ANKARA-ÇAMLIDERE-İNCEÖZ KÖYÜ
   
  Ankara-Çamlıdere-İnceöz Köyü-Koca Harman
  35-lozan dedikleri dabıl diploma
 
MUSTAFA KEMAL ÖLÜM DÖŞEĞİNDE YERİNE İNGİLİZ BÜYÜKELÇİSİNİ GEÇİRMEK İSTİYORDU..
Aşağıda kıraat edecekleriniz (okuyacaklarınız) “The Sunday Times (London)” isimli ingiliz gazetesinin 11 şubat 1968 tarihli nüshasında Martin Gilbert tarafından neşredilen “How Our Man Declined To Rule Turkey” isimli makalenin Türkçe tercemesidir. Masdarın sahihliğini tecessüs edenler tahkik edebilirler.
(Makalenin aslını Türkçe çevirinin altına ekleyeceğiz.)
Makalenin Türkçe çevirisi:
Kasım 1938 Türkiye’nin şefi Kemal Atatürk’ün vefat ettiği tarihtir. O, 15 senelik katı diktatörlüğü döneminde Türkiye’yi, halkı istemediği halde cebir ile Garb medeniyetine götürmeye çalışmıştı. O, sarık ve çarşafı men etmiş, İslam’ın kuvvet ve kudretini kırmış, hatta latin alfabesini bile kabul ettirmişti.
Atatürk’ün vefat döşeğinde, üzerinde en fazla tefekkür ettiği mesele; kendisinden sonra programını tatbik edebilecek birisini bulup yerine geçirip geçiremeyeceği hususuydu.
Bunun için zamanın İngiliz sefiri (Büyükelçisi) Sir Percy Loraine‘i İstanbul’daki Dolmabahçe Sarayı’na çağırdı. İkisi arasında geçen mülakatlar yaklaşık olarak otuz (30) sene gizli kaldı. Gizli mülakatlar ilk olarak Piers Dixon’un babası (Sir Percy Loraine) hakkında hazırladığı “Double Diplomat” (Çifte Diplomat) isimli kitabında yer aldı ve daha sonra da “Hutchinson Yayınevi” tarafından neşredildi.
Piers Dixon’un dökümanları arasında Sir Percy Loraine tarafından zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Halifax’a gönderilmiş bir telgraf da vardı. Telgraf İngiliz tarihinin en mühim senetlerinden birisi idi. Loraine, vefat döşeğinde olan diktatörle yaptığı bu mülakâtı çok enteresan olarak nitelendiriyordu.
Bu vesikada Loraine, Lord Halifax’a şunları yazıyordu:
“… Huzuruna vardığımda ekselanslarını yastıklara yaslanmış vaziyette, iki tabib ile, hemşirenin tedavisi altında gördüm. Ben girdiğimde, Reis (Mustafa Kemal), hizmetinde bulunanların ve hemşirelerin dışarı çıkmalarını istedi ve ihtiyaç anında kendilerini çağırabileceğini ifade etdi. Ondan sonra, ekselansları benimle yavaş yavaş, fakat dikkatlice konuşmaya ibtida etdi. Beni hiç bir zaman bana layık olmayan makamda görmek istemediğini, “Beni daima en layık makamlarda görmek istediğini” ve beni buraya onun için çağırdığını söyledi. Hakkımda arzuladıklarını gerçekleştirmem için çok ricada bulundu.
Kendisine müsbet bir cevab vermemi taleb ediyordu.
Şüphesiz ben geçmişte onunla bir arada çok bulundum ve çok mulâkatlar yaptım. Fakat bu, son mulâkatım olabilirdi. O, uzun ve mâcerâlı hayatı boyunca beraber çalıştığı arkadaşlarından bir çoğunu (kendisinden uzaklaştırarak) kaybetmiş ve yapılan tavsiyelerin bir çoğunu da reddetmişti. Sadece benim dostluğuma ve nasihatlarıma güveniyor ve bu dostluğun pekişmesine ehemmiyet veriyordu. Ben sanki Türkiye’nin başbakanıymışım gibi, benimle çok sade ve serbest bir vaziyetde meşveret ediyordu. Onun bir reis olarak vefatından evvel, kendi makamı için birisini takdim etme selahiyeti vardı. Onun en büyük arzusu kendisinden sonra “Türkiye’nin Reisi” olarak onun vazifesini üzerime almam idi. Teklifi karşısında benim nasıl bir cevab vereceğimi bir an evvel bilmek istiyordu. Mütefekkirane bir sessizlikle geçen bir anlık bekleyişden sonra ekselanslarına (Mustafa Kemal’e) “Bütün taleb ve duygularımı kelimelerle izah etmeye yetkili değilim!” şeklinde cevab verdim. Hakikaten o anda çok şaşırmış bir vaziyetde tefekkür ediyordum; hatırladığım kadarı ile yapmış olduğum mulâkatların hiç birisinde bu kadar derin tefekkür edecek derecede bir mülâkatla karşılaşmamıştım.
Ekselansları (Mustafa Kemal) yaptığı bu teklif ile sadece benzeri görülmemiş bir ikramda bulunmakla kalmıyor, aynı zamanda majestelerinin (İngiliz kralının) hükümetine olan bağlılığını da izhar ediyordu. Ekselansları benim ömrümün büyük bir kısmını majestenin hükümetinin hizmetinde geçirmiş olduğumu biliyordu. Ben halihazırdaki işimde bir kaç sene daha çalışmayı ümit ediyordum. Ekselansları ise, şimdi benden kesin bir cevab taleb etmekteydi.
Kendilerine şu cevabı verdim:
“İdarî işleri iyi yapıp yapamıyacağımdan şüphe ediyorum. Türkiye’nin Reisicumhurluğu’nu yüklenmek mesuliyeti ile İngiltere Sefirliği arasında çok büyük fark vardır. Tecrübe ve kabiliyetlerimin, ancak elimdeki işi yürütmek için aranan imtiyazlar olduğunu biliyor; bunun için kesin bir şekilde ve üzülerek teklifinizi kabul edemediğimi bildiriyorum!”
Ben konuşmamı bitirdikten sonra ekselansları (Mustafa Kemal) çok heyecanlandı ve yatağına tekrar gömüldü, hizmetinde bulunan hemşireleri çağırdı (ve derin bir uykuya daldı.) Ekselansları ikinci defa konuşmaya ibtida edebildiğinde kendisine bildirdiğim kararda müessir olan hususları idrak ettiğini söyledi. Durumu henüz verdiğim cevabdan çok üzüldüğünü söyleyebilecek kadar iyi idi. Benden başka bir cevab alamayacağını idrak edince “Reislik” için İsmet İnönü’yü tavsiye etti. Atatürk sonra dirseklerine dayanarak doğrulmaya çalıştı ve ellerimi sıktı, gelecekte de Britanya ve Türkiye ilişkilerinde faal roller oynayacağımı belirterek teşekkür etti ve kendinden tekrar geçti.
Bu teklifi reddedişimin isabetli bir karar olduğunu düşünüyorum. Şayed yapmış olduğum teşebbüslere dair ekselanslarından te’vidli bir mesaj alabilirsem pek müteşekkir ve mesrur olurum.
Lütfen Kral’a da bildiriniz!..”

ABDULHAMİT HAN ITAHTTAN İNDİRMEYE GELEN YAHUDİ ERMENİ BESLEMELER..



YAHUDİ PARA BASAR KARŞILIKSIZ..KİMSE DUR DİYEMEZ..KARŞILIKSIZ DOLARLARLA KİRALIK KATİLLERİ SATIN ALIR VE MÜSLÜMANLARA MUSALLAT EDER..PKK DA KİMLER VAR
KİMLER MÜSLÜMAN AĞLIYOR
Sanki bir cehennem oldu bu dünya
Dünyada müslüman olan ağlıyor
Maziye karıştı din oldu hülya
Dininin emrini tutan ağlıyor
Vicdanı sızlıyor ehli imanın
Yüzleri gülmüyor ehli vicdanın
Gözleri ağlıyor her müslümanın
Müminin halini duyan ağlıyor
Müslüman sokağa çıkamaz oldu
Sağına soluna bakamaz oldu
Batının pis fuhuş u her yana doldu
Bu fuhuş a uymayan insan ağlıyor
Nerede alimin sadık çabası
Nerede hanımın çarşafı, peçesi
Ne oldu bu neslin haya kisvesi
Edep hayaya uyan ağlıyor
http://t.co/bqX7rJSgFR
Mustafa Armağan 'DAN İKTİBASTIR.




ACI HAKİKATLERİ BİLİYOR MUYDUNUZ?
Yahudilerin lanetli bir kavim olmaları boşuna değildir. Dünyanın ençok peygamber öldüren, fitne ve fesat çıkaran milleti lanetli yahudi kavmidir.
  Hıristiyanlık dinini bir ilah inancından teslise yani üç ilah inancına sürükleyen protestanlığın kurucusu PAULUS YAHUDİ DİR. Bu paulus aslında bir hahamdır. Papaz olarak kendini tanıtmış, zarar verebilmek için hıristiyanlık eğitimi almıştır. Paulus'tan sonra kiliselere resim girmiştir. Hıristiyanlığı bir Allah inancından sapıtıp (Meryem-İsa-Ruhul Kudüs) gibi üç ilaha inandıran yahudidir.
  Hıristiyanları kiliseden soğutmak için kilise günü (Pazar günleri) futbol oyununu icad eden yahudidir. Futbol evvelinde hıristiyanları pazar günleri kiliseden uzaklaştırmak için icad edilen bir yahudi tuzağıdır. Bu ateş dünyayı sarmış bundan yahudi de zarar görmüştür.
   İslamı bozmak için bütün bozuk mezhepleri kuran dolaylı olarak yahudidir. Bozuk ve batıl bir mezhep olan ŞİA ve kollarını kuran, Hz Ali'ye Allah dedirten yine yahudidir.
   Kendisini soykırımdan kurtaran Devleti Aliyeyi Osmaniye 'yi yıkan da yahudidir. Yüzyıllar süren bir planlama ile Osmanlı padişahlarını zehirleyen, saraya vezir olarak girebilen, padişahlara kız veren, Sarı Selim diye anlan Osmanlı padişahına kayınpeder olabilen yahudidir. Bütün bunları müslüman görünerek kendini gizleyerek yapmıştır yahudi.
  Bazı tarihçilere göre Kurtuluş Savaşı bir komplo teorisidir. Yahudi ingiliz hanedanının tezgahıdır. Osmanlıyı yıkan ittihat ve terakkicilerin beyin takımı mason ve yahudidir. Cumhuriyetin kurucularının beyin takımının ekserisinin mason ve kendini türk gösteren yahudi asıllı kişler olduğu birçok tarihçiler tarafından iddia edilmektedir.Tıpkı pkk ile mücadeleyi başarısız kılmak için pkk ya  yardım eden ermeni asıllı subaylar gibi.
  İlk TBMM çok hararetli ve garip tartışmalara şahitlik etmiştir. Bizlerin dindar bildiği Fevzi Çakmak'ın Kemalizm felsefesini ilk ortaya atan kişi olduğunu Kazım Karabekir söylüyor. Fevzi Çakmak'ın Karabekir' e "Biz Mustafa Kemal'i diktatör yapacağız" Kemalizm "diye bir idare sistemi kuracağız " dediği Kazım Karabekir'in hatıratlarında yazılıdır.
  Fevzi çakmak kurtuluş savaşından sonra mecilse Mustafa Kemal'e Dört milyon lira zafer hakkı verilmesi için önerge vermiştir. Bir çok milletvekilinin "Bu fakir milletten bu parayı almaya utanmıyor musunuz? diye itirazları baskın gelmiş ve önerge geri çekilmek zorunda kalmıştır.
Bu önergenin intikamı Cumhuriyet kurulunca M.Kemal'e yirmi milyon lira maaş bağlanarak alınmış olmuş. M.Kemal'in maaşı yirmi milyon lira imiş. Vergi kesintisinden sonra net sekiz milyon lira eline geçermiş. (Arşivler ve basın) Dr Rıza Nur ilk meclis milletvekilidir. İlk maarif vekillerindendir. Bir gün Fevzi çakmak'ın kaşındığını görür. Anormal kaşıntısına dayanamaz kendisinin doktor olduğunu belirterek ısrar eder ve Kazım paşayı muayene eder. Bir de ne görsün, Kazım paşa gömleği kirlenince çıkarmamış, üzerine yeni gömlek giymiş, o kirlenince üzerine yeni gömlek giymiş, tam on kat gömlek üst üste. Böylece vücudunu bit sarmış ve uyuz olmuştur.
  İkinci meclis tarafından Türkiye'nin dininin Hıristiyanlık olması için altı aydan fazla bir komisyon çalışması yapıldığını, bunların meclis arşivlerinde olduğunu biliyor muydunuz??(Alıntıdır)

Lozan'ın gizli mimarı Haim Naum
İsviçre'nin Lozan şehrinde gerçekleştirilen Lozan Konferansının üzerinden tam 84 yıllık bir zaman geçti.

İki bölüm halinde yapılan ve yaklaşık sekiz aylık gergin, kesintili, şüpheli ve şaibeli bir süreci içine alan konferans, nihayet 24 Temmuz 1923'te sona erdi.
Bu konferansta alınan resmî kararların ve yapılan anlaşmaların Millet Meclis'inde tasdik edilmesi ise, bu tarihten tam bir ay sonra (23 Ağustos) mümkün olabildi.
İşte, şimdilerde bu tarihî hadisenin 84. yıldönümünü idrak etmekteyiz.
Ne var ki, bu tarihî hadisenin en az bilinenleri kadar bilinmeyen yönleri de bulunmakta.
Bugün, bir parça meselenin bu bilinmeyen, yahut yeni nesillerce çok az bilinen yönü üzerinde durmaya çalışalım.
Zamana bırakılan meseleler
Lozan'a giden heyetin başında İsmet Bey vardı. Heyetin aslî diğer üyeleri ise, Dr. Rıza Nur ve Hasan (Saka) Beydi.

Bunların dışında, heyette ayrıca 30'dan fazla müşavir, uzman, danışman, kâtip, idareci statüsünde adam vardı. (İsmet Paşa, Konferansın ikinci safhasında bu heyeti büyük çapta değiştirdi. Kendisine en yakın danışman olarak da, Yahudi Hahambaşısı Haim Naum'u seçti.)
Konferansa delege seviyesinde katılan ülkeler şunlar: İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, Rusya ve Yugoslavya.
Lozan Konferansının en mühim maksadı, Birinci Dünya Harbi ve hemen ardından başlayan İstiklâl Harbi sonrasında kurulan yeni Türkiye Devletinin dünyaca tanınması, toprak bütünlüğü ve millî sınırlarının kabul edilmesiydi.
Bu noktada ciddî bir sıkıntıyla karşılaşmaması, Türkiye'nin hakkıydı.
Zira, son savaştan zaferle çıkmıştı. Ne var ki, cephelerde, meydanlarda kazanılmış olan zafer, diplomatik sahada (masa başında) karşılığını lâyıkıyla bulamadı.
İşte, "Misâk–ı Millî" içinde yer aldığı halde, Lozan'da halledilmeyen, zamana bırakılan ve daha sonraları Türkiye'nin başını hayli ağrıtacak olan önemli dâvâlar: Kıbrıs, Ege Adaları, Boğazlar, Hatay ve Kerkük–Musul meseleleri.
Hatay ve Boğazlar dışında kalan meselelerin tamamı, ne yazık ki Türkiye'nin aleyhine bir gelişme kaydetti.
Madalyonun öteki yüzü
Yukarıda bahsettiklerimiz, doğrudan siyasî, maddî ve şeklî meseleleri ithiva ediyor.
Bunlardan çok daha önemli olan ise, Lozan'da gizlice görüşülen ve karara bağlanan dinî/mânevî hususlardır:
Bunlar, hilâfetin kaldırılması, dinî hayat ve tedrisatın sona erdirilmesi, mânevî cephenin çökertilmesi, bin yıllık kültür ve medeniyet birikiminin tahrip edilmesi gibi, bu milletin en mühim ve hayatî meselelerini içine alan bir dizi reform ve inkılâpların muhakkak sûrette realize edilmesi talebidir.
Kısa bir müddet sonra Türkiye'de yaşanan gelişmeler ve köklü değişimler, bu taleplerin büyük bir iştahla yerine getirildiğini gösteriyor.
Lozan görüşmeleri esnasında madalyonun bu yüzünde aktif rol alan en etkili şahıs ise, İstanbul Yahudi Hahambaşısı olan Haim Naum'dur.
Türkiye'deki icraatler noktasında maksadına fazlasıyla ulaştığına kanaat getiren Naum, 1925'te Kahire'ye gitti ve orada da bu kez Mısır Hahambaşı oldu. (Bu tarihten sonra Filistin'e el atan Naum, burada bir Yahudi devletinin kurulması için vargücüyle çalışmaya koyuldu.)

* * *
Haim Naum'un Lozan görüşmeleri esnasında ortaya çıkması ve kaşla göz arasında reis İsmet Paşanın en gözde danışmanı/müşaviri oluvermesi, ikinci delegasyon makamındaki Dr. Rıza Nur'un dikkatini çeker.
Kaleme aldığı hatıralarında, bu "emrivâki"den şöyle bahseder:
"Bir müddettir İstanbul eski Hahambaşı Haim Naum, Lozan'da kaldığımız otelde görülmeğe başladı.
Baktım bir gün İsmet'le görüşüyor.
Ne yapmış, kimi vasıta yapmış bilmem.
İsmet'e yanaşmış. Yaman Yahudi!.. Artık İsmet'ten ayrılmıyor.
Yemek zamanını biliyor ya, asansörün yanında bizi bekliyor.
Derhal İsmet'in koltuğuna giriyor, belinden yakalıyor; o da onun...
İsmet'i lüzumu yokken holde dolaştırıyor.
Sonra yemek salonunda, İsmet'le şakalaşıyor, gülüyor...
Anlaşılıyor ki, herkese: 'İsmet benim samimi, teklifsiz arkadaşımdır' diye göstermek istiyor ve gösteriyor.
Nihayet bütün Yahudi sırnaşıklığı ile yanaştı. İsmet'in yakasını bırakmıyor... Şimdi odasından da çıkmıyor. İsmet bunu müşavir tâyin etti. Yevmiye vermeye de başlamış. Bana da söylemiyor.
Heyet–i murahhasa çiftliktir, kullanıyor. Ne diye kandırdı bilmem. Bu sadedil İsmet, Yahudinin dolabına girdi. Derken Hahambaşını soframıza da aldı. Bu vakte kadar sesimi çıkarmamıştım.


"İsmet'e dedim ki: 'Bu Yahudi de başımıza nereden çıktı? Senin böyle bir Yahudi ile laubali görüşmen haysiyetini ve Türk milletinin, heyetinin haysiyetini kırar. Bu kadar yüz verme!' İsmet, bana kızdı... Derken, herif azdıkça azdı. Heyetten şuna buna herkesin içinde kumanda ediyor. Benim önüme de geçip yürüyor. İhtimal İsmet benim sözlerimi ona söyledi... İsmet'e tekrar dedim: 'Bu bir Yahudidir. Adi adamdır. Bunun kim bilir ne fenâ işleri vardır? Bundan bir hayır bekleme!..'
"Hahambaşı İsmet'e bütün İngiliz ve Fransız ricâlini tanıdığını, hepsi ahbabı olduğunu, işleri istediği gibi yaptıracağını söylüyormuş. Tabiî İngiliz, Fransız ve İtalyan delegelerine de İsmet'in avucunda olduğunu söylüyordu... Lozan muhitinde dolaşıyor, herkese: 'İsmet teklifsiz ahbabımdır, sözümden dışarı çıkmaz' diyormuş.."
(Dr. Rıza Nur, Hayat ve Hatıratım, c. 3, sh.1049–1050)
Rıza Nur'un anlattıklarını teyit edenlerden biri de Rauf Orbay'dır.
Türkiye'de en üst seviyede askerî ve siyasî görevlerde (Bakanlık, Başbakanlık, Meclis İkinci Başkanlığı...) bulunmuş olan Orbay, aynı hususla ilgili olarak şunları kaydediyor: "İsmet Paşa, anlaşıldığına göre, Lozan'da İngilizlerle bir çeşit gizli arabuluculuk rolü oynayan İstanbul Yahudi Hahambaşı Haim Naum Efendinin telkinleriyle, Hilâfetin artık ne şekilde olursa olsun Türkiye'de devamına müsaade edilmeyip, derhal kaldırılması fikrini tamamıyla benimsemiş bulunuyordu." (Feridun Kandemir, Hatıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, s, 96–97)
"Türklere dinlerini ve din temsilciliğini (Hilâfet makamı) feda ettirmek şartıyla, sun'î istiklâl işinde gizli anlaşmanın müessiri tek kelime ile Yahudiliktir.
Buna memur–u müşahhas kimse de, şimdi Mısır Hahambaşısı bulunan Hayim Naum'dur.
Naum, Amerika'da önemli faaliyetler içinde bulunduktan sonra Yahudi kökenli İngiliz Lord Gürzon ile çok yakın münasebetleri olup, şu teklifte bulundu:
'Siz Türkiye'nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyeti ve İslâmî temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüd ediyorum.' Naum, dışarıda bu faaliyetleri sürdürürken, Ankara'ya da gelerek, ...dostluk kurdu.


"Lozan Konferansının ikinci sayfası: Artık her şey Türkiye hesabına çantada hazırdır. Yani dini terk ile her şey yapılacak. Yeni hizbin bundan böyle, bu millette, İslâmiyeti katletmek prensibiyle hareket etmekte, hasım dünyanın kumandanlarından, yani düşman ehl-i salip kumandanlarından, dini vurmakta daha hevesli olduğu ve örnekler vereceği ve bilhassa hudut dışı değil de, hudut içi ve millî irade yaftası altında çalışacağı şüpheden varestedir."
"Nihaî Vesika:

Lozan Muahedesinden sonra, İngiltere Avam Kamarasında,
'Türklerin istiklâlini niçin tanıdınız?' diye yükselen itirazlara, Lord Gürzon’un verdiği cevap:

'İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira, biz onları mâneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz." (Age, s. 278)

* * *
Üzerinden 84 yıllık bir zaman geçmiş olmasına rağmen, Lozan Konferansının ve bununla bağlantılı gelişmelerin birçok yönü hâlâ karanlıkta ve sisler arasında bulunuyor.
Ümit ederiz ki, şu âlemde hiçbir hakikat gizli ve nihan kalmasın.
LOZAN HAKKINDA GÖRÜŞLER KADİR MISIOĞLU
    Kurtuluş Savaşı sırasında son Osmanlı Padişahı Vahdettin’in 11 Mayıs 1920/ tarihinde Mustafa kemal Paşa hakkında İstanbul Divanı Harp Mahkemesinin idam kararına “Olur” vermesi ile ilgili tarihi belgenin metni üzerinde araştırmalar yaptım.  24 Mayıs 1920 tarihi itibarı ile Sadrazamlık makamından Harbiye Nezaretine gönderilen belgeye göre “Selanikli Mustafa Kemal Efendi” nin işlediği suçlar hedef gösterilerek Kara Vasıf Bey, Dr. Adnan, Halide Edip, Fuat Paşa hakkında padişahın onay vermesi anlamına gelen“İrade-i seniye” sözleri bahsi geçen belgenin baş kısma yazılarak düzenlenmiş.


                    Tarihçi Yurtsever, Vahdettin fermanı ile ilgili açıtklamayı yaparken. 13 Şubat 2013
    Osmanlı bürokrasi sistemine göre Padişahın onay kararı öncelikle Sadrazam tarafından en üst makama sunulan belge üzerine  gerekçeli notlar yazılarak onay verilir.  Vahdettin’in onay verdiği ileri sürülen Mustafa Kemal ve arkadaşlarının idamı ile ilgili üst kısmına “irade-i seniye” belgesinde sadece Vahdettin’in gerekçeli açıklaması değil onun “imzası taklit edilerek” belgenin düzenlendiği anlaşılıyor.
    Padişah onayı süsü verilen belgedeki “idam kararı” uygulanmak üzere Sadrazamlıktan Harbiye Nezaretine gönderiliyor. Burada çelişkili ve ilginç olan durum ise belgenin düzenlendiği tarihte hem Sadrazam ve hem de Harbiye Nazır Vekili Damat Ferit’tir. “sözü edilen idam karar belgesi kişinin kendi kendine uydurarak verdiği ve üzerine de padişah kararı anlamına gelen  “İrade-i Seniye” yazısı bulunan belge Osmanlı bürokrasisinin Padişah adına belge düzenlenmesi kurallarının dışında kurgulanmış (düzenlenmiş) sahte bir “idam karar” belgesidir.  Osmanlı Divanı Harp idam karar belgeleri Osmanlı kanunlar ve kararları denetleyen Şurayı Devlet Meclisinde görüşüldükten sonra sadrazam tarafından padişaha sunulmasını gerektirir. Ancak görülen odur ki, bahsi geçen belge padişahın imzası taklit edilerek İngiliz istihbaratı tarafından  düzenlenmiştir.  
   ATATÜRK’ÜN NUTUK KİTABININ ORJİNAL BASKISINDA DA “İDAM KARARI” BİLGİSİ YOK
    Kurtuluş savaşının temel kaynağı olan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın  nutuk kitabının 1927 yılında yapılan Osmanlı harfli ilk baskısında 1920 yılı mayıs ayı içindeki olaylar bölümünde kendisini hedef alan “idam kararından bahsetmemesi” Vahdettin onaylı Osmanlı Devleti’nin böyle bir hukuki yaptırıma başvurmadığını göstermesi bakımından da önemli.
VAHDETTİN, İŞBİRLİKÇİ DAMAT FERİT’İ GÖREVİNDEN ALDI
     Son Osmanlı Padişah Vahdettin, kendi iradesi dışında baskı ve tehditler ve istihbarat oyunları ile hakkında düzenlenen sahte belgelerle Mustafa kemal ve arkadaşlarının Anadolu’da geliştirdiği milli mücadele hareketinin amacına varması için İngiliz yanlısı Damat Ferit’i görevden alarak 21 Ekim 1920 ve 4 kasım 1922 tarihleri arasında Teyfik Paşa’yı sadrazam olarak görevlendirmiştir. Vahdettin bu hareketi ile milli mücadeleye “dolaylı” destek vermiştir.
                                                            Cezmi YURTSEVER, Tarihçi
NOT: Cumhuriyetle beraber bir aslını inkar politikası güdüldü.Osmanlı ve tarih devamlı kötülendi. Batının kokuşmuşluğu güzel gösterilmeye çalışıldı. Yalanlar, edepsiz yalanlar ve dalavereler üzerine politikalar yürütüldü. Halkın yirmide birinden fazlası devrimleri yerleştirmek için sorumsuzca, vijdansızca katledildi. Bu vahşet güzel gösterildi. Düşünmek araştırmak, hak aramak suç kabul edildi. Tehlike görülenler, evham gereği önce idam edildi, sonra düzmece mahkeme tutanakları tutuldu. Yani istenilenler asıldı, asıldıktan sonra mahkemeleri güya yapıldı. Düzmece, uydurma tarihler yazıldı ve utanmadan doğru gibi okutuldu.. neler...neler...Yukarıda bu misalden milyonda biri açıklanabilmiş...
 
  Bugün 52 ziyaretçi (60 klik) kişi burdaydı! Tüm Hakları saklıdır  
 
ACILAR PAYLAŞILDIKÇA AZALIR....MUTLULUKLAR DA PAYLAŞILDIKÇA ÇOĞALIR... Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol