle inanmak suç değildir. Hatta bu inancı için meşru sınırlar dahilinde mücadele etmek hatta örgülü mücadele etmek de suç değildir. Hiç kimse medeni ve çağdaş bir insan ve toplum olmak için demokrat, laik ve cumhuriyetçi olmak ve mevcut rejimi beğenip tasvip etmek zorunda değildir. Rejimler değişir, önemli olan devletin baki kalmasıdır.

YURTLARIMIZ ANA SINIFI ÖĞRENCİLERİNİN GÜZELLİĞİ..



Nuh AS ın gemisine binenler kurtuldu.....























Bu değerler hep güzel dimizin emirleridir. İdareyi ele geçirip bu milleti inim inim inleten yahudi ve masonlar korkusuna din denemiyor da değer deniyor.






ÇOCUKLARINIZI ŞEYTAN MI EĞİTİYOR? TAKİP EDİYOR MUSUNUZ?
Çocuklarınızı şeytan mı eğitiyor? Takip ediyor musunuz?
1980 öncesine gidiyorum. Ortaokul öğrencisiyim. Babam bizim evimize de televizyon aldı. Sadece TRT var ve yayınlar siyah beyaz. Günün birinde Charlie Chaplin’i keşfettik. Filmin başından sonuna katıla katıla kahkaha atarak izledik dört kardeş. Bir hafta sonu yine Charlie Chaplin filmi vardı ve saatinin gelmesini dakika dakika sabırla çekiyorken babam, -Hadi herkes doğruca tarlaya! dedi. –Ama baba.. –Baba ne olursun filmi izleyelim. –Baba gidelim ama gelip filmi izleyelim… Yalvardık. Rahmetli babam kesin kararlıydı ve ısrarımız üzerine sesini yükselterek bizi tarlaya gönderdi. Mısır tarlasında çalışırken ağlıyordum. O filmi izleyemediğim için ağlıyordum. 
Kalbimde bir yara olarak kaldı bu olay. Yıllar geçti ve ben baba oldum. Oğlum ve kızım komşulardan görünce benden de çizgi film kanalına abone olmamızı istediler. Gözyaşlarımı hatırladım ve isteklerini ikiletmeden kablo tv’ye ve özellikle o çizgi film kanalı, jetix miydi o zaman, emin değilim, ona abone olduk. 

Aradan birkaç ay geçti. O beni kapıya heyecanla koşup sevinçle karşılayan çocuklarımı arıyorum. Koridorda omuzlarıma alırdım, güreşirdik, konuşurduk, beraber işler yapardık. İlgileri, zekaları gelişsin diye tamir, düzenleme vb. işlerimde işin bir ucundan onlara tuttururdum. Fakat kayboldular. Neler oluyor? İzliyorum. Tuhaf davranışlar gelişmeye başladı. Öf püf ediyorlar. Bizden büyüklermiş gibi hükmedici konuşuyorlar. Eleştirebiliyorlar. Bir tuhaf bencilleşme, bir acayip kibirlenme… Bir pis maddeleşme, tatminsizlik… Yemeği beğenmeme, istekleri olmayınca seslerini yükseltme, debelenme… Birbirlerini öldürmece, satırla doğrayıp kazana koyup pişirip yemece oynuyorlar. Bunları çektikleri videodan öğreniyorum. Bunlar daha 6-10 yaşlarında…
Dehşete kapıldım. Bunlar çocuk. Bunlar benim sevgili evlatlarım. Ben terörist mi, cehennem odunu mu yetiştiriyorum. Ben hain yetiştireceksem keşke doğmasalardı. Aman Allah’ım. Korkunç bir şeyler oluyor. Adeta elim ayağım titremeye başladı. Ne yapacağımı şaşırdım. Laf söylüyorum anlamıyorlar. 

Çocukları izlemeye karar verdim. Bir hayalet gibi takip ettim. Ne gördüm… Günlerinin çoğu televizyon karşısında o kanalı izlemekle geçiyor. Bir biri ardına çizgi diziler… Büyücüler, tanrısal gücü olan, evreni yaratıp yok eden, avuçlarından ışıklı bombalar fırlatan yaratık suretinde tanrılar. Gezegenleri yok eden şeytanlar… Birbirlerinin eteğini kaldırıp bakan çocuklar… Popo üzerine konuşmalar… Aslında kendilerini ördeklerin getirmediğini konuşup nasıl olduğunu utanılacak şekilde ifşa eden sahneler… Sadece çizgi diziler mi? Çocuk animasyonları, oyuncaklar, neredeyse hepsi felaket. Aman ya Rabbim. Ben çocuklarımın beynini tamamen şeytanın eline teslim etmişim. Şirk, küfür, dinsizlik, ahlaksızlık, fuhuş, kibir, bencillik, maddecilik, akla hayale gelebilecek ne kadar pislik varsa hepsi bu çizgi filmlerin içerisinde… Sürekli her gün, sabahtan akşama kadar… Ben güya ailemizin rızkı için işe gidiyorum ve çocuklarımı evde şeytan eğitiyor. 
Nasıl bir dehşet yaşadım. Derhal kabloları kestim. Aboneliği iptal ettim. Bir süre televizyonu yasakladım. Kızdılar, karşı koydular. Beton bir suratla dikildim karşılarına. Dünyada yaşayacakları en büyük acı cehennem odunu olmalarından ağır olamazdı. Çok şükür birkaç hafta içerisinde düzelip eskiye döndüler. 

Büyüdüklerinde televizyon aldıksa da, çizgi film izlenmesine izin vermedim. Sonradan muhafazakar süsü verilen bir çizgi filmi izlemelerine izin verdiysem de bunun da yanlışlığını anladım. Radar gibi takip ettim. Çünkü fırsat bulunca başka çizgi film kanallarına kayıyorlardı.
Enerjilerini boşaltacak zararsız yollar aradık. Bir süre karete kursuna takıldılar. Sonra gitar çalmayı öğrenip müzikle oyalandılar.
Çocuklarınıza sahip çıkın. Onları neyin nasıl yetiştirdiğini iyi takip edin. Şimdilerde mantar gibi türeyen bacak arası meraklısı, ateizmi adamlık sanan kibir küpü, haddini bilmez insancıklar görüyoruz. Bunlar bu milletin başının belası olacaklar, çok can yakacaklar. Yazık oldu bu milletin bir nesline. Çocuk diye acımak olamaz. Acıya acıya çocuklarınızı cehenneme hazırlamayın. Şeytani zevklerin içerisinde dinsiz yetiştirecekseniz bırakın çocuk yapmayın. Kendi günahı insana yeter. Elbette ne yapsak da evlatlarımızın hayırlı olmalarını garanti edemeyiz. En azından kıyamet günü cenabı Allah’a verebileceğimiz cevabımız olsun. Allah herkese hayırlı evlat nasip eylesin. Evlatlarımızı koruma bilincini ve çarelerini bize nasip eylesin
. Dr. Muhammed Bozdağ
BORALTAN FACİASINI GÖRDÜM ORADA ASKERDİM..
Boraltan Köprüsü faciası esnasında askerlik görevini yapan 98 yaşındaki Bekir Doğan, 1945 yılında Azerbaycanlıların Sovyet askerlerince katledilişi olayını anlattı. Katliamın bir an olsun gözünün önünden gitmediğini söyleyen Bekir Doğan, "Rusyalı askerler yorgun ve bitkin olan nineleri, anaları saçlarından sürükleyerek Boraltan Köprüsü'nden karşıya geçirdiler. O mazlum vatandaşları, soğan doğrar gibi doğradılar. Yanlış bir otorite, yanlış bir siyaset çok kötü sonuçlar doğurdu" dedi.
1960 yılından beri Kadıköy'de aktif siyasetle ilgilenen ve 1945 yılında Boraltan Köprüsü faciasında, Türkiye'ye sığınan 14 Azerbaycan Türkü'nün Sovyetler Birliği'ne iadesinin ardından sınırın karşı tarafında kurşuna dizilerek katledilmesi olayının yaşayan tek tanığı 98 yaşında Bekir Doğan o olayı anlattı.
 
Gaziantep'te köyde yaşadığı dönemde, 1944'te askere alındığını belirten Doğan, "1945 yıllarında askere alındığım dönemde yaklaşık 145 kişilik Azerbaycanlı Türk vatandaşı, Boraltan Köprüsü'nde, Rus hududuna götürüp teslim etme emri geldi. Emir geldiğinde 145 kişilik Azerbaycanlı vatandaş ne zaman, nerede ve ne zaman toplandı ve nereye götürdüğümüzü kafilede bilmiyor. Akıbetleri ne olacak malûmatları da yok. Teslim etmeye götürdüğümüz grup içerisinde çoluk, çocuk, aksakallı, eli tespihli, dili dualı yaşlı dedeler var, beyliğini beyaz örmüş yaşlı nineler vardı" dedi.
"Biz de Türk'üz, sizin mermilerinizle ölmek istiyoruz"
Doğan, Azerbaycanlıların Sovyetlere teslim edileceklerini anladıklarında sitem ettiklerini belirterek, "10 kişilik görevli askerle birlikte grubu götürürken yaşlı nineler bize, "Mehmetim kurban olurum sana, şu çeşme başında bir abdest alalım da öyle gidelim" dediler. Abdest alıp namaz kıldıktan sonra tekrar yolda giderken, akıbetlerinin ne olacağını anlayan yaşlı teyzeler boyunlarındaki kolyelerini çıkarak aramızdaki askerlere uzatarak "Oğlum Mustafa al şunu nişanlına götür. Rusların eline geçmesin" dediler. Ruslara teslim edileceklerini öğrenen Azerbaycan vatandaşı Türkler kardeşlerimiz, "Biz de Türk'üz, sizin mermilerinizle ölmek istiyoruz. Kendi topraklarımızda ölmek burada yatmak istiyoruz. Allah rızası için bizi götürmeyin. Siz de vicdan yok mu, siz de insanlık yok mu. Siz de merhamet yok mu siz nasıl Müslümansınız. Siz nasıl Türksünüz, Türk Türk'e bunu yapar mı. Bir kurşuna değmez miyiz. Bir kurşunla ölüp burada kalalım" diye bizlere feryat, figan ettiler. Bu manzara karşısında bir günde gidilecek yolu 3 gün de gidemedik" şeklinde konuştu.
"Teğmenimiz başına silahı dayadıktan sonra ateş ederek intihar etti"
Bekir Doğan, daha sonra çavuş olarak görevlendirildiğini aktararak, "Görevli teğmenimiz Genel Kurmay Başkanlığı'na telgraf çekerek, durumu belirtti. Teğmenimize geri dönmemiz yönünde telgraf gelmek yerine teslim etmemiz yönünde telgraf gelince Teğmenimiz bu manzara karşısında başına silahı dayadıktan sonra ateş ederek intihar etti. Üstteğmenimiz beni yanına çağırdıktan sonra çavuş olduğumu söyleyerek, grubu götürmemiz gerektiğini belirtti. Ben de komutanımıza komutanım siz de bana ateş ederek beni burada şehit edin, bu olay karşısında kendi topraklarımızda ölmek istiyorum dedim. Komutanımız kendine gelerek grubu götürmemiz gerektiğini belirtti" dedi.
"Ruslara namusumuzu teslim ettik"
Uzun uğraşlar sonu istemeyerek kafileyi Ruslara teslim ettiklerini belirten Bekir Doğan, "Azerbaycanlı 145 kişilik vatandaşı uzun uğraşlar sonunda Boraltan Köprüsü'ne getirdik. Rusyalı askerler yorgun ve bitkin olan neneleri, anaları saçlarından sürükleyerek karşıya geçirdi. 145 kişilik grup için çok sayıda asker getirilmişti. Yaşlı çoluk çocuk demeden hepsini sıraya dizerek ağır makineli silahlarla kurşuna dizdiler. Azerbaycanlı vatandaşları soğan doğrar gibi doğradılar. Yanlış bir otorite, yanlış bir siyaset çok kötü sonuçlar doğurdu. Türkün Türklüğüne, Müslümanlığına, peygamber efendimizin sünnetine, yaradanın emirlerine aykırı hareket ettik. O dönemde Ruslara yağ yaktık. Ruslara namusumuzu teslim ettik" diye konuştu.







BAYRAMINIZ GUTLU OLSUN
 Gurbet ellerde köyümüzün ve gomşuların hayali, kelestisi gözümüzden gitmez.
Ana baba olmayınca dünyanın dadı duzu olmayyormuş. Rezzak sıfatı olan mevlam
herkeşe bi ırırzık gapısı açmış. Govalayıp sebebplerine yapışana rızgını veriyor.
Yaradduklarının ırızgına kefil olmuş mevlam. Helalinden isteseniz helal verrün,
yok nefis ve şaytanın dedühüne uyar harama tenezül ederseniz de haramdan
verrün demiş. Kelime anlamıynan “ ziyade alçak “ çok alçak demek olan
dünyada imtihan içün varuz. Allahımız emür ve yasaklarını kitabı ve peygamberi
vasıtası ile bizlere bildümüş. Tercihde de serbeş bırakmış. İsdedehün yola git
demiş. İsder benim ve peygamberimin yoluna isder şeytan ve nefsin yoluna.
Garşılıını göreceksin.
 Esgiden gurban bayramları çok gözel geçerdin. Çoonnunan kendi hayvannarımızan
seçilüdü gurbannıklar. Gınalanu, işaret vurulu, gelin gibi süslenü ve hususi besiye
çekülüdü. O gurbana bi özel davranuludu. Sevülü, yemlenü, sulanu ve bazen şeker
bile verülüdü. Sizin gurbannınız gözel yok bizimki gözel deyi bebeler arasında
iddiha bile oludu. Köy odasında, bunar öönde günnerce gurbannık lafı edilüdü.
Mahalli fısıltı gazeteleri günnerce bundan bahsederdi.
   Gurbandan bi gün öncesi tekbiller başlardın. O gün ikindi gılınınca topuca
mezelik ziyaretine gidilüdü. Sıra söötlerin başında Yasin’ler, aşırlar okunu topluca
hediye gönderülüdü. Okuma bilenner Guranı Kerim’ leri ile gelüdü. Toplu okuma
bitince herkeş akrabalarının yanına daaludu. Gabillerdeki yakınnalırımız sevündürülüdü
. Eş dos akraba ve garip gabillerine gidilüdü. Irahmetlik babam, ziyaretcisi gelmeyen
gabillere uurardı. Kimsesüzler mahsun gamlasın derdi. Allahım kimseleri ahrette
fatihasuz bırakmasın oolum derdi.
   Bayram geycesi erken yatıludu. Babalarımız teheccüd vaatı galkallarıdı. Teheccüd
ve ezkarlarını yapallarıdı. O zabah herkeş sıraynan banyo yapardı. Geycekler deyişilüdü
. Bayramlıklar geyilüdü. Zabah namazına erkenden gidilüdü. Giderkene de tekbir
getürülüdü. Namazdan sonra evlere daalınmaz hoca vaaza başlardı. Bayram namazı
vaazı bayram namazına gadana devam ederdi. Herkeş pür tıkkat dinler gönüller sulanu,
galpler yımışardı. Boynunu bükmüş yaşlılarımızın gözlerinden yaşlar gelü, dudaklarından
dua ve salavatlar dökülüdü. Herkeşde manevi ve lahuti bir hava oludu. İman duygularımız
coşardı.
  
Bayram namazından çıkınca yaş sırasına göre sıralanuludu.Köylü birbiriynen bayramlaşudu.
Mugdar ve Hoca tıkkat eder küs olan neyi varsa baruşdurudu. Köyümüzde küslük olmazdı.
Esgiler böyük sözü diynerdi. Böyüklerin azarından çekünü ve sözlerini de edeplice dutardı.
Namazdan dalınca herkeşi gurban kesme telaşesi alıdu. Çukullar açılu, gurbannıklar sulanudu.
Öceden hazıllanan kesme yerlerine gözelcene getürülüdü.  Gözelcene gıpliye garşı yaturulu,
ayakları baalanudu. Gözlerine havlu örtülü ve tekbiller getürülü, incitmeden gözelcene
kesülüdü. Her evin öönde gurban telaşesi oludu. Bayramlaşmıya erken başlıyan bebeler 
 gurban kesennerin ve et doruyannarın ellerini öpellerdi. Ellerini öpdühümüz böyükler “gurtlu
bayramınız olsun, yılınan salınan erin, ömrünüz uzun olsun “deyi dova edellerdi. Her evden
datlı şeker, pişmani gibi ikramar oludu. Bazı evler de tirit ve et yidirüdü. Herkeş arkadaş ve
akran gurubuyla gezeridi. Bazı evlerde çok oturulu ve muhabbet edilüdü.
 
   Bayram günü öylen ve ertesi günü öylen mahalleler birbirini odada yemeenen aarlarlardı.
Yemeklere herkeş gatıudu. Her evden odıya yemek giderdi.
  
Bayram günü ayşamı çocuklar “ Pamuk aldım veresiye, indi gidi garı suya, garı sudan
gelesiye ( evdeki evlene çağındakı olana)................. e geliiin gelesiyeeee diye baarula.
O baardukları evden bi parça et verülerdi. Çocuklar bu etleri toplalla ve beraber bişürüp
yillerdi. Ferfeni edelerdi.Bazı evlerden de et yerine depelerine su dökülüdü.
 
   Bayram için misafir odalarına serilen döşşekler bazen bihafta gadana durudu. Evler
süslü oludu. Golanya ve şekere doyuludu.  Bayram öncesi Aldedenin Omar, Köraaların
Osman, Çavuşoolu, Garamısdafa, Hatıposmanı, İpeşin İprehem ,Hacı Kemal, Şükrü
Mısa, Gök Durmuş gibi usdalar pişmani çekellerdi.
 
  
Şindi köylerde bayramlar garipmiş. Sevgü saygı azalmış . Millet birbirinin guyusunu
gazarmış. Allah gorkusu galmamış, akraba hatırı galkmış, şeytan ,nefis müftü olmuş
sözleri bizi pek üzüyor. Yeni yetişennerin dini zayıf yetişmesinde gabahati olannar
yarin indi ilahide kendilerini nasıl gurtaracak?
   Şu imtihan dünyasında mal Allah’ın, Mülk Allah’ın. Ölmemiye çare mi va?
Yapduhunun eddühünün hesabından gurtulmuya çare mi va? Allah dünya ve
ahret perişannıı vermesin.  Bayramınız Gutlu Olsun.
                                                                                  H.İbrahim KOÇAK











 
  Bugün 89 ziyaretçi (206 klik) kişi burdaydı! Tüm Hakları saklıdır  
 
ACILAR PAYLAŞILDIKÇA AZALIR....MUTLULUKLAR DA PAYLAŞILDIKÇA ÇOĞALIR... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol